Bu kul, sabah namazını bitirince bütün benliğiyle Allah'a yönelir ve sabah zikirlerini yaparak O'na teveccüh eder. Bu zikirleri kendisi için virt yaparak hiçbir zaman bunları eksik bırakmaz. Daha sonra güneş doğana kadar çeşitli güzel zikirler yaparak veya kur'ân okuyarak vakit geçirir. Güneş doğduktan sonra, isterse iki rekat dûha namazı kılarak; isterse de namaz kılmadan kalkar. Daha sonra Rabb'ine yalvararak O'ndan kendisini korumasını ve bütün tasarruflarında O'nun rızasına uyması için kendisini himaye etmesini isteyerek işine gider. Böylece bütün gün boyunca sadece Rabb'inin razı olacağı işleri yapmaya çalışır. Yaptığı iş âdeten gerçekleşen tabii bir şey dahi olsa, onu niyetiyle ve Allah'ın razı olacağı şeylere vesile yapma kastıyla ibadete çevirir. Özetle bu kul, yapacağı ilk işin yanında durur, Rabb'ine giden bir yol araştırıp bulur ve böylece bu işi onun için Allah'a yakınlık vesilesi ve ibadet olur.
Böyle bir kul ile, Rabb'inin emirlerinden yapmak
zorunda olduğu bir emirle karşılaştığı zaman, nefsani isteklerini ve tabiatı
gereği olan hedeflerini gerçekleştirmek için onda yollar arayan bir kul arasında
ne kadar çok fark var!
Nefisleri bu derece farklı farklı yaratan Allah
bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bunlardan birinin ibâdetleri âdet olurken,
diğerinin âdetleri de ibâdet oluyor.
Öğle namazının vakti gelince, hemen namaza yönelir
ve en mükemmel şekilde onu edâ eder. Namaz kıldığı zaman onun mabuduna karşı
samimiyeti, kendisi için bir şey yapmasını isteyen sevgilisine/mahbubuna karşı
gerçekten sâdık bir şekilde seven birinin samimiyeti gibidir. Sevgilisinin bu
isteğine karşı artık o güçsüz ve âciz kalacak değildir. Bilakis o bütün gücünü
harcayarak mahbubunun isteğini yerine getirmeye çalışır ki, bu yolla onun rızasını ve yakınlığını elde etmek ister. Amellerinde bu kadar bile titiz olmayan kulun Rabb'i, mevlâsı ve mabudu olan Allah'tan utanması gerekmez mi?
Halbuki o, yaratılmış olan mahbublarının işlerini en güzel ve en mükemmel bir şekilde yapmak için Samimi olarak sevenlerin neler yaptıklarını görmektedir.
Hatta o, kendisinin de yaratılmış olan sevgililerine karşı böyle titiz olduğunu bilmektedir. En azından Rabb'ine karşı da bu kadar titiz olması gerekmez mi?!
Hiç şüphesiz ki kendisi hakkında insaflı olan ve kendisinin amellerini iyi bilen bir kimse, bu amelleriyle Rabb'i ile karşılaşmaktan veya O'nun için bu amellere razı olmaktan utanır. Zira o kendisi hakkında şunu gayet iyi bilmektedir ki, eğer insanlardan bir sevgilisi için bir iş yapmış olsaydı, fazlasıyla samimi davranır ve elinden gelen en güzel şekilde o işi yapardı.
Özetleyecek olursak: Bu kulun Rabb'ine karşı hâli, bütün amellerinde bu şekildedir. O kesin olarak bilmektedir ki, ne kadar çabalarsa çabalasın bu makamın hakkını veremez. O namazını bitirip selâm verdiği zaman, üç defa istiğfar eder ve hiçbir zaman bunu ihlal etmez.
Allah'ü Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Seherlerde onlar istiğfar ederlerdi."
(Zâriyat, 18)
Bu âyet hakkında Hasan el-Basri şöyle der:
"Seher vaktine kadar namazlarını uzatırlar, daha sonra da oturup Rabb'lerine istiğfar ederler."
Allah'ü Teâlâ başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:
"Sonra insanların akın ettiği (döndüğü)
yerden, siz de akın edin, Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir." (Bakara, 199)
Bu âyeti kerimede Allah'ü Teâlâ, Arefe ve müzdeüfe de vakfe yaptıktan sonra O'ndan mağfiret dilemeyi emretmektedir.
Aynı şekilde abdest alanında abdest aldıktan sonra şöyle demesi sünnettir:
"Allahım, beni tevbe
edenlerden ve temizlenenlerden kıl."
(Müslim, 234.)
İşte abdest aldıktan sonra tevbe ...
Hac yaptıktan sonra tevbe...
Namaz kıldıktan sonra tevbe...
Ve gece teheccüd namazı kıldıktan sonra tevbe...
Görüldüğü gibi bu makamın sahibi, devamlı tevbe ve istiğfara sığınmak zorundadır. Onun tâatleri çoğaldıkça tevbesi ve istiğfarı da artar.
|