Tevhid ve Herevi'nin Görüşü

 

Şüphesiz bu konuda Menazil yazarı bazı görüşler ortaya atmaktadır. Allah yolunun yolcularının büyüklerinden bazılarının rağbet ettiği bazı görüşleri nakletmektedir.

Herevi derki:

“Tevhidin kendisi üzerinde düşünmek, inkar denizine dalmak demektir.”

Bu Herevi’nin esas kabul ettiği görüşüne ve kitabında fena konusunda vardığı son hükme dayanmaktadır. Herevi, tevhidin kendisi üzerinde tefekkürün kulu sahih olan tevhidden uzaklaştırdığını görünce bu neticeye varmıştır. Ona göre bu tür bir tefekkür kulu sahih olan tevhidden alıkoyar. Zira Herevi’ye göre gerçek tevhid, ancak tefekkür ve fikrin fenasından sonra gerçekleşir. Tefekkür müfekkire bağlı kalması ve müfekkirle birlikte bulunan bir fiil olması hasebiyle varlığın bekasına delalet eder. Ona göre tam bir tevhid, asla varlığın bekasıyla birlikte bulunamaz. Onun nazarında tefekkür inkar alametidir ve inkar denizine dalmaktır. Herevi bu görüşünü kitabının sonundaki şu beyitlerde açıkça ortaya koyar.

Vahid’i hiç kimse birleyemez Çünkü onu birleyen herkes inkarcıdır. Onun sıfatlarını anlatan Tevhidi Çıplaktır, Vahid o sıfatları iptal etmiştir. Onun kendini birlemesidir, gerçek tevhid. Ona sıfat verenin verdiği sıfat sapıklıktır.

Herevi’nin beyitlerinin manası şudur:

Hiç kimse Allah’a hass olan gerçek tevhidiyle Allah’ı birleyemez ki bu gerçek tevhidde varlıklar fani olur. Onun tevhidinde her sonradan çıkan izmihlal bulur, yok olur. Her oluşan onun tevhidinde kaybolur. Onun tevhidi ancak varlığın bekasıyla tasavvur edilebilir. Oysa Muvahhid Allah’dır, ve onun tevhidi kendisiyle kaimdir. Allah kendisini birleyince hadis olanlar onun fiili ve varlığına şahid olur. Bu ise, kendisinde kainatın ve varlıkların fani olduğu tevhidin hakikatini inkardır, İşte bu yüzden Herevi “zira onu birleyen herkes inkarcıdır” demiştir.

Onun görüşünün en güzel yorumlanış biçimi budur. Şüphesiz vahdet ehli (Vahdet-i vücutçular) bunu kendi malum mezheb ve görüşlerine göre yorumlamışlardır.

Onlar derler ki: Onu birleyen herkes inkar etmiştir, demek onu birleyen herkes, onu bir takım vasıflar altına sokmama hakkını inkar edip onu, bir sıfatla nitelemiş demektir. Dolayısıyla kim onu nitelerse, onu birtakım sıfatların kaydından kurtarmış ve inkar etmiştir.

“Onun sıfatlarını anlatanın birlemesi” demek O’nun sıfatlarını anlatarak O’nu birlemeye çalışan tevhidden uzaktır demektir. O, onu tevhidini anlatandan önce ve fenasından sonra da birlemiştir. Dolayısıyla, kulun O’nu birlemesi, Hakk ve Vahid olan Allah’ın kendinden başka herşeyi fani kılmakla iptal ettiği, boş bir tevhiddir.

İttihadi görüş sahibine göre bunun manası şudur:

Birlenen bütün yönlerden birdir. Dolayısıyla mürekkep olmayan zatıyla, kendisini niteleyenin mürekkep oluşunu, mutlaklığı ile onu birleyenin mukayyetliğini iptal etmiştir.

“Gerçekte tevhid onun kendisini birlemesidir” beytinin manası şudur: Allah’ın gerçek tevhidi, onun kendisini birlemesidir, zira bu tevhidde ne bir varlık ve ne de bir mahluk vardır, dolayısıyla gerçek anlamda Allah’ı ancak Allah tevhid eder.

İttihadi der ki:

Burada Allah onu kendisinden başka tevhid eden yoktur, bilakis burada Allah kendini bizzat kendisi birlemektedir. Zira gerçekte orada ondan başkası yoktur.

“Onu vasıflayan, sıfatını anlatmaya çalışan mülhiddir”, sözünün anlamı, onu vasıflayanın vasfı gerçek anlamdaki tevhidin dışına çıkmaktır, tevhidden sapmaya meyletmektir. İlhadın temeli de meyildir. Çünkü kulun Allah’ı vasıflaması bazı sıfat ve şekillerle kaimdir ve bunların bekası ise gerçek tevhide aykırıdır.

İttihadi derki, Allah’ı vasıflayanın vasfı ona şirk koşmaktır, çünkü bu kişi, bazı kayıtlar getirecek mutlak varlığa layık olmayan bazı şeyleri isnad etmiştir. Bu tutum da şirk ve ilhaddır.

Allah (c.c) Ebu İsmail’e rahmet eylesin. Zındıklara küfür ve ilhad kapısını açtı, onlar bu kapıdan girdiler ve Ebu İsmail’in kendilerinden olduğuna yemin üstüne yemin ettiler, Oysa Ebu İsmail mülhidlerden değildir. Ebu İsmail’i “fena” serabı aldattı ve o bu serabı marifet denizinin bir dalgası ve ariflerin gayesi zanneti. Bunun incelenmesi ve ispatı huşunda mübalağaya kaçtı. Bu serab bulutu onu görmediği şeye sürükledi.  

 

İÇİNDEKİLER