"Gerçeğin kendisi şudur: O'nun ikame ettirmesi ile kaim olmalı..."
sözüne gelince deriz ki:
Eğer, -o kıyamda Allah'ın ikame ettirmesine, sevmekle Allah'ın onu sevdiğine, kalbiyle rabbine yönelmekle rabbinin ona yöneldiğine şahit olur - manasını kastediyorsan bu haktır ve doğrudur. Çünkü Allah'tan olan kuldan sadır olandan önce gelir. Kulunu önce seven O'dur ki kulu onu sevmiştir, kuluna yönelmiştir ki kulu da ona yönelmiş, kulunu ikame ettirmiş ki kula önünde kıyam etmiştir. Ona tevbe etmişki kulu tevbesini ona arzetmiştir.
Ancak şunu kastediyorsan:
O hiçbir şekilde kendi fiiline şahid olmaz. Bilakis ondan tamamen fânidir. Tek şahit olduğu şey şudur: Allah bizzat kendini zikredendir, tevhid edendir, sevendir. Bu sebepler ve şekiller ona şahit olmakla yok olur. Zahiren böyle görünmese bile...
İşte kasıt buysa -nitekim onların kastettiği budur - bunun kemalin zirvesi ve gayelerin gayesi olduğunu iddia etmek iddiadan ibarettir ve histen başka delili yoktur.
Bunun gaye olmadığı daha önce geçmişti. Eşyayı Allah'ın yaratmış olduğu mertebeler ve konumlarda değerlendirmek daha kâmil ve daha tamamdır. Bunun için kâfirlerin sıfatıyla delil getirmek yeterlidir. Çünkü Allah onları, sağır, lâl ve kör olmakla zemmetmiştir. Bunlar noksanlık ve yergi sıfatlarıdır kemal ve övgü sıfatları değildir.
Kemal ancak gözü, kulağı, aklı hazır tutmakta kulları ve eşyayı konumlarında değerlendirmekte ve Allah'ın farklı gördüğü şeyleri farklı görmektedir.
Kulun furkanı (kulları ve eşyayı birbirinden ayırt etmesi) ve temyizi tâmm oldukça halide tamam ve kâmil olur. Yolu kısa ve daha doğru hale gelir.
|