Kul uyanıp, basiret gözü açılınca, kasd ve doğru
irade mertebesine ulaşır. Niyet ve kasdını Allah’a hicret yolunda birleştirir,
bunun kendisi için gerekli olduğunu kesin bir şekilde bilir. Ahiret günü için
sefer hazırlıklarına azık tedarikine çalışır, yolculuğu engelleyen şeyleri
terketmeye çalışır, yolculuğa çıkmasını engelleyen her türlü şeyden ilişkisini
keser.
Menazil sahibi kasdı da üç dereceye ayırır ve
derki:
“Birinci derece, riyazet yapmaya götüren, tereddütten kurtaran ve bir
takım arzulardan kaçınmaya çağıran kasddır.”
Görüldüğü gibi bunun üç faydasını belirtir ki bunlar
durmaksızın, gösteriş, övgü, halk nezdinde riya, mevki ve makam elde etmek gibi
kulluktan başka hiç bir sebeb olmaksızın kişiyi suluke sevkeder.
“İkinci derecesi, öyle bir kasddırki yolunu kesen
her sebebi, önündeki her maniyi ortadan kaldırır, önüne çıkan her zoru
kolaylaştırır”
Demek istiyor ki, yolundan alıkoyan her sebebi yok
eder, önündeki her engeli aşar, her zorluğu kolaya çevirir.
“Üçüncü derecesi: İlmi güzelleştirmek için teslim
olma, hikmetlere çağıranların davetine icabet etme ve fena denizinden kaybolma kasdıdır”.
Bununla da, bu mertebe sahibinin kendisini terbiye
ve ıslah etmek için ilimle uğraştığını,her çağırışta dini emirlerin
hikmetlerine çağırana icabet ettiğini anlatmak istiyor.
İlmi meselelerin her
birinin hikmetleri vardır ki, bir münadi bunlarla imana, ilim ve amele davet eder,
müellif bu davetçiye icabet etmeyi kasdediyor. Müellifin, hikmet çağırandan
kasdı da, şeriatın hikmetlerine götüren sır ve hikmetlerdir. Bu hikmetlere
icabet etmek, sırf bunlara sarılıp imtisal etmekten daha değerlidir. Çünkü bu
ilmi hikmetler, sevgi,saygı,marifet ve hamde götürür. Demek ki emir,imtisal O’nun ihtiva ettiği hikmetlere ve sevgi ve
marifete götüren gayelere davet etmektedir.
“Fena denizinde kaybolma” sözüne gelince: Bazı
mutasavvıflara göre bu hal varılmak istenen son noktadır. Bazılarına göre gaye
değil, yolun gereklerinden biridir. Diğer bazılarına göre de gaye değil yolda arız olan şeylerdendir ve her salike de lazım değildir. Azimet ve güç sahibi
olanlara da bu hal arız olmaz, beka hali fena halinden daha mükemmeldir. Bundan
dolayı Nebi (sav)’in hali beka hali olmuştur. Ve orada gördüğünü de görmüştür.
Musa (as)’in hali fena halidir. Bu yüzden Allah Teala dağa tecelli edince
baygın halde secdeye kapandı, Aziz’in hanımı, Yusuf (a.s)’ı diğer hanımlardan
daha çok seviyordu, diğer hanımlar Yusuf u görünce, onlara anz olan fena hali,
beka halinden dolayı, Azizin hanımına arız olmadı. İnşaallah bu konunun
incelenmesi daha sonra gelecektir.
Salik kasdını sağlamlaştırınca, onun bu kasd ve niyeti,
azim ve kesin karara dönüşür, Allah’a mütevekkil ve sefere çıkmaya hazır hale
gelir. Allah Teala da:
“Bir kez azmettinmi artık Allah’a tevekkül et”
(Al-i İmran, 159) buyuruyor.
“Azim” fiile bitişik olan kesin karardır. Bu sebeple
azme, maksada ulaşmanın ilk adımı denmiştir. Gerçek şu ki harekete başlamak
azimden doğar, yoksa hareket azmin kendisi değildir. Fakat hareket ve azim o
kadar birbirine bağlıdır ki, hareket azmin bizzat kendisi sanılmıştır.
Azmin gerçeği şudur: İradenin bütün gücünün fiil
üzerinde toplanmasıdır.
Azim iki nevidir:
Birincisi: Yola girmek isteyenin
azmi, bu başlangıçta yapılacak şeylerdendir.
İkincisi: Yolda (tarik) yürürken
yolculuk sırasındaki azimdir. Bu ötekinden daha özeldir ve belli bir mertebeyi
gerektirir, İnşaallah bunu kendi yerinde anlatacağız.
Bu mertebe salik lehine ve aleyhine olan şeyleri
birbirinden ayırmaya muhtaçtır, buna göre lehine olana yapışacak, aleyhine olanı
terkedecektir. Bu muhasebedir ve mertebece tevbeden önce gelir. Böylece salik
lehine ve aleyhine olan şeyi öğrenince, aleyhine olanı terkedip ondan kurtulmaya
çalışır, aleyhine olanı terk etmesi tevbedir.
Menazil yazarı tevbeyi, muhasebeden öne almıştır.
Bunun sebebi de şudur:
O’na göre tevbe uyandıktan sonra salikin ilk durağıdır.
Tevbe muhasebesiz tamam olmaz, öyle ise muhasebe, tevbe makamının kemale
erdirilmesidir. Böylece de muhasebeden amaç tevbenin sürekli korunmasıdır, ki
böylece salik tevbenin dışına çıkmaz ve tevbe sözüne sadık kalır.
|