Tevbenin Hakikatinin Esrarı

 

Menazil müellifi şöyle diyor:

"Tevbenin hakikatinin sırları üçtür:

1 - Allah'dan sakınmayı izzetten ayırmak,

2 - Günahı unutmak ve

3 - Tevbeden tevbe etmek.

Çünkü tevbe eden, ayetteki "hep beraber" kapsamına girmektedir:

"Hep beraber Allah'a tevbe ediniz ey müminler. Umulur ki kurtuluşa erersiniz" (Nur, 31).

Cenab-ı hak tevbe edene de tevbeyi emretmiştir.

Allah'dan Sakınmayı İzzetten Ayırmak: Tevbe etmekten gaye Allah'dan sakınma (takva) olmalıdır.

Takva ise: Allah'dan korkmak, O'ndan haşyet duymak, emrini yerine getirmek ve nehyettiği şeyden kaçınmaktır.

Kul Allah'ın nuruyla Allah'a itaat eder ve O'nun sevabını umar. Yine Allah'ın nuruyla O'na isyanı terkeder ve Allah'ın azabından korkar. Bunları yaparken itaat, izzet ve şerefini elde etmek için yapmaz. Çünkü itaat ve tevbenin de gizli ve açık bir şerefi vardır. İtaat ve tevbe ile bir şeref kazanacağını bilse bile gayesi bunu kazanmak olmamalıdır. Kim şeref kazanmak için tevbe ederse bu tevbesi boş bir şeydir. Bir rivayete göre şöyle anlatılır:

"Allah Teala peygamberlerden birine şöyle vahyetmiştir:

Şu falan zahide söyle:

Senin zühdün dünya içindir ve bununla kısa yoldan rahata kavuştun. Sadece bana yönelmen ile de bir şeref ve nam kazan der. Benim için sen ne yaptın? O şöyle dedi:

Ey Rabbim! Bundan sonra ben senin için ne yapabilirim? O: Sen benim için bir dostu sevdin ve bir düşmana benim için düşman oldun mu?

Yani rahat ve şeref senin kısmetin ve onları zühd ve ibadet ile elde ettin. Fakat sadece benim için dostluk ve sadece benim için düşmanlık duymak olan hakkımı yerine getirdin mi?

Mesele Allah'ın emirleri hususunda, ilim ve hal bakımından kendi payına düşenle O'nun hakkını ayırmaktır. Bu konuda birçok samimi sadık insan kendi ruh hallerini anlayamamışlardır. Bunu ancak sadıklar içinde basiret sahibi olanlar tefrik edebilirler. Bu kimseler, diğer insanlara nispetle sadıkların mertebesi neyse, onların sadıklara nispetle yerleri de odur.

Günahı Unutmak: Bu konu açıklanması gereken bir konudur. Çünkü bu konuda ehl-i tarik arasında farklı görüşler ileri sürülmektedir.

Bazıları günahı hatırlamakla iştigal etmemeyi ve ondan vazgeçmeyi, günahdan vazgeçmek olarak değerlendirmişlerdir. Yalnız Allah ile beraber olmak, tevbe eden için daha uygun ve ona daha faydalıdır. Günah işlemediği bir anda günahı hatırlamak günahtır, demişlerdir.

Bir kısmı gühahı unutmamanın daha evla olduğu görüşüne sahiptirler. Hatta her an o günahı düşünmek gerektiği, bunun da kişide Allah'a karşı bir üzüntü ve O'na teslimiyet meydana getireceği ve bunun da o kişi için, böyle geçirmediği vakitlerden daha hayırlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunlar bundan dolayı Hz. Davud'un hatasını avucuna nakşettiğini ve ona bakıp ağladığını delil getirirler. Ayrıca şöyle demişlerdir:

Eğer bir yolda kaybolursan günahını hatırla; böylece yolunu bulursun.

Bunun manası şudur: Günahı hatırladığında üzülür, kendini zelil görür ve haşyet ve korku içinde Allah'ın önünde sessiz sedasız bir vaziyet alırsın. Bu da O'na kulluğun bir yoludur.

Doğru görüşü tespit etmek için meseleyi biraz açmak gerekir.

Şöyle ki: Kul, nefsinde O'na dua etmekten alıkoyacak bir rahatlık ve kendini azıcık bir beğenme hissi duyup Allah'ın nimetini unutur ve nefsi ona fakirliğini, eksikliğini unutturursa günahı hatırlaması onun için daha faydalıdır. Fakat Allah'ın kendi üzerindeki nimetini hatırlar, Ona muhtaç olduğunu, vücudunun tek hücresinde bile O'ndan müstağni olmadığını bilir, kalbi O'nun sevgisiyle dolup bundan sevinç hisseder, O'na kavuşmaya iştiyak duyar, geniş rahmet, sabır ve affını idrak eder ve Allah'ın isim ve sıfatlarının nurları kalbine doğarsa, günahını unutması ve onu hatırlamaması onun için daha uygun ve daha faydalıdır. Çünkü ne zaman günahını hatırlarsa bu duygular ortadan kalkar, yüce seviyelerden aşağı derekelere düşer, aralarında yer ile gök arasında daha fazla bir mesafe olan bir halden diğer bir hale gider. Bu, şeytanın ona duyduğu bir hasedin sonucudur. Şeytan onu makamından alaşağı etmek, kalbinin bilgi ve sevgi meydanlarındaki seyrini, kötülüğünün yalnızlığına ve günahının sıkıntısına doğru sevketmek ister.

İşlediği günahı hatırlayan birinci kişinin hali Allah'ın o kimseye verdiği bir nimettir. Allah Teala bu nimetiyle onu iddia ve buğz derdinden emin kılmış ve hissetmediği gizli kibir örtüsünden kurtarmıştır. Bu bir tür nimet, diğeri de bir başka nimettir. Bu konuda lafızlarla ifade edilemeyen bir durum vardır.

Başarı sadece Allah'dandır ve sadece O'ndan yardım istenir.

Tevbeden Tevbe Etmek:

Bu ifade, doğruya da yanlışa da yorulabilecek müphem bir ifadedir. Bunu söyleyen aslında doğruyu kasdetmektedir. Fakat bunu kayıt getirmeden ifade etmiştir.

Şüphesiz tevbe en büyük iyiliklerdendir. İyiliklerden tevbe etmek ise en büyük kötülüklerden ve en çirkin günahlardandır. Hatta bu zahiri manası ile ele alınacak olursa küfürdür. Çünkü tevbeden tevbe etmekle İslam ve imandan tevbe etmek arasında fark yoktur. Şimdi, imandan tevbe edilebileceğim ileri sürmek caiz olur mu?

Fakat mutasavvıflar bununla şunu kasdediyorlar: Buradaki tevbeden maksat tevbeyi görmekten tevbe etmektir. Çünkü tevbe ancak Allah'ın bir lütfü ve dilemesiyle gerçekleşmiştir. Nefsiyle başbaşa kalsaydı nefsi tevbe etmesine müsaade etmezdi. Tevbenin kendinden sudur ettiğini Allah'ın kendine olan bu lütfundan gaflet ettiği zaman bu tevbeyi görüp hatırlamasından ve gafletinden tevbe eder. Fakat bu görüş ve gafleti tevbe olmadığı gibi ondan bir parça veya onun şartlarından biri de değilidir. Aksine bu, tevbeden sonra meydana gelen başka bir günahtır. O da bu günahdan, daha önceki günahtan tevbe etmesi gibi tevbe eder. Bu kişi önce ve sonra meydana gelmiş bir günahdan tevbe etmiştir. Tevbeden tevbe etmiştir, şeklinde nasıl iddia edilebilir?

(Bu kişi tamamen vahdet-i vücud telakkisiyle hareket etmektedir. Çünkü bu kişi irfan'a ulaşmadan önce tevbe eder. Hakikati bilince iddialarına göre perde ortadan kalkar ve Rabbi kul, kulu Rab olarak görür. Böylece irfandan önce yapmış olduğu tevbeden tevbe eder)

Bu söz makul ve kendi içinde bile tutarlı değildir. Aksine tevbeye bazen bir illet, eksiklik ve bela anz olur ki, bu da tevbenin kemaline mani teşkil eder. Tevbe eden bunu bazen farkeder, bazen de farkedemez. Tevbenin eksikliğinden ve hakkını yerine getirememekten tevbe eder.

Bu daha önce söylediğimiz gibi tevbe değildir. Bu ancak tevbenin yokluğundan tevbe etmektir ve bulunduğu kadariyle tevbe etmek de bir taattır ve bundan dolayı tevbe edilmez. Bulunmayan miktarı ise kulun tevbeye muhtaç olduğu kısımdır. Tevbeden tevbe etmek, ancak bu iki manadan birine hamledilebilir.

Evet. Burada gerçekten çok ince üçüncü bir mana daha vardır. O da kişinin Allah ile bir ünsiyet oluşturması ve vaktini O'nunla geçirmesidir. Şöyle ki, onun Allah'a yönelmesi, O'nun nimetlerini ve isimlerini zikir ile meşgul olması o kişi için en faydalı şeydir. Fakat kişi böyle davranmayıp bu halini kaybeder ve tekrar tevbe etmiş olduğu eski bir günahından tevbe etmeye başlar ve günahını düşünerek Allah ile meşgul olmayı bırakırsa bu bir eksikliktir ve bundan dolayı Allah'a tevbe etmesi uygun olur. İşte bu tevbeden tevbedir. Çünkü o, safa halinden cefa haline inmiştir.

En iyi bilen Allah'tır.  

 

İÇİNDEKİLER