Tevhid

 

Bilmelisin ki; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak şeklindeki şirkin bu genel reddi, asla bir günah üzerinde ısrar edenlerden sadır olmaz.

Büyük günaha devam eden ve küçük günahta ısrar edenin saf tevhid üzere kalıp Allah’a şirk koşmaması olmayacak bir şeydir.

Bu konuda kalbî davranışlardan hiç nasibi olmayan, kalbi taş gibi hatta daha katı olan cedelcinin “buna ne mani var, bunda olmayacak ne var, eğer bu durum vaki olmuş farzedilse muhal olması gerekmez” şeklindeki sözlerine itibar edilmez.

Cedel ve cehaletle meftun olan bu kalbi kendi haline bırak ve bil ki, günah üzerinde ısrar etmek kalbin Allah’tan başkasından korkmasını, O’ndan başkasından af dilemesini, O’ndan başkasını sevmesini, O’ndan başkasına karşı alçalmasını, O’ndan başkasına tevekkül etmesini gerektirir. Başkasından umması, başkasını sevmesi, başkasına tevazu göstermesi ve başkasına tevekkül etmesi ise onu şirk okyanuslarına batırır. Bu konuda, eğer kişinin aklı varsa kendi kendine hükmedebilir. Eğer günah önemsenmezse kalpte Allah’tan başkasına karşı korku ve çekinme hasıl olur ki bu da şirktir. Aynı şekilde Allah’ın dışındakileri sevmesi, amacına ulaşmak için kullandığı sebeplerden yardım taleb etmesi de söz konusu olur. Bu durumda yaptıkları Allah ile ve Allah için olmaz. Bu da tam manasıyla şirk demektir.

Evet, gerçekte bu, Ebu Cehil ve putperestlerin tevhidi gibidir. "Rububiyet tevhidi" şeklinde, Allah’tan başka yaratıcı olmadığını kabul eder görünümündedir. Eğer bu tevhid birini kurtarmış olsaydı, puta tapanları da kurtarırdı. Asıl mesele, müşriklerle muvahhidleri birbirinden ayıran "uluhiyet tevhidine" sahib olmaktır.

Anlatmak istediğimiz şey şudur:

Allah’a hiçbir şekilde şirk koşmayan birisinin, hem dünya dolusu günahla, onlarda ısrar edip buna karşılık tevbe etmeden, hem de üstelik Allah’a karşı sonsuz sevgi; tevazu, boyun eğme, korku ve ümit içinde olarak mükemmel bir tevhide sahip olması imkansızdır.

Zulüm ile ilgili hadis’te belirtilen Allah hakkının bağışlanıp sakıt olacağı sözünden kul hakkı kadar önem verilmeyeceği anlaşılmaktadır. “Allah bunlardan sorumlu tutmaz” veya “hepsi küçük günah” dememelidir.

Hadisin anlamı şudur:

Allah’a karşı işlenen günahlarda, kul hakkında olmayan müsamaha, kolaylık, beraat ve bağışlanma söz konusudur. Öyleyse delil getirdikleri şeylerde kendileri için bir delil olmadığı ortadadır.

Yine en iyisini Allah bilir.

Bir grup da şöyle demektedir:

“Segair iki ceza (haddeyn) kapsamına girmeyen, kebair ise iki cezadan birini gerektiren günahlardır.”

İki cezadan maksadları dünya ve ahiret cezasıdır. Çünkü her bir günah için ya dünyada şeriatça bir ceza tayin edilmiştir; zina yapmak, içki içmek, çalmak, iftira atmak gibi. Yahutta ahirette bir ceza ile tehdit edilmiştir, yetim malını yemek, altın ve gümüş kaplardan içmek, intihar etmek, emanete hıyanet etmek ve benzeri gibi. Bütün bunlar kebairdir.

İbn Abbas (r.a):

“Kebair’in sayısı, 7’den çok 700’e daha yakındır” sözünde çok doğru söylemiştir.

 

İÇİNDEKİLER