Menazil
müellifi şöyle demektedir: "Tevbenin şartları üçtür:
1 -
Pişmanlık duymak;
2 -
Günahtan vazgeçmek
3 -
Günahından dolayı Allah'a özür beyan etmek."
Tevbenin
hakikati şudur:
Geçmişte işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duymak;
derhal günahından vazgeçmek ve gelecekte o günahı tekrar islemeyeceğine dair
kesin karar vermektir. Sahih bir tevbenin tahakkuku anında bu üç hal bir araya
gelir. Kul tevbe esnasında pişmanlık duyar; günah işlemekten vazgeçer ve bir
daha işlememeye karar verir. Böylece yaratılış gayesi olan kulluk (ubudiyet)'a
döner. Bu dönüş, tevbenin hakikatidir. Bu üç hal ile birlikte tevbe ederse
tevbenin şartlarını gerçekleştirmiş olur.
Pişmanlık
duymadan tevbe tahakkuk etmez. Çünkü çirkin bir fiilden dolayı pişmanlık
duymamak, o fiile rıza göstermek ve ona devam etmek manasına gelir. Müsned'de
yer alan bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Pişmanlık
tevbedir". (İbn Mace, Zühd, 30; Müsned,
1,376,423,433)
Günah işlemeyi terketmeme durumunda ise tevbe
gerçekleşmez. Çünkü günahı işlemeye devam ile tevbenin bir araya gelmesi mümkün
değildir.
Şimdi ise
"özür dileme" konusunu ele alalım:
Bu konuda
müphemlik ve ihtilaf vardır. Bazıları şöyle diyor: Özür dilemeyi terketmek,
tevbeyi tamamlayan bir unsurdur. Çünkü özür dileme ve mazeret beyan etme günah
üzerinde tartışma yapmaktır; özür dilemeyi terketmek ise, o günahı itiraf
etmektir. Tevbe ise ancak itiraf ettikten sonra sahih olur. Kendisini bir
husustan dolayı kınayan reisine, şairlerinden birinin söylediği şu söz buna bir
örnek teşkil etmektedir.
Senin
sitemine (kınamana) ben özür dilemekle mukabele etmiyorum.
Fakat ben,
senin söylediğin gibi söylüyorum.
Senin af
kapını boynu bükük çalıyorum.
Aramızda
senin güzel ahlakın hüküm versin.
Reis, onun
bu sözünü duyunca ayağa kalkar, heyacanla ona sarılır ve kınamasından vazgeçer.
Bu anlayışa
göre günahı itiraf etmenin tamam olması özür dilemeyi terketmekten ibarettir.
Buna göre o kişinin kalbinde ve lisanında şu ifadeler bulunmalıdır:
"Ey Allahım!
Ben günahtan kurtulmuş değilim senden özür dilemeye yüzüm yok. Bunu başarmaya
gücüm de yok. Fakat ben günahkarım ve senin affını talep ediyorum. Ey Allahım
günah konusunda benim herhangi bir mazeretim yok. Affetmek sadece sana mahsus ve
o günah da sadece bana ait. Eğer affedersen benim için ne mutlu! Affetmezsen
doğrusunu sen bilirsin".
Menazil
müellifinin sözünden benim anladığım şudur. O, "özür dilmek" ile kişinin zaaf ve
güçsüzlüğünü, şeytanın galebesini ve nefsin hakimiyetinin kuvvetini beyan etmeyi kasdetmiştir. Çünkü o kişi, Allah'ın hakkını küçümsememiş, O'nu tanımamazlık
etmemiş, O'nun günahına vakıf olduğunu inkar etmemiş ve O'nun tehdidini hafife
almak gibi bir konuma düşmemiştir. Günahı işlemesi ancak hevasının galip gelmesi
ve şehvet hastalığına karşı direncinin zayıflığından, Allah'ın mağfiret ve
affına güvenmesi, O'na karşı hüsnü zan beslemesi, keremini beklemesi, yumuşak ve
şefkatle muamelesine muhatab olmak istemesi gibi sebeplerden kaynaklanmıştır. O
kişiyi şeytan ve kötülüğü emreden nefis, O'nun engin hoşgörüsünü istismar ederek
aldatmış, bilgisizliği de buna yardım etmiştir. O'ndan başkasına sığınılacak bir
yol yoktur. Ve taat konusunda O'nun tevfikinden başka bir yardımcı da yoktur.
O'nun merhametini taleb eden, O'na itaat ve ihtiyacı, kişinin acziyetini ve O'na
kulluğu ifade eden bu tür ifadeler, gerçek manadaki tevbe kapsamına girer. Bunu,
ancak Rabbine yalvaran akıllı kimseler yapar. Allah kulunun kendisine
yalvarmasından hoşnud olur.
Bir hadiste
"Allah'a çok çok yalvarın" buyurmuştur.
Sahih-i Buhari'de yer alan diğer bir hadiste de
"özür beyan
edildiğinde, bunu Allah'dan daha fazla seven bir kimse yoktur"
buyurulmuştur.
Buradaki özür, "mazur görmek" manasına da gelir. Nitekim hadisin sonuda Hz. Peygamber:
"Bundan dolayı Cenab-ı Hak
müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberler göndermiştir"
buyurmaktadır. (Buhari, Tevhid, 20; Müslim, Tevbe, 35;
Lian, 17; Müsned IV, 248)
Cenab-ı Hak
şöyle buyuruyor:
"Allah'a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak için öğüt
telkin eden meleklere yemin olsun." (Mürselat,6-7)
Kullarını mazur görme yolunu açık bırakması ve zalim kullara ancak bu mazur
görme sınırını aştıktan ve artık suçu kesinleştikten sonra azab etmesi, Allah'ın
adalet ve ihsanının kemalindendir. O, kulununu kendine özür beyan etmesini ve
böylece günahından arınmasını ister. Nitekim Hadisi şerifte;
"Kim Allah'a özür beyan ederse Allah onun özrünü kabul
eder" buyurulmuştur. (Heysemi,X,298)
İşte övülmüş, faydalı özür dileme budur.
"Takdir böyleymiş" diyerek özür beyan etmeye gelince:
Bu, Allah ile tartışma, güya Allah
aleyhine delil getirme ve günahı kadere yüklemektir. Bu fiil, Allah
düşmanlarının fiilidir. Nitekim bunların ileri gelenlerinden biri:
"İnsanlara,
kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlara arzu duymak süslü
gösterilmiştir" (Ali İmran,14) ayeti hakkında
şöyle konuşmuştur:
"-Biliyor musunuz, bu ayetle kastedilen nedir? Etraftakiler:
-Nedir? deyince, - İnsanların mazur olduklarının ispatıdır" demiştir.
Bu, Allah'ı ve O'nun kelamını bilmeyen cahilin iftirasıdır. Bu ayetle kastolunan,
bu fani dünyaya değer vermemek; baki ve ebedi olan ahiret hayatına teşvik etmek
ve allanıp-pullanmış bu dünyayı tercih edip onun peşinden gidenleri kınamaktan
ibarettir. Bu dünyayı tercih eden kimse, oynadığı oyuncağın kendisine süslü
gelip de onunla oyalanan ve sevinen çocuk gibidir. Bununla beraber Cenab-ı Hak
bu süsleme işinin failini zikretmemiş ve "insanlar için biz süsledik"
dememiştir. Çünkü, zikredeceğimiz ayetlerde görüleceği gibi, bu tezyin işini
şeytanlara izafe etmiştir.:
"Şeytan, yaptıkları işleri onlara süslü gösterdi"
(En'am, 43).
"Aynı şekilde, müşriklerden
çoğuna, çocuklarını öldürmeyi de o taptıkları putların hizmetçileri süslü
gösterdi" (En'am,137).
Bir Hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Ben doğru yolu gösterici ve ona davet
edici olarak gönderildim. Doğru yola iletmek için elimde herhangi bir kuvvet
yok. İblis de doğru yoldan saptırıcı ve insanın arzularını süslü gösteren biri
olarak gönderildi. Sapıklığa iletmek için onun da elinde bir şey yok".
Bu durum:
"Aynı şekilde, biz her topluluğa amelini süsledik"
(En'am, 108) ayetiyle çelişmez.
Çünkü bu tezyin
işi, Allah'a izafe edilirse "O'nun kazası ve kaderi" anlaşılır.
"Şeytana izafe
edilirse onun buna sebep olması (tesebbüb)" kastedilir.
Şu da var ki Allah Teala'nın bu tezyini, o kimselerin şeytanın süslediği şeylere arzuyla
meyletmelerine karşılık bir cezadır. Kötülüğün cezası, onun akabinde başka bir
kötülük işlemek; iyiliğin sevabı ise, bu iyiliğin akabinde başka bir iyilik
yapmaktır.
Netice
şudur:
"Kader" problemi ile günah işlemeye mazeret ve delil getirmek tevbeye
aykırıdır. "Özür dileme" konusunda bunun bir değeri yoktur.
Bazı rivayetlerde şöyle bir şey anlatılır:
"Kul günah işleyip şöyle derse:
"Ey Rabbim! Bu senin takdirindir bunu hakkımda sen
hükmettin ve bunu bana sen gerekli kıldın."
Allah Teala da şöyle der:
"Bunu sen yaptın; sen kazandın; sen istedin ve gayret ettin.
Ben de bundan dolayı seni cezalandıracağım."
Eğer kul şöyle derse:
"Ey Rabbim!
Ben nefsime zulmettim; ben hata ettim; haddi ben aştım ve bunu ben yaptım" ;
Allah Teala da şöyle der:
"Bunu sana ben takdir ettim ve sana bunu ben gerekli
kıldım. Ben de seni affediyorum."
Kul bir iyilik işler ve şöyle derse:
"Ey
Rabbim! bunu ben yaptım; ben zekat verdim, ben namaz kıldım ve ben insanlara
yemek yedirdim";
Allah Teala da şöyle der; "Ben sana yardım ettim; seni ben
muvaffak kıldım".
Kul;
"Ey Rabbim! Sen bana yardım ettin; sen beni muvaffak
kıldın ve sen bana iyilik verdin", derse;
Allah da şöyle der:
" Bunu sen yaptın; sen istedin ve sen kazandın".
Özür dileme
iki türlüdür:
Birincisi, günahı itirafa aykırı olandır ki bu tevbeye de
aykırıdır.
İkincisi ise, bu itirafı ikrar eden, dile getiren özür dilemedir ki
bu da tevbenin tamamlayıcı unsurlarındandır.
Menazil
müellifi şöyle diyor:
"Tevbenin hakikatleri, üç şeyde toplanır:
1 - İşlediği
günahı büyük görmek;
2 - Tevbesinin samimi olup olmadığında şüphe etmek ve
3 - Allah'dan
mahlukatın özrüyle özür dilemek".
|