Denilir ki:
Bu da sevginin neticelerinden, gereklerinden ve
hükümlerden biridir.
Bu mana da doğrudur. Çünkü "sevgi"
kalbin her zaman sevgiliye doğru yol almasını gerektirir. Sevgi onun vatanıdır.
Ayrıca onun sevgilinin önünde oturmuş olsa bile ayakta durmasını ister. O
uyurken yataktan uzak ve ayrı kalmasını ister. Zahiren başka şeylerle meşgul
olsa bile bütün zamanını ona ayırır.
Nitekim bazıları şöyle demiştir:
Benimle konuşan kimseye yüzümü dönerim ki, sansın
Onu dinlediğimi, halbuki aklım sizdedir.
Müritlerden biri şeyhine demişki:
"Kalb Allah'ın önünde secde eder mi? "Dedi ki:
Evet hem de öyle bir secde ki kıyamete kadar
kafasını kaldırmaz. Bu secde kişinin kıyamında, oturuşununda, gidişinde,
gelişinde, durduğunda ve hareket ettiğinde devam eden bir secdedir. Yine kişi bedeni yatağındayken kalbi mesafeleri aşarak sevdiğine gider. Yatağına girdiği zaman da sevgi ve özlemi onu kaplar. Bu sefer yatağı onu sükun bulacağı şey için kaldırır.
Nitekim Allah'u Teala sevenler hakkında şöyle
buyurmuştur:
"Onların yanları (bedenleri) yataklarından
uzak kalır. Rablerine korkarak ve ümit ederek dua ederler"
(Secde 16)
Yanları yataklardan uzak kalınca yanlarda
yataklardan uzak kaldılar. Böylece onları hizmetçi edindiler, onlara emredince
de itaat ettiler. Şairin biri de şöyle demiştir:
Gündüzüm insanların gündüzü, gece olunca da
Yataklar beni sana (gitmem için) kaldırırdı.
Anlatılır ki Salihlerden biri mescide gider. Bakar ki şeytan kapıda durmuş içeri giremiyor. İçeri bakar görür ki iki adam var. Biri uyuyor biri de namaz kılıyor. Şeytana der ki:
Şu namaz kılan mı girmene engel oluyor. Demişki:
Hayır, Bilakis engel olan şu uyuyan Aslan.
Özetle sevenin kalbi her zaman sevdiğine doğru
yolculuk halindedir ve bu yolculuk hiç bitmez. Her bir mesafeyi geçtiğinde önüne
bir mesafe daha çıkar. Nitekim şöyle denmiştir:
"Bir ilmi gittiğinde önüne
başka bir ilim çıkar"
O ailesinin arasındayken
yolcudur, evinde dururken göçmendir. Ailesi ve kardeşleri arasında yabancıdır.
Herkesi yanında görür. Ama hiçbir zaman kendini başkasının yanında görmez.
Sevenin sevdiğine bağlılığı ona kavuşmadan kalbinin huzur bulmamasına sebep
olur. Meşgaleleri azalıp, hareketleri dinince kalbi durumları onu kaplar ve
hatta sevdiğine yolculuğu güçlenir.
Bu halin etkileri dört yerde açığa çıkar.
Birincisi: Yatağına girdiğinde azaları ve duygularının meşgaletlerden uzak kaldığında ve kalbini sevdiğiyle birleştirdiğinde çünkü o, ancak sevdiğini anarak ve kalbini sevdiğiyle meşgul ederek uyuyabilir.
İkinci yer: Uykudan kalktığı vakit ilk hatırına
gelen sevdiğini anmak olur. Çünkü uykudan kalktığında ve ruhu ona iade edildiğinde onunla beraber uykuda uzak kaldığı sevdiğini anmak da iade edilir. Ancak sevdiği kalbine ve ruhuna girmiştir. Ruhu ona göz kırpmadan daha hızlı bir şekilde iade edilince buna bağlı olarak sevdiğini anmak da ona iade edilir.
Böylece hatırına ilk gelen kapısını ilk çalan sevdiği olur. Meşgaletler ve kesintiler de karşısına çıkınca bunlar onun sevgisiyle dolu bir yere denk gelir.
Yani sevgi alanının sınırlarına dayanır. Bu meşgaletlerle istediğini elde ederken kalbindeki sevgi dolayısıyla sevdiğiyle beraber elde eder. Çünkü sevgili ona alacaklının borçluya yapıştığı yapışır. Bu yüzden sevgiye (Arapça'da)
Ğarâm (alacak) denilir. Ğaram ise hiçbir şekilde akıldan çıkmayan sevgidir.
Sevdiğiyle görür, onunla duyar, onunla vurur ve onunla yürür. Duyduğu kulağı, gördüğü gözü, vurduğu eli, ve yürüdüğü ayağı olur. Bu sevdiğinin kendi bedenindeki örneğidir. Ancak onunla birleşmiş değildir.
Bilakis o zâtıyla kâim ve ondan ayrıdır. Bu mana insanlar arasında bilinen bir şeydir. Bunu ancak kalın kafalı, ilimden yoksun, aklı kıt insanlar inkar eder. Sevdiğinin kalbini kuşattığını görünce onu zâtı ve onunla birleşip içine girdiğini zanneder. Birincisinin katılığından katı bir perde. İkincisinin ilminin, bilgisinin ve ayırtetme yeteneğinin azlığından hulul, ittihad, inkâr, hirmân sapıklıkları doğar.
Basiretli insan işte bu ilkinin pisliği ile diğerinin kanının arasından fıtrat sütünü çıkarır. Saf, içenler için yutması pek kolay..
Üçüncü yer: Namaza başladığı vakit. Çünkü namaz bütün hallerin ölçüsü ve imanın terazisidir. Kişinin imanı, namazla ölçülür. Hali, makamı ve Allah'a yakınlığı onunla değerlendirilir. Çünkü namaz dua ve yakınlık yeridir. Namaz da kul ile Allah arasında bir vasıta yoktur.
Kişiye namazdan daha tatlı gelecek, hayatını güzelleştirecek ve gözüne aydınlık verebilecek bir şey yoktur. Sevgilisiyle baş başa kalmaktan, ona yakarmaktan, sevdiği ona yönelmişken önünde durmaktan daha haz verici bir şey olamaz. Çünkü bundan önce başkalarıyla uğraşmaktan, insanlarla beraber olmak ve onlarla meşgul olmaktan dolayı acı duyuyordu.
Namaza kalkınca, Allah dışındaki kimselerden Allah'a kaçar ve ona sığınır, onu anmakla huzur bulur, onun önünde durup ona yakarmakla gözü aydınlanır. Namazdan daha çok önemli başka bir şey yoktur. Öyle ki kişi hapis ve darlık içinde hisseder. Namaz gelince kalbinin açıldığını göğsünün genişlediğini görür. Nitekim Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Bilâl (r.a.)'a şöyle demiştir:
"Ey Bilâl! Bizi namazla rahatlat" şöyle dememiştir:
"Bizi ondan rahatlar"
Gafil günahkarların dediği gibi...
Selef alimlerinden bazısı şöyle demiştir:
Bir sıkıntı ve üzüntü içinde bulunan kişi, namaz
hazır olurda bu sıkıntı ve üzüntüleri gitmiyorsa imanı tam değildir.
O açıdan namaz sevenlerin göz aydınlığı, ruhlarının sürûrudur, kalplerinin tadı, nefislerinin moralidir. Onlar namaza başladıklarında onsuz geçen namazın derdini taşırlar. Halbuki boş olan gamsızlar alelacele bitirmek için onun derdini taşır. Namazda sevenlerin ayrı bir
şânı, gagalayarak namaz kılanların ise apayrı bir hali vardır
İnsanlar onlara uyunca yaptıklarının kötülüğünü Allah'a arzederler.
Gafiller ise imamın uzatmasından şikayet ederler. Nefisleri bu derece
birbirinden farklı kılıp birbirine üstün tutan Allah ne yücedir.
Özetle bir kimsenin göz aydınlığı (huzuru) namazda
kılınmışsa o, namazdan daha sevimli, ondan daha güzel bir şey bulamaz. Hayatını başka bir şeyle meşgul olmadan namazla geçirmeyi gönülden temenni eder.
Namazdan ayrılınca kendini yakında namaza dönecek olmakla teselli eder. O her zaman namazı ister ne hiçbir zaman ona dair isteği bitmez. Kul imanını ve Allah'a olan sevgisini en iyi namazla ölçer. Namaz kadar iyi ölçebilecek başka bir mizan yoktur. Namaz, hiçbir kayması olmayan en adil mizandır.
Dördüncü Yer: Sıkıntılar esnasında. Kalb böyle bir yerde ancak en çok sevdiği şeyi hatırlar. Kendi için en büyük olan sevdiğinden başkasına sığınmaz. Bu sebeple (Araplar) savaş ve çarpışma esnasında sevdiklerini hatırlamakla iftihar ederlerdi! Bazı eserlerde şu ifadeler varid olmuştur. Allah'u Teala
der ki:
"Benim kulum, gerçek kulum, düşmanıyla
karşılaştığında beni zikredendir."
(Tirmizi 3580)
Bunun sırrı -Allah en iyisini bilir- musibetler ve belalar esnasında, kalb en çok sevdiği şeyi kaybetmekten korkar. Bu da sevdiğine yakın olmak için sevdiği hayatıdır. O hayatı, sevdiğiyle zaman geçirdiği için sevmektedir. Hayatını kaybetmekten korkunca, hayatını kaybetmekle kaybedeceği sevdiğini anmaya başlar.
İşte bundan dolayı -Allah en iyisini bilir- çoğu zaman insan ölümü esnasında sevdiğinin adını sayıklayıp anmaya başlar. Belki de onu sayıklarken canı çıkar.
İbn Ebi'd- dünya "Kitab'ul-muhtadirin" de İmam Zûfer' hakkında şunu nakleder:
imam Züfer ölümü esnasında şunları tekrarlamaya başladı:
"O, mehrin beşte birinin üçte birini alır, dörtte birini alır, şunu alır, bunu alır... çünkü onun kalbi fıkıh ve ilim sevgisiyle doluydu.
Şu da var ki insanın ölüm esnasında bütün meşgaletleri biter, duyu organları durur. Böylece kalbin de olanlar açığa çıkar. Kalbin de gizlenenler tereddütsüz ve de hiçbir örtü olmaksızın görünür. Ölüm esnasında birçok insanın şöyle dediği görülmüştür: Şah mat!
Şarkıcı olan biri de ölümü esnasında söylediği bir nakaratı tekrar ede ede ölmüş.
Bir zât bana şunu anlattı. Kumaş ticareti yapan bir akrabası varmış. Eceli geldiğinde şöyle demeye başlamış. Bu parça kumaş güzel, bu tam sana göre. Bu ucuza gelmiş, normalde şu kadar eder v.s. böyle diye diye ölmüş.
Bu husustaki anlatılanlar çoktur.
Hayatı boyunca Allah ile, onu zikretmek ve sevmek
ile meşgul olan kişi, buna en çok ihtiyacı olacak zamanda -canını teslim
ederken- bunun faydasını görür.
Hayatını Allah'tan başka şeylerle meşgul olarak
geçiren kişinin de ölüm vaktinde Allah ile meşgul olması çok zordur. Ancak
Allah'ın rahmeti onu kuşatırsa belki...
Bu sebeple akıllı insana yakışan dilini ve kalbini
Allah'ı zikretmeye alıştırmalıdır. Nerede olursa olsun. O an için. O an ki, eğer
onu kötü geçirirse ebediyete kadar kötü olur.
Allah'tan dilediğimiz bize zikrinde, şükründe ve
güzel ibadet etmede bize yardım etmesidir.
|