بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2. Bölüm Fasıl.1

 

Bu anlattıklarımızla kesin olarak bir mana çıktı ki, Allah, kemal sıfatlarına sahiptir ve en güzel isimler O'nundur. Zât ve sıfatlarında kâmil olan birinden ancak eksiksiz / mükemmel olan fiiller meydana gelir.

Allah sübhânehû, yaratmış olduğu her şeyi fıtrat üzere yaratmıştır; doğan her çocuk da fıtrat üzere doğmaktadır. Fakat insanlar onu fıtrat dininden çevirip bâtıl dinlere yöneltirler. Şayet yeni doğan çocukları kendi başlarına bıraksalar ve onlara karışmasalardı, onlar fıtrat dini olan İslâmdan başka bir şeyi seçmezlerdi. Ancak insanlar, haniflik yolundan onları çıkardılar ve onların fitratlarıyla kalplerini bozdular.

Aynı şekilde diğer bazı yaratıklar da, zıtları ve karşıtlarından dolayı mükemmellik ve hikmet yolundan çıkarlar. Eğer o zıtları ve karşıtları olmasaydı, onlar da fıtrat üzere doğan çocuk konumunda olurlardı.

Buna birkaç örnek verelim:

1.  Örnek:

Allah suyu temiz ve temizleyici olarak yaratmıştır. Şayet su, yaratılmış olduğu bu hal üzere bırakılsa ve onun temizliğini giderecek herhangi bir şey ona karışmasa, su devamlı temiz olarak kalır. Ancak suyun zıtları ve karşıtları olan necasetlerin ve kirlerin ona karışmasıyla, o, üzerinde yaratılmış olduğu bu temizlik hâlinden çıkar.

İşte su için bu necaset ve kirler; doğan çocuğu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi ve müşrik yapan anne babası ve diğer bakıcıları gibidir.

Necaset ve kirlerin karışmasıyla bozulan suyun temizlik için elverişli olmaması gibi; zıtları sebebiyle fıtratı bozulan kalplerde yüce Allah'a yakın olmaya elverişli değildirler.

2.  Örnek:

Üzümden sıkılan içecek; tertemiz, helâl, ilaç olmaya ve vücuda alınan gıdaları hazmetmek için elverişli ve daha bir çok faydayı sağlayan bir meyva suyudur. Şayet böyle bırakılsa, tertemiz ve helâl olur. Fakat onun sarhoş edici olması için hazırlanması ve sarhoş edici bir madde olarak elde edilmesi, onu bu temizlik ve helâl olma hâlinden çıkararak, en pis ve en necis bir madde durumuna getirir. Eğer bu pis ve necis olan madde bir daha sirkeye dönüşse, bu, kâfir olanın ilk fıtratına tekrar dönmesi gibi olur. Çünkü hüküm, illetle sabit olduğu için illetin kalkmasıyla o da kalkar.

En iyisini bilen Allah sübhânehû'dur.

3.  Örnek:

Güzel ve faydalı olan gıdalar hayvanın içine girip yerleştiği zaman, üzerinde yaratıldıkları durumdan çıkar; bu karışma ve iç içe olma sebebiyle, kendilerinde daha önce bulunmayan bir bozukluk ve pislik hâli kazanırlar.

Allah, temiz ve faydalı bir şekilde suyu indirip, onu yeryüzü ile karıştırınca, vadiler suyla dolup taşınca, bu karışma ve iç içe olma sebebiyle Allah, su ve topraktan her türlü meyva ve tahılları, zeytin, hurma ve diğer gıdalarla azık çeşitlerini yarattı. Bunların yanında bir de acıyı, dikeni ve ebucehil karpuzunu ve daha başka bir çok nahoş şeyleri yarattı. Bunların hepsinin döl yatağı bir olmakla beraber anneleri farklı farklıdır.

Allah'ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Yeryüzünde birbiriyle komşu kıtalar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki(bunların hepsi) bir tek su ile sulanır. Halbuki meyvesinde(ki tat bakımından) onların bazısını bazısından üstün tutuyoruz. Doğrusu aklını kullanacak bir toplum için elbette (bir çok) âyetler (delil ve ibretler) vardır bunda." (Ra'd, 4)

Allah sübhânehû, bu sudan çıkardığı şeyleri evirip çeviriyor, bir kısmını diğer bir kısmına havale ediyor ve onların bazısını da karışma ve iç içe olma sebebiyle kendi tabiatından çıkarıp başka bir yapıya büründürüyor.

Nitekim Allah, yürüyen her canlıyı sudan yarattığı halde onların şekil, kabiliyet, fayda ve kendilerine yaraşan şeyleri farklı farklı yapmıştır. Bir kısmını karnı üzerinde sürünen, diğer bir kısmını iki ayağı üzerinde yürüyen ve bir başka kısmını da dört ayağı üzerinde yürüyen varlıklar yapmıştır. Şüphesiz ki bu, çok üstün bir hikmet ve her şeyi kahreden / denetimi altında tutan bir kudrettir.

Aynı şekilde Allah, gece ve gündüzü evirip çeviriyor, onlarda meydana gelen şeyleri devamlı değiştiriyor ve dilediği gibi âlemin durumlarını değiştiriyor...

Bütün bunları yaparken, irade ettiği şeylerin kendisiyle gerçekleştiği ve mülkünün kendisiyle ortaya çıktığı en üstün hikmet yolunu takip ediyor...

O (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Haberiniz olsun ki; yaratmak da, emir de O'na mahsustur. Alemlerin Rabb'i olan Allah ne kadar yücedir." (A'raf, 54)

Kur'ân'ı kerimin en temel maksadı; Rabb sübhânehû'nun sıfatlarını, isimlerini, fiillerini ve hamdedilmesinin çeşitlerini haber vermektir. Aynı şekilde O'nun azametini, izzetini, hikmetini ve sanatının çeşitlerini bildirmektir.

Kur'an'ın bir diğer maksadı da; peygamberlerin dili üzerinden Allah'ın emir ve yasaklarını kullara takdim etmektir.

Bu maksadın kemale ermesi için, kâfir ve yalanlayanlardan, onların peygamberlerine verdikleri cevaplardan, Rabb'lerinin elçiliklerini karşılama şekillerinden, onların küfür ve inatlarının niteliğinden; Allah'a karşı nasıl yalan uydurduklarından ve peygamberleri nasıl yalanladıklarından; Allah'ın emirlerini ve onlar için olan maslahatları nasıl reddetiklerindende haber vermesi / bahsetmesi gerekir.

Bütün bunları anlatmak da, hakkın şahitlerini ve çeşitli delillerini açık bir şekilde ortaya koyan bir çok bilgi ve açıklamalar vardır.

Bütün bunlara karşılık yaratılmışların görevi ise:

O'nu tesbih, tenzih etmek ve övmektir.

O'nun güzel isimlerinin ve yüce sıfatlarının övülmeye konu olduklarını bilmeleridir.

O'nu kemaliyle hamdetmiş olmak için, O'nun düşmanlarının ve O'nu tanımayanların O'nun hakkında uydurdukları O'na lâyık olmayan / yaraşmayan sıfatlardan O'nu tenzih edip yüceltmek gerekir.

Bu tür noksanlıklardan O'nu tenzih etmenin çeşitlenmesinde, çok yüce ilim ve marifetler; kemal sıfatlarının takriri ve hamd çeşitlerinin tekmili vardır. Ki bu, "bir şeyin zıddını ve ona muhalif olan şeyleri bilmekle, o şeyin güzellikleri ve kemali bilinir" kuralına dayanıyor. Bundan dolayı da O'nu hakkıyla hamdetmek için, O'nu tesbih ve tenzih etmek; hakkıyla O'nu tenzih etmek için de O'na hamdetmek gerekli oldu.

Allah'ın düşmanlarının, O'nun mahlukatından yüce ve yüksek olması ve peygamberleriyle konuştuğu kelamını indirmesi gibi O'nun kemal sıfatlarını inkâr eden "muattile" nin O'na izafe ettikleri şeylerden o nefsini tenzih etmiş ve bundan dolayı da kendisini tesbih etmiştir.

Bu kâfirlerin yaptıkları şeyden dolayı, Allah'ın yaratıkları vesilesiyle de O'nun hamdedileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Hatta bunların yaptıklarıyla, O'nun hamdedilme sebepleri artmış, hamdin şahitleri çoğalmış, O'nu övme yolları genişlemiştir. Yine bundan dolayı, O'nun azameti takrir edilmiş ve kulların kalbindeki marifet daha da artmıştır.

Eğer Allah'ın kendilerinden tenzih edilip yüceltileceği sebepler bilinmemiş olsaydı, bu sebepleri Allah'a izafe edip bunlarla O'nu vasıflayacak olan kimseler yaratılmamış olsaydı; hakiki tesbih ve tenzih gerçekleşmez, nelerden dolayı O'nu tesbih edecekleri ve nelerden O'nu tenzih edecekleri iman ehlinin kalbinde tam bir şekilde açıklığa kavuşmazdı.

Bunun bir benzeri de şudur:

Peygamberlerin düşmanlarının onları yalanlaması ve onların getirdikleri şeyleri reddetmeleri; peygamberlerin doğruluk delillerinin ortaya çıkmasını gerektiren; düşmanlarının onlara karşı delil olarak getirdikleri çürük şüpheleri def eden ve onların bâtıl hüccetlerini kökten söküp atan; peygamberlik yollarını takrir eden ve risâlet delillerini açıklığa kavuşturan sebeplerin en başta gelenidir.

Zira bâtılın fesadı ve butlanı ne kadar zahir olursa, hakkın yüzü o kadar aydın olur, hakkın öğretileri parlar, yolları açıklığa kavuşur ve delilleri kök salıp kuvvet kazanır. Böylece bâtılı yok edip onun hüccetlerini silip atar.

Hakkın, bâtılın varlığını nasıl gerektirdiğini bir düşün!

Yine düşün ki; hakkın galibiyeti, bâtılın varlığıyla gerçekleşmiş ve peygamberlerin düşmanlarının onları inkâr etmeleri, yalanlamaları ve getirdikleri şeyleri reddetmeleri; peygamberlerin doğruluklarının ispatı, Allah'ın elçiliklerinin sabit olması ve kullara karşı O'nun hücetinin kâim olmasının en temel göstergesi olmuştur.

Bunu daha da açıklığa kavuşturmak için şöyle bir örnek verelim:

Bir sultanın bütün dünyada şecaat ve kahramanlıkla tek başına ün kazanmış bir kölesi vardır. Kimi insanlar bu hususta onu tasdik eder, kimisi de onu yalanlar. Bazıları:

"Evet o bu kadar kahraman ve cesaret sahibidir" derken diğer bazıları da:

"o, zannedildiği kadar değildir" demektedirler. Ayrıca bunlar şöyle iddia ediyorlar:

"daha o, şecaat sahibi kimselerle karşılaşmamış ve kendi denkleriyle yüzyüze gelmemiştir. Eğer böyle kimselerle karşılaşıp mübareze etmiş olsaydı, ne olduğu ortaya çıkar ve durumu açıklığa kavuşurdu."

Böyle iken dünyada bulunan bütün kahramanlar ve şecaat sahibi kimseler, onun nâmını işitir ve her yönden, her kıtadan ona gelirler. Sultan da onun şecaatini ve kahramanlığını kendi reayasına göstermek istemektedir. Bundan dolayı o yiğit kimselere onunla düelloya girme ve mübareze etme imkanı tanıyarak şöyle der:

"Ondan sakınmanızı tavsiye eder ve sizi onunla baş başa bırakıyorum."

Şimdi bu sultanın bu kimseleri kendi kuluna / kölesine musallat etmesi; kölesinin şanını yüceltmek, onun şecaatini bütün dünyaya göstermek ve düşmanlarını onunla korkutmaktan başka bir maksat taşıyor mu?

Aynı şekilde bunun sonucunda, onunla mücadele edebileceklerini iddia edenleri yalancı oldukları açık bir şekilde ortaya çıkar ve onların acizliği, perişanlığı ve rezillikleri her kesin gözü önünde belli olur. Yine onların, sultanın vereceği görevleri yerine getirmeye elverişli olmadıkları gün yüzüne çıkar. Sultan, onlara görev ve yetki vermediği zaman, bu, yönetim hikmetinin bir gereği ve O'nun mülkünde güzel bir şekilde tasarruf ettiğinin bir göstergesi olur. Eğer sultan, önemli görevleri onlara vermiş olsaydı, memleketin bütün işleri birbirine karışır ve bozuklukla fesat baş gösterirdi. Şüphesiz ki şükreden kullan en iyi bilen Allah'ü zül celaldir.

Hülâsa:

Hakka zıt ve karşıt olan sebepleri yaratıp, hakkın karşısında onları galip getirmek, hakkın en açık şahitlerinden ve hakkı gösteren en büyük delillerindendir. Dolayısıyla bu sebeplerin yaratılmasında öyle büyük hikmetler vardır ki, şayet bu sebepler yaratılmamış olsaydı o hikmetler de meydana gelmezdi. Halbuki Allah katında bu hikmetlerin varlığı, o sebeplerin olmamasıyla bu hikmetlerin de elden çıkması / meydana gelmemesinden daha sevimlidir.

En iyisini Allah bilir!

 

İÇİNDEKİLER

2. Bölüm