İŞFAK (TİTREME) MERTEBESİ

 

"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" mertebelerinden biri de işfak mertebesidir. Şu ayetler işfakı haber veriyorlar:

"O (günahtan koruna)nlar ki görmeden rablerinden korkarlar ve kıyamet saatinden de titrerler" (Enbiya, 49),

"Birbirlerine dönmüş soruyorlar: Bir kısmı daha önce biz ailemiz içinde (iken sonumuzdan) korkarak titrerdik, derler. Allah bize lütfetti, bizi o (vücudun) iliklerine işleyen (kavurucu) azaptan korudu." (Tur, 25-27)

İşfak korkunun latif bir halidir. Korkan kimsenin korkulan kimseden bir rahmet ümidi ile korkmasıdır. İşfakla korku (havf), re'fetle (şefkat) rahmet gibidir. Nitekim re'fet de rahmetin daha latif bir nev'idir. Onun içindir ki, Menazil müellifi şöyle demiştir:

"İşfak rahmet ummakla birlikte bulunan sürekli sakınmadır, İşfak üç mertebedir:

Birincisi nefsin inada sapmasından (yani heva ve isyana, ubudiyetle inatlaşma yoluna sapmasından) korkmaktır. Amelin zayi olmasından korkmaktır.

" Yani kulun amelinin"

"Yaptıkları her işin önüne geçtik de onu (etrafa) saçılmış toz zerreleri haline getirdik" (Furkan, 23) ayetine uygun düşen amellerden olmasından korkmasıdır.

Bu ayete uygun düşen ameller ise, Allah' tan başkası için yapılan, Allah'ın emri ve Rasulü'nün sünnetine aykırı olarak yapılan amellerdir. Keza bu manada işfak, kulun amelinin gelecekte ya terk etmek veya onu iptal edecek günahlar işlemek ve sonunda şu ayette bahsedilen kimselere benzemek suretiyle zayi olmasından korkmasıdır:

"Sizden biriniz ister mi ki, kendisinin altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvesi bulunan, hurmalardan ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun; (fakat) kendi üstüne tam ihtiyarlık çökmüş (bulunan muhtaç) aciz ve küçük çocukları da var iken, birden ateşli bir kasırga gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allah düşünesiniz diye ayetlerini size böyle açıklıyor." (Bakara, 265)

Nitekim bir rivayete göre Hz. Ömer (r.a) sahabeye bu ayetin kim hakkında nazil olduğunu biliyor musunuz? "diye sormuş.

Onlar "Allah bilir" deyince

"biliyoruz veya bilmiyoruz" deyiniz, diye üstelemiş.

Bunun üzerine İbn Abbas (r.a):

"Ey müminlerin emiri, ben bir şeyler biliyorum" diye cevap verince

Hz. Ömer "Ey kardeşimin oğlu, kendine haksızlık etme, söyle" demiş.

İbn Abbas "Bir amel için mesel olarak zikredilmiştir" demiş.

Hz. Ömer "hangi amel?" diye sormuş,

İbn Abbas da" bir amel" diye tekrarlamıştır.

Hz. Ömer bunun üzerine şöyle demiştir:"

Bu ayet şöyle bir adam için mesel olarak zikredilmiştir:

Allah'a itaat eden zengin bir adam vardır. Allah ona şeytanı gönderir, adam bütün amellerini batırıcaya kadar günah işler."

" İşfakın bu derecesi ayrıca özürlerini bilerek, halk için korkmaktır."

Burada hem özürün bilinmesi, hem de korkulması bir tür çelişki gibi görünüyorsa da, aslında öyle değildir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, işfak rahmetle birlikte bulunan bir korkudur. Burada bir yandan emir ve nehiylere muhalefet etmeleri açısından, insanlar için korkmak, öte yandan kaderin onlar üzerine cerayan ettiğini düşünerek bir tür rahmet müşahede etmektir.

" İşfak'ın ikinci mertebesi zamana ayrılık gireceğinden korkmaktır."

Yani, zamana (salikin) Allah ile beraber bulunmasına mani olacak şeylerin karışmasından sakınmaktır.

İşfakın bu mertebesi aynca

" bir arızın kalbi rahatsız etmesinden korkmaktır."

Kalbe arız olan muzır şey ya zayıflık, ya şüphe, ya şehvet veya saliki rahatsız eden herhangi bir şey olabilir.

"Ayrıca yakinine sebebin karışmasından korkmaktır."

Yani, salik bütün sebepler elinde olan Allah'a dayanır. Ne zaman onun yakinine bir sebebe bağlanma karışır ve salik ona itimat ederse, bu hal onun yakinini zedeler. Ancak bundan murat sebepleri sebep olmaktan çıkarmak, onları tanımamak değildir. Çünkü böyle bir şey zındıklık, küfür ve muhal olan bir şeydir. Zira Peygamber (sav) da hidayet ve iman için bir sebeptir. Salih ameller cennete girmek ve kurtulmak için bir sebeptir. Küfür cehenneme girmek için bir sebeptir. Bu alemde müşahade edilen şeyler de sebep olanlar için sebeplerdir. Ancak, salikin yapması istenen şey, sahip olduğu yakinini Allah' tan başka birine nisbet etmekten sakınmak, sebeplere bağlanıp kalmayarak, sebep olanda fena olarak sebepleri aşmaktır.

Üstad, sebepleri inkar etmede mübalağa eden, rububiyet tevhidinde fena olmaktan ötede bir gaye görmeyen biridir. Onun yakine sebepleri müdahele ettirmekten sakınmak hususundaki görüşleri, tamamiyle bu iki esasa dayanır. Ancak sen, onların zayıf taraflarını görmüş, doğrusunun onların aksi, yani sebep ve kuvvetleri isbat etmek ve rabhğın tevhidinde fena olmanın sülûkün son merhalesi olmayıp, ondan daha büyük, yüksek ve şerefli makamların bulunduğunu kabul etmek olduğunu öğrenmiş bulunuyorsun.

Üstad bu iki esastan dolayı kitabında benim reddettiğim birçok şeyi söz konusu etmiş bulunmaktadır.

Menazil müellifi şöyle devam eder:

"İşfakın üçüncü derecesi ameli beğenmekten koruyacak, ahlaka aykırı hareket etmekten men'edecek, irade eden kimseyi ciddiyete sevk edecek olan korkmadır."

Bu mertebede zikredilen ifsat birinci şıkta amel, ikincide ahlak, üçüncüde ise irade ile ilgilidir. Zira bu üç hususu da ifsat eden şeyler vardır.

Mesela ucub (yani ameli beğenmek) tıpkı riya gibi ameli ifsat eder. İşte salik amelini koruması için bu bozucu şeyden karşı korkar.

Ahlaka karşı gelmek ise ahlakı bozar.İşte salik bozulmaktan korunmak için ahlakının bu müfside maruz kalmasından korkar.

Ciddiyetsizlik yani şaka ve oyun da iradeyi bozar. İşte salik iradesinin onu bozacak olan bu hallere maruz kalmasından da korkar. Böylece ameli, ahlakı ve iradesi sahih olan salikin sülûku, kalp ve hali doğrulur.

 

İÇİNDEKİLER