بســـم الله الرحمن الرحيم

 

4. Bölüm Fasıl.10

 

Yaradan'la alakalı olan isâr ise bundan daha faziletli ve daha yücedir.

O da, O'nun rızasını başkalarının rızasına tercih etmektir.

Onun sevgisini başkasının sevgisine, korkusunu başkasının korkusuna, ondan ummayı başkasından ummaya tercih etmektir.

Ona (Allah'a) karşı zelil olmayı, onun önünde eğilmeyi, ona yakarmayı- bunları- ondan başkasına karşı yapmaya tercih etmek,

Ayrıca ondan istemeyi, ihtiyaçları ona arzetmeyi başkalarına yöneltmeye tercih etmek.

Birinci isârı yapan kulları kendi nefsine sevdiği şeylerde tercih etmiştir. Bu ise Allah'ı, başkalarına ve kendi nefsine ve sair büyük her şeye tercih etmiştir. Allah'ı onlara tercih etmiş, Allah'ın sevdiği için kendi sevdiklerini terk ermiştir.

Bu isâr'ın alameti iki şeydir:

Birincisi: Nefis hoşlanmasa ve ondan kaçsa bile Allah'ın sevdiğini yapmak.

İkincisi: Nefis hoşlansa ve sevse bile Allah'ın sevmediğini terk etmek.

İşte bu iki durumla isâr makamı müstakim olur. Bu isârın bedeli çok ağırdır. Çünkü (Allah'tan) başkaları çok fazladır. Huy ve adetin baskısı güçlüdür. O yüzden imtihanı ağır, bedeli fazla ve nefis ona karşı çok zayıftır. Kulun felak ve mutluluğu ancak bununla sağlanır. Ama Allah'ın kolaylaştırdığı kimselere çok kolaydır. Kula yakışan yol zor olsa da buna ulaşmaya çalışmaktadır. İmtihan zor da olsa onun için kolları sıvamaktır. Büyük bir mülk ve büyük bir kazanç için az bir tehlike ve zorluğa göğüs germesi gerekir. Bunun dünyada ki ve ahiretteki meyveleri hiçbir amelin meyvesine benzemez. Az bir miktarı kulu başkalarının uzun sürede ulaşamadığı (makamlara) ulaştırır. Bu Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine bahşeder.

Sevgi ise ancak bu "isâr" ile gerçekleşir. Bunu kolaylaştıracak durumlar şunlardır:

Birincisi: Kulun tabiatı yumuşak, itaatkar olmalı, katı ve sert olmamalıdır. Bilakis ona kolayca uyum sağlamalı.

İkincisi: İmanı sağlama, yakini de güçlü olmalıdır. Bu imanın meyvesi ve neticesidir.

Üçüncüsü: Sabrı kuvvetli olmalı ve sabit olmalıdır.

Bu üç halle bu makama yükselir ve onu idrak etmesi kolaylaşır. Nefiste bundan uzak durma ve eksiklik ise iki şeyle olur.

Birincisi: Katı olur ve idraki hızlı olmaz. Bilakis yavaştır. Öyleki bir şeyin hakikatinin ancak binbir zorlukla idrak eder. İdrak edecek olsa ona sekler, şüpheler ve aslı olmayan düşünceler bulaşır. O yüzden hakikati halisane görmesi söz konusu olmaz.

İkincisi ise: Zekası keskin idraki güçlü olur. Fakat nefsi zayıf ve adi olur. Hakkı ve doğruluğu görünce onu tercih etmekte zafiyet gösterir. Sahibi onu, hasta ve sakat kimseyi yürüttüğü gibi yürütür. Bir adım atar bir adım durur. Veya nefsi isteklerine bağlanmış olan çocuğu yürütmeye benzer. O onu doğruluğa yürütmeye çalışır o ise kendi hevasına ve oyununa dalmıştır. Onunla ancak zorla yürür. Kula keskin bir zeka ve uyumlu bir tabiat nasib olursa, onu alıkoyduğunda geri durur, sürse kolayca, hızlıca ve yumuşakça önünde yürür. Bununla beraber faydalı bir ilim ve sağlam bir iman kazanır, mutluluk kervanları her taraftan ona gelmeye başlar.

Bu keskin zeka ve tabiatlar sahabelerde mevcut olunca, Allah'u Teala'da bunlan İslam'ın nuruyla, yakin gücüyle ve imanın kalplerine karışmasıyla tamamlayınca onlar nebilerden ve resullerden sonra insanların en faziletlisi oldular.

Bu yüzden de onlardan sonra gelenler Uhud dağı kadar infakta bulunsa, onların infak ettiği bir avuca veya yansına ulaşamaz. (Buhari, Feth 7/21, Müslim 2541, Ebu davud 4658, Tirmizi 3861)

Bunu hakkıyla düşünen kişi, noksanlığın ve geri kalmanın kendisine nereden bulaştığını, ve ne taraftan mutluluk basamaklarında yüceleceğini anlar.

Muvaffakiyet Allah'tandır.

 

İÇİNDEKİLER

4. Bölüm