Hayırlarda öne geçenlerin genel olarak hâlleri şöyledir:
Bunlar, hem zâhir / dış hem de batın / iç âlemlerinde en mükemmel şekilde Allah'a kulluk ederler.
Böylece onların nefis ve bedenlerinin bütün hareketleri, Allah'ın sevip razı olduğu şeyler çerçevesinde cereyan eder. Kulun mükemmel bir ubudiyet sahibi olması, Allah'ın sevdiği şeyleri sevmesi ve bütün gücünü harcayarak onları yapması; aynı şekilde Allah'ın sevmediği şeyleri sevmemesi ve bütün gücünü harcayarak onları terk etmesidir. İşte bu yüksek makam, ancak
"mutmaine / huzura ermiş" olan nefis sahipleri için mümkün
olur. Yoksa "nefsi emmâre / kötülüğü emreden nefis" ve "nefsi levvâme / günahlarından dolayı kendisini ayıplayan nefis" sahipleri için bu mertebeye ulaşmak mümkün değildir.
Muhakkak ki bu yüce makam, hem irade hem de amel bakımından mükemmel bir olgunluktur. İlim ve marifet açılarından mükemmel bir olgunluğa erişmeye gelince, bunun için kulun basiretinin, Allah'ın isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini bilme hususunda açık olması ve bunlar hususunda Rasûlullah'ın getirdiklerine mutabık özel bir müşahedesinin bulunması gerekir. Zira bu hususlarda Rasûlullah'ın getirdiklerine muhalif olma oranında kulun sapması söz konusu olur. Bununla beraber kulun, her bir sıfatın gerektirdiği özel kulluk hükümlerini de yerine getirmesi gerekir. İşte bu hâl, bütün âlemin özü olan akıllı kimselerin
"sülük hâli" dir. Ve bu yolda gidenler insanlar arasında sayılabilecek kadar azdırlar. Kolay, yakın ve maksada ulaştıran bir yol..
Seyru sülük yapanların çoğunun kendisinden gafil
oldukları güvenli bir yol...
Fakat bu yol, onu iyice bilmeyi ve söyleyeni kim
olursa olsun ona muhalif olan her türlü batılı reddetmeyi gerektiren bir yoldur.
Halbuki insanların çoğunun yanında, büyük bildikleri bazı kimselerden aldıkları
bir takım gelenekleşmiş şekillerden başka bir şey yoktur. Daha sonra o büyük
bildikleri kimseler hakkındaki hüsnü niyetlerinden dolayı da sadece onların
sözlerine tutundular ve kesinlikle onların sözlerini aşmadılar. Böylece onların
sözleri onlar için bir perde oldu. Hem de ne müthiş bir perde...
Allah kimin kalb ve iman basiretini açar, o da bu kalın perdeyi yırtıp aşar ve vahiy, akıl ve fıtratın gereklerine ulaşırsa; o kimseye çok büyük bir hayır verilmiş olur ve onun hakkında himmetinin zayıf olmasından başka bir şeyden korkulmaz. Bu basiret açıklığıyla beraber bir de yüce bir himmet bulunursa, işte gerçekten hayırlarda öne geçen, kendi zamanında insanlar arasında tek olan ve seviyesine çıkılamayan bir kimse olur. Kendi hâl ve virtlerini Allah'ın isim ve sıfatlarından alan kimse ile, bunları istilâhi
bazı kurallardan ve gelenekleşmiş şekillerden veya kendi zevk ve vecdinden
/ duygularından alan ve güzel gördüğü herhangi bir şey için:
"İşte hak budur" diyen kimseler arasında ne kadar da
büyük bir fark var! Allah'ın isim ve sıfatları yoluyla Allah'a yürümek çok
hayret verici ve çok yüce bir şeydir. Bu yolla Allah'a yürüyen bir kişiye, kendi
meskeninden ayrılmadan, vatanından uzaklaşmadan, yorgun ve bitkin düşmeden ve
kendi yatağı üzerinde uzanmışken her türlü mutluluk, huzur ve saadet verilir.
"Dağları görür de onlar donmuş (hareketsiz ve yerlerinde durmuş)
zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçmesi gibi geçip gider."
(Neml, 88)
Hiç şüphesiz ki gece gündüz yürüyen, fakat yerinde sayan bir - yolcunun hâli pek hayret verici değildir. Ancak hayret verici olan, yerinde durduğu ve üzerinde hiçbir sefer izi taşımadığı halde bütün çölleri ve merhaleleri aşan bir yolcunun hâlidir.
Bunlardan birinin hâli şöyledir:
Nefsi kendisine binmiş, nefsini sırtlayıp götürmektedir. Bazen kendisi nefsini cezalandırırken, bazen de nefsi onu cezalandırır; götürmek için nefsini çekiştirip duruyor, fakat nefsi devamlı ondan kaçıyor; kendisi nefsini bir adım öne doğru götürdüğünde nefsi onu iki adım arkaya doğru çeker...
İşte bu kimse, bu şekilde nefsiyle çekişip durmakta ve hem kendisi nefsine zorluk çıkarmakta hem de nefsi ona zorluk çıkarmaktadır. Diğer yolcu ise kendi nefsine binmiş ve onun yularını sağlam bir şekilde kavramıştır. Dilediği şekilde ve istediği yere onu sürüp götürür. Onun nefsi ne ona zorluk çıkarır, ne onunla çekişir ve ne de ondan kaçar; bilakis onu elinde, sahibinin elinde bulunan zayıf bir esir veya seyisinin ve binicisinin elinde bulunan eğitilmiş bir at gibidir. Onu nereye sürse oraya gider. İlerlemek istediği zaman, hızlıca onu ileriye doğru götürür; onu serbest bıraktığı zaman da kendisini yarış hattının sonuna ulaştırır ve hiçbir şey onu bundan alıkoyamaz.
İşte bu iki yolcu arasındaki fark ne kadar büyüktür!
Bu örneği iyice düşün ve anla. Zira bu örnek, anlatılan yolcuların hâllerine tamamiyle mutabık düşmektedir. Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder.
|