بســـم الله الرحمن الرحيم

 

4. Bölüm Fasıl.15

 

Bu makamın hakkını ödemek bir tarafa hakkıyla tasavvur etmek bile söz konusu değil. Kulları içinde Allah'ı en iyi bilen ve en çok seven Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) diyor ki:

"Seni hakkıyla övemem, senin kendini övdüğün gibisin.. "

O'nun kemâl sıfatlarından birine kalbiyle şahit olsa ondan dolayı tam sevgiyi gerektirdi. Sevenlerde mevcut olan sevgi onun kemal sıfatlarının etkilerinden başka bir şey değildir. Onlar Allah'ı bu dünyada görmemişlerdir. Onlara ancak O'nun sıfatlarının ve fiillerinin neticeleri ulaşmıştır. Böylece bildikleriyle bilmediklerine istidlal etmişlerdir. Onu görseler, celâlini, cemâlini, kemâlini müşahede etseler o zaman O'na duydukları sevgi çok daha farklı olurdu.

O'na duydukları sevginin farklılığı onu tanımaya bağlı olarak değişiklik arzetmektedir.

Allah'ı en çok bilenleri onu en çok sevendir. Bu sebeple Resulleri, insanlar arasında onu ençok sevenlerdir. Resullerin de en çok sevenleri Hz. Muhammed ile Hz. İbrahim'dir. Bu ümmetin de en çok sevenleri en bilginleridir.

Bu yüzden O'nun sevgisini indar edenler kulların en cahilleridir. Çünkü onlar O'nun ilahlığını ve kullarını üzerine yaratmış olduğu fıtratı inkar etmektedirler. Kalplerine baksalar onun sevgisini bulacaklardı. İnançlarının fıtratlarını yalanladığının farkına varacaklardı. Peygamberler de bu fıtratları tamamlamak, bozulmuş olan yönlerini aslına irca etmek üzere göndermişlerdir. Kullar haklarını yerine getirmeye ve ona riayet etmeye çağrılmışlar ki fesada uğramasın ve yaratılışı değişmesin.

Emirler ve yasaklar da bu fıtratın hizmetçileri ekleri ve tamamlayıcılanndan başka bir şey değildir.

Allah'u Teala da kullarını, onu sevmenin ve ona boyun eğmenin zirvesi olan ibadet etmelerinden başka bir şey için yaratmamıştır. İnsanda bundan başka bir şey için hazırlanmamıştır.

Kainatta onun sevgisi dışında yalan olmayan hak bir sevgi yoktur. Çünkü O'nun dışında birine ait olan sevgi batıl ve geçicidir. O'nun sevgisi ise batıl olmayan ve zeval bulmayan tek hak sevgidir. Bağlı olduğu zât fani ve zail olmadığı gibi.

Allah dışındaki her şey de bâtıldır. Batılı sevmek de batıldır. Buna rağmen bazıları hak olan sevgiyi inkar ederler ve batıl olan sevginin varlığına nasıl inanırlar?

Kaldı ki yaratılmışlardan birine duyulan sevgi, onun başkalarına göre kemâlinden dolayı değil mi?

Peki bu kemâl her şeyi en güzel şekilde yapan Allah'ın yaratmasının neticesi değil mi?

Kemâlin hepsi de O'na ait değil mi?!

Herhangi bir şeyi kemalinden dolayı sevmek Allah'ı sevmeye dair bir ibret ve delildir. Kâmil sevgiye ondan daha layık kimse yoktur. Ancak nefisler küçük olunca sevdiği şeyler de o kadar olur. Fakat şerefli ve büyük nefisler sevgilerini en şerefli ve en yüce şeylere yöneltirler.

 

Söylemek istediğim şudur:

İnsan dünyada bulunan her kemâli düşünse bunun Allah'ın kemalinin neticesi olduğunu anlar. Bu onu varedenin kemaline delâlet eder. Nitekim kainattaki her ilim O'nun ilmindendir. Her kudret de onun kudretinin sonucudur. Alem-i ulvi ve süfli de mevcut olan kemâllerin hepsinin ona nispeti mahlukatın ilmini, kudretinin, hayatlarını onun ilmine, kudretine, hayatına nispet etmek gibidir.

Öyleyse alemin kemalleriyle Allah'ın kemali arasında bir oran söz konusu değildir. O açıdan ona duyulan sevgi ile kullara duyulan sevgi arasında bir oran olmamalıdır.

Bilakis kulun Allah sevgisi başkalarına duyulan her türlü sevgiden büyük olmalıdır.

Bu sebeple Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

"İman edenlerin Allah'a sevgileri çok daha fazladır." (Bakara 165)

Mü'minler rablerine ve mabudlarına sevgileri çok daha fazladır. Hem de her sevenin sevdiğine duyduğu sevgiden bu iman akdinin gereğidir ve ancak bu şekilde tamamlanır.

Bu mesele kul için ihtiyaç olan ve gerekli kılınan meselelerden değildir. Bazı ilmi incelikler v.b. gibi.... Bilakis kulun üzerine farz olan meselelerdendir.

Bu aynı zamanda iman akdinin aslıdır. Öyle ki bu akit olmadan da kişi imana giremez. Kul bu akit olmadan da Allah'ın azabından kurtulamaz. Kul isterse bununla meşgul olsun isterse bundan yüz çevirsin.!

İlmen, halen ve amelen bunu hakkıyla yaşamayan "Lâ ilâhe illallah'ı - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur'u" hakkıyla yerine getirmiş olmaz. Çünkü bu, onun sırrı ve manasının gerçeğidir. İnkarcılar bunu kabul etmese de cahiller bunu bilmese de çünkü:

"ilah"; kalplerin sevgiyle ilah kabul ettiği, korktuğu, ümit beslediği, sıkıntılarda sığındığı, ihtiyaçları için dua ettiği, maslahatlarında tevekkül ettiği, zikriyle huzur bulduğu mabud (ibadet edilen) ve mahbûb (sevilen)dur.

 Bu ancak Allah'a aittir. Bu yüzden "Lâ ilâhe illallah - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" en doğru söz olmuştur. Onun dostlarıda Allah'ın dostları olmuşlardır. O'nu inkar edenler de Allah'ın dostları olmuşlardır. O'nu inkar edenler de Allah'ın düşmanı ve gazap ettiği kimselerdir.

Bu mesele dinin mihenk taşıdır. O sahih olunca her mesele, hâl ve tad sahih olur. Kul bunu tashih etmezse fesat, ilimlerinde amellerinde ve sözlerinde ona lazım hale gelir.

 

Sözlerini şerhetmeye dönelim:

"Avamm'ın sevgisine gelince bu nimetlere karşı minnet duyma hissinden doğar"

Yani, bu sevginin bir kaynağı varlığı ve büyümesi vardır.

- Kaynağı; ihsan Allah'ın fazlını ve kulu üstündeki minnetini gözetmektir.

- Varlığı; (devamlılığı) ise Allah'ın peygamberleri diliyle bildirdiği emirlerine tabi olmakla olur.

- Büyümesi ve artması ise; kulun Rabbine olan ihtiyacının gereklerini yerine getirmekle gerçekleşir. İhtiyacı onu rabbine her çağırdığında bu ihtiyaca, cevap verir. İnsan ise zâtı itibariyle muhtaçtır. O açıdan her zaman Allah'a muhtaçtır. İhtiyaçlara cevap verdiği müddetçe de sevgisi artar ve büyür. Rabbi kalbine ihtiyaçlarını ve fakirliğini her hatırlattığında da kalbi hemen cevap verir. Önünde zilletle ve sevgiyle eğilir.

Ona göre bu avamm'ın sevgisidir. Çünkü kaynağı fiillerdir. Sıfatlar ve cemâl değildir. Bu kalblerden ihsanını kesse, değişirler ve içlerindeki sevgi gider veya zayıflar. Çünkü bu sevgiye sebep olan ihsandır. Seni bir iş için seven işi hallolunduğunda çekip gider. O ihsana ve nimetlere bakmakla ve onlarla ilgilenmekle meşguldür.

"Bu, vesveseyi kesen, hizmetten tad aldıran, musibetlerde teselli veren bir sevgidir. Bu aynı zamanda avamm'ın yolunda imanın dayanağıdır." Sözüne gelince:

Bu sevginin vesveseyi kesmesinin sebebi, seven kişinin kalbini sevdiğinin önünde hazır tutmasından kaynaklanmaktadır.

Vesvese ise uzaklık ve yalnızlıktan doğar. Hazır olan müşahede hâlinde olan kimsenin vesveseyle ilgisi olmaz. Vesveseli olan kişi, mabudunun önünde hazır durmak için nefsi ve kalbiyle mücadele eder durur. Sevenin ise kalbi hiçbir zaman gaib değil ki onu hazır tutmak için mücadele etsin.

Sevgi ve vesvese zıt iki şeydir. Bir başka açıdan sevenin kalbinden, sevgiyle dolu olduğu için tamah vesveseleri kesilmiştir. O sevdiğiyle meşgul olduğu için kalbine temenni, tamah istekleri girmek için yol bulmaz. Çünkü vesvese ve temenniler ihtiyaçlarından dolayı doğar. Bu ise gördüğü ihsanlar ve elde ettiği nimetlerden dolayı ihtiyaçları kapanmıştır. O yüzden vesvese ve tamahı yoktur. Bilakis kendine nimet verene sevgisi, ona şükrü ve onu anması vesvesenin yerini almıştır.

Bu görüşte olanların bu sevgiyi üçüncü sevgiden aşağıda görmeleri asıllarına binaendir. Çünkü fena salik'in en büyük gayesidir. Çünkü bu sevgi fenaya ulaştırınca, bütün ruhunu toplayınca, öyle ki onu şuhuddan gaybe çevirmiş ve seven tamamen fena bulunca ve sevdiğinden başka kimse kalmayınca sanki o, bu şekilde kendi kendini sevmiş gibi olmaktadır. Bu şekilde zaten olmayan fena bulmuş devamlı olanda baki kalmıştır. Bunu ifade edecek söz bulamayınca da şöyle anlatmaya çalışmışlardır bu sevgiyi:

"Kelimelerle ifade edilmez, işaret edilmekten çok ince".

Yani işaret edilmeyecek derecede incedir. Çünkü işaret seven ve sevileni kapsar. Bu sevgi de ise seven fena bulmuş bu yüzden ona işaret edilmez. Onlara göre bu makamın sırrı sevgide fena bulmaktır. O iki derece, bekayla alakalı oldukları için bundan alt derecededir. Bir de "sıfatlarla anlatılmaz" demiştir. Yani sıfatlar bu sevgiye ulaşamaz ve idrak edemez. Bu zaten bu kitaplar ki meşhur kaidesi - fena derecesi her zaman bir diğer dereceden üstündür'e göredir. Doğrusu ise ikinci derece bu dereceden daha kamil daha tamamdır. Bu aynı zamanda sevenlerin kâmil olanlarının derecesidir.

Bu yüzden İmamları, efendileri, ve en büyük sevgi sahibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sevginin zirvesindedir.

Bununla beraber işlerin gidişatına ve ümmetin haline riayet etmiştir. Örnek olarak namazda bebeğin ağlamasını duyması ve ondan dolayı namazı kısa tutması gibi... (Buhari, Feth'ul bari 2/207, Müslim 470, Ebu Davud 879, Nesâi 2/94,95)

Yine namazda düşmanın durumunu öğrenmeye gönderdiği zatın geldiği yola bakması gibi... (Ebu Davud 916/2501)

İşte o, sevginin yüksek derecesindedir. Bu yüzden İsra gecesinde gördüklerini hazır (canlı) bir kalb, sakin bir ruh ile müşahede etmiştir. Rabbinin hitabını dinlemek ve emirlerini almak, namaz hususunda da rabbine birkaç defa münacat etmekten geri durmamıştır, fenaya uğramamıştır. (Buhari, Feth 6/302 Müslim 164, Nesai 1/217, 218)

Şüphe yok ki bu hâl Musa (a.s)'ın halinden daha kâmildir.

Çünkü Musa (a.s) yeryüzünde olmasına rağmen, Rabbi dağa tecelli edince baygın düşmüştür. Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o mesafeleri geçmiş, perdeleri aşmış, o kadar şey görmüş fakat gözü ne kaymış ne de ötesine geçmiştir. Kalbi de titrememiş ve de baygın düşmemiştir.

 

İÇİNDEKİLER

4. Bölüm