Şirk de iki
kısımdır:
1 - Büyük şirk.
2 - Küçük şirk.
Büyük şirk: Ancak kendisinden tevbe etmekle Allah’ın
affettiği şirktir. O da Allah’ın dışında O’na ortak edinmek ve Allah’ı sever
gibi onu sevmektir. Bu şirk, müşriklerin ilahlarını alemlerin rabbı ile bir
görmelerini de içine alır. Bu nedenle müşrikler Cehennem’de ilahlarına:
“Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik, çünkü
biz sizi alemlerin rabbi ile eşit tutmuştuk” (Şuara,
97-98) diyeceklerdir.
Bununla beraber Allah’ın tek başına herşeyin
yaratıcısı, rabbı, meliki olduğunu ve ilahlarının yaratmadıklarını, rızık
vermediklerini, yaşatmadıklarını ve de öldürmediklerini kabul ederler.
Bu
eşitlik dünyanın çoğu müşriklerinin hatta hepsinin yaptığı gibi yalnızca
sevgide, yüceltmede ve tapınmadadır. Bunlar, putlarını severler, yüceltirler ve
Allah’ın dışında bir de onları dost edinirler.
Müşrikler ilahları anıldığı
zaman, birinin Allah’ı anmasından daha çok sevinir, ma’bud ve ilahlarının
kötülenmesine, birini alemlerinin rabbına eksiklik atfetmesinden daha çok
kızarlar. Allah’ın haram kıldığı şeyler çiğnendiği zaman üzülmez, hatta, onu
çiğneyen kendilerine bir şey verirse bunu kabul ederler. Kalpleri rahatsız bile
olmaz. Biz ve başkaları açık açık buna şahit olduk.
Müşriklerden birinin ayakta
olsun, oturarak olsun, dili sürçsün, hastalansın veya yalnız kalsın Allah’ın
dışındaki ilahlarının ismini ağzına almayı adet haline getirdiklerini sen de
görüyorsun. Allah’ın dışındaki ma’budunu zikretmesi daha çok kalbi ve diliyle
olur. Müşrik bu durumu inkar etmez ve zanneder ki bu mabudlar Allah katında
diledikleri yol şefaatçisi ve vesilesidir.
Puta tapanlar bu açıdan hep birdir. Kalplerinde
taşıdıkları bu şekildedir. Müşrikler ilahlarının farklılığına göre bu haleti
taşırlar. Bir kısmının ilahları taştan olur, diğerleri insanlardan ilah
edinirler. Allah Teala bu müşriklerin atalarından bahsederken:
“Allah’ı bırakıp putlardan dost edinenler;
Onlara, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu,
Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir”
(Zümer, 3) buyurmakta, sonra onları küfür ve
yalancılıkla suçlayıp,
“Allah yalancı ve kafir olanlara hidayet vermez.”
diyerek onlara hidayet vermeyeceğini haber vermektedir.
Kendisini Allah’a yaklaştıracağını düşünerek,
Allah’ın dışındakileri dost edinenlerin durumu budur. Bundan kurtulan kişiden
daha değerli kim vardır? Daha doğrusu bu düşünceyi inkar edenleri destekleyenden
daha kıymetli kim vardır?
Bu müşriklerin ve atalarının tasavvur ettikleri şey,
ilahlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceğidir. Bu şirkin ta
kendisidir. Allah kitabında onları reddedip düşüncelerini çürütmüş ve şefaatin
tamamen kendisine ait olduğunu ve Allah’ın kendisine izin verip, söz ve fiilini
beğendiği, Allah’ın dışında şefaatçi tanımayan tevhid ehlinden başka kimsenin
şefaat edemeyeceğini haber vermiştir. Yüce Allah şefaat iznini, böyle
kendisinden başka şefaatçi edinmeyen kişilere verir.Rabbı ve mevlasından başka
şefaatçi kabul etmeyen tevhid sahibi Allah’ın vereceği şefaat izniyle en
bahtiyar insan olur.
Allah ve Rasulunun kabul ettiği şefaat kendisini
birleyenlere verdiği izinden kaynaklanan şefaattir. Nefyettiği şefaat ise
Allah’tan başka şefaatçi edinen müşriklerin kalbinde bulunan şirk şefaatidir. Bu
kimselerin şefaatçılarından bekledikleri şeyin aksi ile kendilerine muamele
edilecek, muvahhidler ise şefaate nail olacaklardır.
Ebu Hureyre’nin “Senin şefaatına nail olacak
bahtiyar kimdir?” sorusuna karşılık Rasulullah’ın :
“kalben ve ihlasla
lailaheillallah diyen kişi şefaatımla şereflenir”
(Buhari, Rikak, 51; Müsned, II, 373); diye
cevap vermesini düşün!
Müşriklerin putlarını şefaatçi kılarak, Allah’tan
başkasına taparak dost edinmelerinin aksine salt tevhidi şefaata erişmenin en
büyük sebebi kılmış ve şefaatin sebebinin saf tevhid olduğunu haber vermiştir.
Ancak bu durumda şefaat etmesine Allah izin verecektir.
Müşriklerin bilgisizliklerinden birisi, belli başlı
hükümdar ve velilere yapıldığı gibi Allah katında şefaat etmesi için bir veli ve
şefaatçi edinildiği takdirde şefaatlarının fayda vereceğini düşünmeleridir, îzin
verilmeyen hiç bir kişinin Allah katında şefaat edemeyeceğini, ayrıca söz ve
fiillinden razı olmadığı hiç kimseye Allah’ın şefaat izni vermeyeceğini
bilmiyorlar. Allah Teala ilk etapta:
“Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?”
(Bakara, 255), ikinci etapta
“Onlar (melekler) Allah’ın hoşnud olduğu kimseden
başkasına şefaat edemezler” (Enbiya, 28)
buyurmaktadır.
Üçüncüsü de Allah’ın söz ve amel olarak ancak Tevhid’den ve
resullerine tabi olmaktan razı olmasıdır. Evvel ve ahir herkes bu iki konudan
sorumlu tutulacaklardır.
Ebu’l - Aliye’nin dediği gibi:
“İki kelime vardır ki öncekiler ve sonrakiler
onlardan sorumlu tutulur:
1 - Neye ibadet ettiniz ve
2 - Peygamberlerin davetine ne cevap
verdiniz?”
Bu üç esas:
1 - Allah’ın izni olmadan şefaatin
olamayacağını,
2 - Söz ve fiilinden razı olanlara izin vereceğini,
3 - Söz ve fiilden
ancak tevhid ve resullere tabi olmakla razı olacağını; bilen ve anlayanların
kalbinden şirk ağacını söker.
Yüce Allah başkasını kendisine eşit tutan şirki
affetmez. Nitekim:
“Öyle iken kafirler Rablerine başkalarını eşit
tutuyorlar” (En’am, 1) buyurmaktadır.
Ayetin tefsiriyle ilgili iki görüşten en sahih olanı
kafirlerin ibadet, dost edinme ve sevgide başkalarını Allah’a eşit tutmalarıdır:
“Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik, çünkü
biz sizi alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk” (Şuara,
97-98) ayeti ile
“İnsanlar arasında, onları Allah’ı severcesine
sevenler vardır” (Bakara, 165) ayetinden
de bu anlam çıkmaktadır.
Müşriğin hal ve davranışlarının söylediğine
uymadığını görürsün. Çünkü, “Biz onları Allah kadar sevmiyoruz, O’na eşit
tutmuyoruz” der sonra, küçümsendikleri zaman Allah’ın küçümsenmesinden daha
fazla öfke gösterir, hayırla anılmalarına, özellikle de yaratıklara cevap verme,
sıkıntıların sebeplerini ortaya çıkarma ve ihtiyaçları yerine getirme, kul ile
Allah arasında aracı olma gibi kendilerinde bulunmayan şeylerle tanıtılmalarına
ise sevinir ve gülümserler. Bu durumda onun ferahlanıp, duygulandığını ve
kalbinin dolduğunu, ta’zim, itaat etme ve dost edinme havalarının estiğini;
Allah, safi tevhidle tek başına zikredildiği zaman ise, vahşet, darlık ve
sıkıntının kendisinde belirdiğini görürsün. Böylece kendisinde bulunan eksik
uluhiyyet anlayışı ile seni suçlar, çoğu zaman düşmanlık gösterir.
Resulünün izin verdiği ölçüde ziyaret edilmesini
isteyenlere “kabirdekilerin değerini düşürdünüz” derler. Kalpleri arasındaki
benzerlik o şekildedir ki sanki birbirlerine:
“Allah’ın doğru yola eriştirdiği, hak yoldadır. Kimi de Allah
saptırırsa artık onu doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın”
(Kehf, 17) ayetini tavsiye etmektedirler.
Allah Teala, düşünen bir kişinin farkedeceği gibi
müşriklerin bağlandığı bütün sebepleri kesin olarak reddetmiştir. Şöyle ki:
Her kim Allah’tan başka dost veya şefaatçi edinirse
onun durumu:
“Kendisine yuva
yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin
yuvasıdır.” (Ankebut, 41).
Yine Yüce Allah:
“Ey Muhammed, de ki: şimdi Allah’ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar
bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiç biri
Allah’a yardımcı olmadığı halde tanrı olduklarını ileri sürdüklerinizi yardıma
çağırsanıza! Allah’ın katında kendisine izin verilenden başka kimse şefaat
edemez” (Sebe, 22-23) buyurmuştur.
Müşrik, kendisine menfaat vereceğine inandığı için ma’bud edinir.
Menfaat ise ancak kendisinde şu dört hasletten biri bulunan
kimsede olur:
1 - Ya ibadet edenin kendisinden bir şeyle umacağı
“Malik”,
2 - Eğer malik değilse malik’in “şerik”
i,
3 - Şayet şerik değilse onun “yardımcı”
ve “destekçi” si,
4 - Yardımcı veya destekçisi de değilse onun
yanında “şefaatçi” birisi olur.
Yüce Allah bu dört mertebeyi büyükten küçüğe doğru
sıralı olarak nefyetmiştir. Müşriğin tasavvur ettiği mülkiyeti, ortaklığı,
yardımı ve şefaati Allah reddetmiş, yerine müşrik olanın yararlanamayacağı,
izine tabi şefaati getirmiştir.
Nur, burhan, kurtuluş, Tevhid’in arındırılması ve
şirkin temeli ile diğer unsurlarının kırılması için düşünebilene bu ayet
kafidir. Kur’an bu ayetin emsal ve benzerleri ile doludur. Ancak çoğu insanlar
günün olaylarının da Kur’an’ın kapsamına girdiğini sanmakta ve önceki bir kavmi
veya olayı ilgilendirdiğini, hükmünün devam etmediğini zannetmektedirler. Zihin
ile Kur’an’ın anlaşılması arasına giren perde de işte budur. Allah’a yemin olsun
ki, onlar geçip gitmiş olsalar da, onların benzerleri, hatta daha şerlileri
onlara varis olmuşlardır.
|