Şüphesiz ki kalbi bu durumda olan biri uykudan uyandığı zaman, ilk dili üzerinde cari olan şey mahbubunu zikretmek, O'na yönelmek, O'nun şefkatini celbetmeye çalışmak, O'nun huzurunda yalvarıp yakarmak ve kendisini nefsiyle baş başa bırakmaması ve nefsine onu havale etmemesi için O'ndan yardım istemek olur. Zira kendisini nefsine havale ettiği zaman, kendisini gevşekliğe, acizliğe, günah ve hatalara havale etmiş olur. Fakat O'ndan kendisi için hiçbir zarara, faydaya, ölüme, hayata ve dirilmeye mâlik olmayan bir çocuğu koruyup gözetmesi gibi kendisimde himaye etmesini ister.
Bundan dolayı da uyandığı zaman ilk söylediği şey şu
olur:
"Bizi öldürdükten sonra
dirilten Allah'a hamdolsun. Şüphesiz ki dönüşümüz O'nadır."
(Buhari el-fethü'l bari, 11/130; Müslim, 2711.)
Bunu söylerken aynı zamanda mânâsını da düşünerek
Allah'ın kendisinin üzerindeki nimetini hatırlar. Zira Allah onu, ölümün kardeşi
olan uykudan sonra tekrar diriltmiş, onu sağlam bir şekilde bilmediği ve hiç
hatırına bile getirmediği bir sürü eziyetlerden ve eziyet verici şeylerden korunmuş olarak eski hâline tekrar geri döndürmüştür. Ki kendisi bu zararlı şeylerin oklarını hedefiydi ve onların hepsi de kendisine zarar verip helak etmeyi kastediyorlardı.
İşte ins ve cin şeytanları bu zararlı şeylerin bir kısmını teşkil ediyorlar. Şurası kesindir ki insan uyuduğu zaman bu zararlı şeyler insan ruhuyla karşılaşmakta ve ona eziyet edip onu helak etmeyi istemektedirler. Eğer Allah sübhanehû insanın ruhunu onların şerlerinden korumasa, insan kesinlikle onların şerrinden kurtulamaz.
Kimi insanlar vardır ki, bazen galip gelip bedene de sirayet edebilen bu
şerlerden dolayı uyandıkları zaman bir yalnızlık, korku, tedirginlik ve bir tür ruhani acı hissederler.
Kimi insanların da ruhları bu gibi şeyleri hissetmekten çok daha katı, galiz ve kesafetli olur. Aslında onların ruhları yaralarla perişan olmuş ve hastalıklarla yatalak olmuş, ancak çok derin bir uykuda oldukları için bu tür şeyleri hissedemiyorlar. Şimdi insanın hissetmesinin, bilmesinin, duymasının ve görmesinin mümkün olmadığı; herhangi bir yönden kendisine gelecek herhangi bir belayı fark etmesinin imkan dışı olduğu böyle bir anda bütün bu serlerden onu koruyan kim olabilir?
İşte bundan dolayıdır ki Allah'ü Teâlâ bu büyük nimetini kullarına hatırlatmış ve bunu da onlara verdiği nimetleri arasında saymıştır. O şöyle buyuruyor:
"De ki: "Geceleyin ve gündüzün Rahman
(olan Allah'ın azâbın)dan sizi kim koruyacak?" Fakat yine de onlar, Rabb'lerini anmaktan yüz çevirmektedirler."
(Enbiyâ, 42)
Bir kul bütün bunları düşünerek: "Elhamdülillah" derse, şüphesiz ki böyle bir kulun hamdetmesi bu mânâları düşünmeyen gafil birinin hamdetmesinden daha yüce ve mükemmel olur.
Daha sonra kul, bu ölümden sonra kendisini sağlam
bir şekilde hayata döndüren zâtın; büyük ölümden sonra da kendisini diriltmeye
kadir olduğunu düşünür. Bundan dolayı da şöyle der:
"Şüphesiz ki dönüşümüz Allah'a
dır."
Bundan sonra şöyle der:
"Allah'tan başka ibadete
layık ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk Onundur ve hamd O'na mahsustur. O her şeye kadirdir. O bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bütün hamd O'na mahsustur. Allah'tan başka
ibadete layık ilâh yoktur. Allah her şeyden daha büyüktür. Havi ve kuvvet sadece O'nunladır."
(Buhari -el-fethü'l bari, 3/39; Ebû Davud, 5060; Tirmizi, 3414.)
Daha sonra da çeşitli dualar yapıp Allah' a yakarıp yalvarır. Daha sonra ise, huzuru kalp ile abdest almaya kalkar. Ve abdestin de hikmetlerini düşünmeyi ihmal etmez. Abdest aldıktan sonra da Allah'ın takdir kıldığı namazı kılar. Namazı, mahbubunun huzurunda her açıdan pişmanlık duyan ve boynunu bükerek O'na bağlanan biri gibi kılar. Yoksa namazı, O'na arzeder gibi kılmaz. Başkalarını uykuda bırakmışken kendisini kaldırmış olmasını, başkalarını kovmuş iken kendisini huzura kabul etmesini, başkalarını mahrum bırakmışken kendisini buna ehil görmesini mahbubunun kendisine olan en büyük nimeti olarak görür. Böylece muhabbetine muhabbet katar. Aynı şekilde bu namazın, kendisi için göz aydınlığı, kalbinin hayatı, ruhunun cenneti, nimeti, lezzeti ve neşe ile sevinci olduğunu düşünür.
İşte böyle bir kişi, gecenin uzamasını temenni eder ve fecrin doğmasından dolayı üzüntüye kapılır.
Bu namazda o, aziz ve rahim olan mahbubuna yalvaran bir aşık gibi mevlasına yalvarıp yakarır. O'nun kelâmıyla O'nunla
konuşur ve her âyetin kulluk hakkını verir. Muhabbet ve sevgi âyetleri, Allah'ın
isim ve sıfatlarından bahseden âyetler ve Allah'ın nimetlerini ve ihsanlarını
hatırlatarak kullarına kendisini tanıttığı âyetler O'nun kalbiyle ruhunu cezp eder.
Recâ'dan, rahmetten ve Allah'ın iyiliğiyle mağfiretinin genişliğinden bahseden âyeti kerimeler; onun Allah'a olan yürüyüşünü ona zevkli kılar. Korkutmadan, Allah'ın adaletinden, intikam almasından, O'ndan yüz çevirenlere, başkalarını O'na denk tutanlara ve O'ndan başkasına meyledenlere gazabını indirmesinden bahseden âyetler de; onu endişelenmeye ve tedirgin olmaya sev-keder. Böylece tamamiyle Allah'a yönelir ve kalbinin O'ndan başka şeylere yönelmesini engeller. Bu üç noktayı iyice düşünüp kavraman gerekir.
Özetle her âyeti kerimeye, sadece onu anlayıp ondan ne kastedildiğini bilmekten öte kalbi olan özel ubudiyet payını verir. Bunu
yaptıktan sonra öyle yüce bir seviyeye çıkar ki, kul o seviyenin farkına vardığı
zaman; bundan önce oynaşta olduğunu fark edecektir.
Nitekim şöyle denmiştir:
Ben, sevginin son noktasına ulaşmış olduğunu;
Bundan sonra çıkılabilecek bir seviyenin olmadığını
düşünüyordum.
Fakat onunla karşılaşıp güzelliğini görünce,
Yakinen bildim ki bundan önce oynuyordum...
Ne yazık! Ne kötü! Bunca zaman geçtiği ve ömür tükendiği halde kalb bunun kokusunu dahi koklamadı. Dünyaya girdiği gibi dünyadan ayrıldı ve oradaki en güzel şeylerden tatmadı. Bilakis dünyada iken hayvanlar gibi yaşadı ve oradan müflis olarak göçtü. Böylece hayatı acizlik, ölümü keder ve ahreti esefle hasret oldu.
Allahım! Sana hamdolsun. Şikayete gelinecek merci sadece sensin. Sadece senin yardımın istenir ve sadece sana tevekkül edilir. Havi ve kuvvet ancak seninledir.
|