Deriz ki:
Bu tarifde öncekileri gibidir. Çünkü sevilene uymak
"sevgi" nin gereklerinden ve sonuçlarındandır. Fakat "sevgi" nin kendisi değildir. Bilakis sevgi muvafakatı (uygun davranmayı) gerektirir. Sevgi arttıkça da muvafakat o derece tam olur.
Allah'u Teala buyuruyor ki:
"Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Ki Allah'da sizi sevsin."
(Âli İmran, 31)
Hasan el-Basri diyor ki:
Rasulullah döneminde bir grup: Biz Rabbimizi
seviyoruz demişlerdi. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi.
"Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Ki Allah'da sizi sevsin "
El-Cüneyd de diyor ki:
" Bir grup insan Allah'ı sevdiğini iddia etti. Bunun üzerine Allah
"sevgi" ayetini indirdi:
"Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Ki Allah'da sizi sevsin"
Yani Rasule tabi olmak sevdiğinize muvafık hareket etmektir. Çünkü o (rasûl) ondan sevdiklerini ve sevmediklerini tebliğ eden zâttır.
İmam Malik de bu ayet hakkında şöyle demektedir:
Kim Allah'a itaat etmeyi severse Allah da onu sever ve (onu) kullarına sevdirir. Muvafık hareket etmek de sevginin delilidir. Çünkü: birini seven, muhakkak onun sevdiklerine sevmek buğzettiklerindende nefret etmek zorundadır.
Böyle değilse sevgisinde sadık değildir. Hatta böyle
davranmıyorsa onu seviyor da değildir. Bilakis ondan istediğini seviyordur, sevdiği
"onu" sevsin veya nefret etsin. Sevdiği onun için isteğine
ulaşmaya bir vesiledir. İsteğini başkasından elde etse ona, doğru yönelir. Bu
karışık ve fasit bir sevgidir.
Gerçek "sevgi", sevilenin sevdiğini sevmeyi ve nefret ettiğinden nefret etmeyi gerektiriyorsa o zaman bu hususlarda muhakkak sevdiğine uymalıdır.
Ancak bu arada bir mesele var ki sevdiğini iddia edenlerin çoğu burada yanılmaktadırlar. Mesele şudur:
"sevilene" istediği hususlarda uymaktan
kasdın manası, ona kevni ve yaratma iradelerinde uymak değildir. Çünkü kainatın hepsi onun istediğidir. Yaratıkların yaptığı her şey de kevni iradesi ve meşieti gereğidir. Eğer
"sevdiğinde muvafakat" bu olsaydı o zaman hiç düşmanı olmazdı, şeytanlar, kafirler, müşrikler, putperestler, güneşe, aya tapanlar onun dostu ve sevdikleri olurlardı. Allah bundan çok çok yüce ve münezzehtir.
Bunu onun sevgisini ve dinini inkar eden ve düşmanları ile dostlarını bir tutan düşmanları iddia etmektedirler.
Allah'ü Teala buyuruyor ki:
"İman edip Salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi kılarız? Yahut takva sahiplerini günahkârlarla bir mi tutarız"
(Sâd 28)
"Yoksa kötülük yapanlar kendilerini iman edip Salih amel işleyenler gibi kılacağımızı ve hayatları ile ölümlerinin bir olacağını mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar"
(Casiye 21)
"Biz Müslümanları o günahkarlarla bir tutarmıyız hiç. Ne oldu size, nasıl hüküm veriyorsunuz"
(Kalem 35-36)
Ayetlerinde itaat edenlerle ifsad edenlerin farklı olduğunu belirtmiştir. Halbuki hepsi kevni iradesi ve genel meşieti altındadır.
Şeyh'ul -İslam İbn Teymiye'nin şöyle dediğini işittim:
"Bunlardan bazılarının şeyhleri bana şöyle dedi.
"sevgi" bir ateştir. Kalb de sevilenin isteği dışındaki her yeri yakar. Kainatın hepsi de onun dileğidir. Kainatın buğzettiği şey nedir?"
(Diyor ki) Ona dedim ki:
Sevilenin kainattaki bazı şeylerden nefret etmişse, bir kavme buğzetmiş, öfkelenmiş, lanet etmiş ve onları düşman görmüşse sende onları sever ve dost edinirsen, o zaman sevdiğine muvafık mı hareket etmiş olursun. Yoksa ona muhalif ve düşmanca mı davranmış olursun?"
Dedi ki: "Sanki dili tutuldu."
Cehalet ve küfür bunlardan bazısını öyle bir hale getirirki haram işlese bile Allah'a itaat ettiğini iddia eder ve
"ben onun iradesine itaat ediyorum" der. Bu hususta da şu şiiri söyler:
"Ben onun isteklerini gerçekleştirir oldum.
O yüzden yaptıklarımın hepsi itaattir.
Bazıları da şöyle diyor:
İblis her ne kadar emre isyan etmişse de ancak iradeye itaat etmiştir. Yani İblis'in yaptığı iradesine uygunluk açısından Allah'a itaattir. Bu ise din ve akıl çemberinden bir sıyrılmadır. Bütün şeraitlerin dışına çıkmaktır.
Çünkü itâât Allah'ın sevdiği ve razı olduğu dini emre muvafık hareket etmektir.
Ancak O'nun buğzettiği, öfkelendiği - yapanı-kafir kabul edip cezalandırdığı kevni kaderinin kapsamına girmesi ise isyanın, küfrün, ona ve dinine düşmanlığın ta kendisidir. Şüphe yok ki, nefisleri hakkında aşırı gidip, masiyet ve günahlara dalanlar ve günahkar olduklarını itiraf edenler bu tür nebilerin dininden sıyrılmış, dinden ve akıldan yoksun ariflerden Allah'a daha yakındırlar. Allah kalblerimizi dini üzere sabit kılar inşallah!
Delil getirdiği beyit ise Ebuş-Şays'ın kasidesinden alıntıdır. Şöyle demekte (bu kaside de):
Sevgi senin olduğun yerde durdu benim yoktur
Ne öne geçebilmek ne de geri durmak
Beni de aşağıladın bende nefsimi aşağıladım
Senin aşağılık gördüklerin ikram olandan değil
Düşmanlarıma benzedin bende onları sevdim
Çünkü senden payım onlardan payımdır.
Senin sevgin uğruna gördüğüm kınamadan tat alırım
Seni anmayı sevdiğim için, kınayanlar kınasın!
Ancak iddiasında açık bir şekilde tezata düşmüştür.
Çünkü o hevasının ona bağlı olduğunu, ondan ayrılmayacağını, ne ileri ne geri gideceğini haber vermiş, ancak sonrasında ona duyduğu sevginin, kendisinden istediğini kendi istediği gibi görmeye başladığını haber vermiştir.
Böylece kendini aşağılaması, kendisinin isteği ve sevdiği haline geldi. Sevdiğinin isteği ve sevdiği olması hasebiyle, şunu da iddia etmiş şayet kendini yüceltecek olsa sevgilisine muhalif olacak onun aşağıladığını yüceltmiş olacak. Ardından bu dileğini, sevdiğini en çok nefret ettiği düşmanlarına benzeterek nakzetmiştir.
Bunun benzetme yönü şudur. O sevdiğinden hiçbir dilek ve maksadını elde edememiş. Bilakis ondan elde ettiği düşmanlarından gördüğü eziyet ve aşağılanmayla aynıdır. Böylece düşmanlarıyla
sevdiğinden gördüğü her şey aynı oldu ve sevdiğini düşmanlarına benzetti. Bu
nerede ona isteklerinde muvafık davranmak nerede?
Öyle ki sevdiği onu aşağılamayı sevdiği için kendini
aşağılıyor. Sonra ondan istediği bir şeyin olduğunu ancak bu isteğinin
gerçekleşmediğini söylüyor. Gerçekleşen tek şey düşmanlarından gördüklerinin
benzeridir. Bu aslında bir şikayet seveninde istekleri hususunda cimri
davrandığının ifadesidir. Sevgili ye de isteklerinin gerçekleşmediğine dair bir
şikayettir. Sonra ise başka bir suçtan bahsetmekte. Yârine duyduğu sevgide
düşmanlarıyla ortak olduğunu söylemekte. Böylece ona sevgisi bölünmüş oldu. Bir
kısmı bir kısmı da düşmanlarına, sevdiğine benzedikleri için.
Dahası şiirde bir başka ahayet var. O, sevdiğinin kalblerinin yaratılış itibariyle nefret ettiği kimselere - yani düşmanlarına- benzetti. Halbuki layık olan, sevgiliyi kişinin en çok sevdiği şeylere benzetmektir. Göz, kulak, can, hayat, afiye... gibi. Nitekim şairlerin, insanların nazım ve nesirlerinde yapmış
oldukları budur. Aralarında, sözlerinde konuşmalarında bilinen de budur.
Sonra sevdiğine benziyorlar diye düşmanlarını
sevdiğini söylemektedir. Böylece sözleri sevdiğine düşmanlık, düşmanlarına da
sevgi beslediğini içermektedir. Çünkü sevgilisi düşmanlarına benziyorsa
düşmanlığından bir pay sevgilisine bulaşacaktır. Düşmanlarıda sevgilisine benziyorlarsa sevdiğinden bir pay da düşmanlarına ait olacaktır. Nitekim onlara yönelik bunu açıkça söylemiş, ancak ona yönelik açık söylemekten çekinmiştir. Sözlerinin mefhumu budur. Sonra ise sevgisi hususundaki kınamalardan da zevk aldığını haber vermekte. Çünkü sevdiğini anmaya sebep olmakta. Bu da onu ve adının anılmasını ve derece sevdiğini göstermektedir.
Bu saf değil ama doğru bir amaçtır. Çünkü sevgilisi, onu sevdiğine dair adının kötü çıkmasından ve insanların ağzına sakız olmaya yol açtığından dolayı bu durumdan nefret edebilir. Bu ise fasit, illetli ve sevdiğine muvafık olduğu iddiasını bozan bir sevgidir.
|