بســـم الله الرحمن الرحيم

 

4. Bölüm Fasıl.16

 

Ebu'l-Abbas diyor ki:

"Bu insanlara göre kuldan sadır olan her şey kulun azciyetine ve ihtiyacına layık bir eksikliktir. Onlara göre gerçeğin kendisi, onun ikame etmesiyle kaim olmalı, onun sevgisiyle sevmeli, onun bakışıyla bakmalıdır. Artık beraberinde anlatılacak, adlandırılacak, zamanla ifade edilecek bir hal kalmamalıdır. Sağır, lâl, kör olarak huzurumuzda hazır olacaklardır"

 

Denilir ki:

Birçok müteahhir alimin işaret ettiği fena makamı budur. Bunu gayelerin gayesi, nihayetlerin kabul ederler. Bunun altındakiler ise buna bağlı ve buna ulaştıran merdivendir. Bu sebeple onlara göre sevgi yolun son merhalesi fena vadilerinin başı, silinme makamına yuvarlanacağı tepedir. Onlara göre sevgi menzillerden bir menzildir gaye değildir. Fena ehlinin yürüdüğü ilk vadidir. Bunu sahipleri onlara göre avamm'ın öncüleridir. Fena ehli ise bunlardan üstün ve önceliklidir. Bütün bunlar, "fena gayelerin gayesidir ve kulun bundan başka gayesi, bunun üstün de ulaşacağı bir kemali yoktur" esasına göredir. Bunun içeriği ve doğru olan görüş biraz önce geçmiştir.

 

"Kuldan sadır olan her şey kulun aczine ve ihtiyacına layık bir eksikliktir" sözüne gelince, deriz ki:

Denilir ki:

Eğer minneti sevdiği ubudiyet ise o, bunu yerine getirmektedir. İbadetinde, bunu yerine getirmesini sağlayan zâta şâhiddir. Minnetini ve faziletini görmektedir. Burada, ubudiyetin ondan gelmesiyle yetinmesi, Allah'ın da onu ikame ettirmesi, hareketlendirmesi ve buna muvaffak etmesinden gaib olmasından başka ne eksiklik olabilir?

Burada ki eksiklik bu müşahede ve Allah'a kamilen muhtaç olmayı gerektiren ğaybdan kaynaklanmaktadır. Ancak, takrine, muhtaçlığına bütün hallerine, hareketlerine Velisini şahit tutması ve yaradan'ından ona halis bir ibadet yaptırmasını istemesinde ise bir eksiklik yoktur.

 

"Gerçeğin kendisi şudur: O'nun ikame ettirmesi ile kaim olmalı..." sözüne gelince deriz ki:

Eğer, -o kıyamda Allah'ın ikame ettirmesine, sevmekle Allah'ın onu sevdiğine, kalbiyle rabbine yönelmekle rabbinin ona yöneldiğine şahit olur - manasını kastediyorsan bu haktır ve doğrudur. Çünkü Allah'tan olan kuldan sadır olandan önce gelir. Kulunu önce seven O'dur ki kulu onu sevmiştir, kuluna yönelmiştir ki kulu da ona yönelmiş, kulunu ikame ettirmiş ki kula önünde kıyam etmiştir. Ona tevbe etmişki kulu tevbesini ona arzetmiştir.

Ancak şunu kastediyorsan:

O hiçbir şekilde kendi fiiline şahid olmaz. Bilakis ondan tamamen fânidir. Tek şahit olduğu şey şudur: Allah bizzat kendini zikredendir, tevhid edendir, sevendir. Bu sebepler ve şekiller ona şahit olmakla yok olur. Zahiren böyle görünmese bile...

İşte kasıt buysa -nitekim onların kastettiği budur - bunun kemalin zirvesi ve gayelerin gayesi olduğunu iddia etmek iddiadan ibarettir ve histen başka delili yoktur.

Bunun gaye olmadığı daha önce geçmişti. Eşyayı Allah'ın yaratmış olduğu mertebeler ve konumlarda değerlendirmek daha kâmil ve daha tamamdır. Bunun için kâfirlerin sıfatıyla delil getirmek yeterlidir. Çünkü Allah onları, sağır, lâl ve kör olmakla zemmetmiştir. Bunlar noksanlık ve yergi sıfatlarıdır kemal ve övgü sıfatları değildir.

Kemal ancak gözü, kulağı, aklı hazır tutmakta kulları ve eşyayı konumlarında değerlendirmekte ve Allah'ın farklı gördüğü şeyleri farklı görmektedir.

Kulun furkanı (kulları ve eşyayı birbirinden ayırt etmesi) ve temyizi tâmm oldukça halide tamam ve kâmil olur. Yolu kısa ve daha doğru hale gelir.

 

İÇİNDEKİLER

4. Bölüm