İnabe iki türlüdür.
Birincisi Allah’ın rububiyetine
yönelmedir.
Bu fiil bütün mahlukatı kapsamaktadır. Mü’min, kafir, iyi ve
günahkar her insan O’nun rububiyetine yönelmektedirler.
Nitekim:
“İnsanlara
bir zarar dokunduğunda Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar”
(Rum, 33) ayeti de bu hususu bildirmektedir.
Bu tür yönelme bir zarara uğrayıp da dua eden herkesi içine alır. Gerçek de
böyledir. Bu yönelme müslüman olmayı gerektirmez. Müşrik ve kafirler de o
hallerine rağmen O’nun rububiyetine yönelebilirler.
Nitekim yüce Allah böyleleri
hakkında:
“Sonra onlara bir rahmetini tattırınca bir de bakarsın ki onlardan
bir grup kendilerine verdiğimiz (nimete) karşı nankörlük etmek için
Rablerine ortak koşmuşlar” (Rum,33,34)
buyurarak onun rububiyetine yönelmenin şirk ve küfrü ortadan kaldırmadığını
bildirmiştir. Onların inabetten sonraki halleri budur.
İkinci tür yönelme ise Allah’ın uluhiyetine kulluk
ve muhabbetle yönelme: olup O’nun dostlarının inabesidir.
Bu tür yönelmede dört esas bulunur:
1 - Allah’ı sevmek,
2 - O’na boyun eğmek,
3 - O’na yönelmek
4 - O’ndan başkasından yüz çevirmek.
Allah’a yönelen kimse ismini almaya ancak bu dört
esas fiili işleyenler layık olurlar. Selef uleması bu kelimeyi bu manalarda
tefsir etmişlerdir.
Yönelme (el-inabe) kelimesi; koşma ,dönme ve
yaklaşma manalarını da ihtiva eder. Buna göre Allah’a yönelen kimse onun
rızasına koşan, her zaman O’na dönen ve onun sevdiği şeylere yaklaşan kimse
demektir.
Menazil müellifi bu hususta şöyle demektedir:
“İnabe kelimesi lugatta mutlak olarak dönme, dini
bakımdan ise Allah’a dönme manasına gelir.”
Allah’a yönelme üç fiilden ibarettir.
Bunlar:
1 - Allah’a özür beyan etmek için döndüğü gibi
nefsini ıslah etmek için de dönmek;
2 - Söz vermek için döndüğü gibi sözünü yerine
getirmek için de dönmek,
3 - Davetine sözlü olarak icabet ettiği gibi hal ve
gidişat ile de icabet ederek O’na dönmektir.
Bu sözlerin açıklaması şudur:
Tevbe eden kul özür
dilemek ve günahları bırakmak suretiyle Allah’a dönmüş olur. Ancak bunun Allah’a
itaat etme hususunda bir gayret ve samimiyetle tamamlaması gerekir.
Nitekim
Allah Teala:
“Ancak tevbe edip inanan ve faydalı işler yapanlar”
(Furkan, 70) ve
“Ancak tevbe edip (durumlarını düzeltenler)” (Bakara, 160)
buyurmuştur.
Bu ayetler amelsiz tevbenin bir işe yaramadığını, her halükarda
tevbeden sonra iyi amel; kötü fiili terk, sevilen fiili işleme; masiyetten
sıyrılma ve taatle bezenmenin olduğunu ifade eder.
Keza kul kendisinden söz alındığında Allah’a döndüğü
gibi, o sözünü yerine getirme ile de O’na dönmesi icap eder. Madem ki ilk başta
söz vermek suretiyle O’na dönmüştür, o halde söz verdiği işleri yaparak da
dönmesi gerekir. Aslında din baştan sona bir söz verme ve sözünü yerine
getirmeden ibarettir. Çünkü Cenab-ı Allah kendisine itaat etmeleri hususunda
bütün mükelleflerden söz almıştır. Mesela Allah Teala melekleri vasıtasıyla veya
Musa (a.s)’da olduğu gibi doğrudan doğruya peygamberlerinden söz almıştır.
Peygamberleri vasıtasıyla ümmetlerden, ulema vasıtasıyla ümmilerden söz
almıştır. Bir kısmında öğretme, diğer bir kısmında ise öğrenme yoluyla söz
almıştır. Sözünü yerine getirenleri övmüş, onları ödüllendireceğini haber
vermiştir:
“Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa, Allah O’na büyük bir mükafat
verecektir.” (Feth, 10),
“Sözü de
yerine getirin, çünkü (insan) sözünden sorulacaktır.”
(İsra,34),
“Andlaşma yaptığınız zaman
Allah’ın ahdini (O’na verdiğiniz sözü) tam olarak yerine getirin”
(Nahl, 91) ve:
“Andlaşma yaptıkları (söz
verdikleri) zaman andlaşmalarını (sözlerini) yerine getirirler”
(Bakara, 177) gibi ayetler bu hususu açıkça
göstermektedir.
Bu ayetlerde övülen sözünü yerine getirme fiili hem
Allah’a verilen sözü iman, taat ve ihlasla yerine getirme ve hem de insanlara
verilen sözü yerine getirmeyi içerir.
Nitekim münafıklık alametlerinden biri olarak sözünü
yerine getirmemeyi (Buhari, İman, 24;
Müslim, İman, 106) ifade eden hadisde bahsedilen vefa da bu kabildendir.
Binaenaleyh, sözünü yerine getirmeyen kimse Allah’a yönelmemiş demektir. Nitekim
O’na söz vermeyen insan da kendisine yönelmemiştir. Yönelme ancak Allah’a söz
verme ve o sözü yerine getirme ile gerçekleşebilir.
Allah’a sözlü icabetle olduğu gibi, hal ve tavırla
da yönelmenin manası ise şöyledir:
Allah, kulunu dinine davet etmiş, kul da
‘buyur ya rabbi’ diyerek icabet etmiştir. Bundan sonra bu sözü tasdik edecek bir
hal ve tavırda bulunması gerekir. Çünkü haller sözleri ya doğrular veya
yalanlar. Her bir sözün doğruluk veya yalanlığını isbat eden bir halin bulunması
mutlaka gerekir. Kişi sözleriyle Allah’a icabet ettiği gibi, hal ve gidişatıyla
da O’na icabet etmek durumundadır.
Nitekim Hasan el-Basri şöyle demiştir:
“Ey Ademoğlu, senin söz ve amelin vardır. Ancak
amelin sözünden daha evladır. Senin gizli ve aşikar yanın vardır. Gizli yanın da
aşikar yanından daha önemlidir.”
|