Bu tarif de diğer tarifler kabilindendir.
Sevileni başkasına tercih etmek "sevgi" nin gereğidir.
"Sevgi" kalbe yerleştiği zaman seven kişiden sevdiğini başkasına tercih etmesini ister. Bu tercih "sevgi"
nin varlığının ve doğruluğunun delilidir.
Sevdiğinden başkasını tercih edecek olursa o zaman onu sevmiyor demektir.
Sevdiğini iddia etse de o kendini ve sevdiğinden kendi yararına olanı seviyordur.
Sevdiğinden beklediği yarardan daha çok sevdiği bir fayda görünce onu diğer sevdiğine tercih edeni bu insanların genelde yanıldığı bir noktadır. Çünkü çoğu kendi yararı ve payı için sevmektedir. Bu payın başkasında olduğunu öğrendiği an o
"başka" yı sevmeye başlar. Bu sevgi aynen vesilelere duyulan,
"sevgi" gibidir. Zâta duyulan sevgi değildir. Bu, şu iki durum gerçekleştiğinde ortaya çıkar.
Birincisi; başkasının yanında başka bir pay bulur bu sefer o payı tercih eder ve sevdiğini terk eder.
İkincisi; o isteğini sevdiğinden alınca
sevgisi soğur kalbi diner ve kalbindeki sevgi göçüp gider.
Nitekim şöyle denmiştir:
"Seni bir işi için seven o işi hallonunca
çekip gider."
Bu bir takım hastalıklar (illetler) bulaşmış bir
"sevgi" dir. Ancak hâlis sevgi, sevdiğini kemâlinden dolayı sevmektir.
Ayrıca sevilenin zâtından ve sıfatlarından dolayı sevilmeye layık olmasıdır. Bu
"sevgi" yi ortaya çıkaran kulun sevdiğinin istediği için kendi
isteklerini terk etmesidir. O zaman kul, sevdiğinden istediği şeye göre de değil
de, sevdiğinin kendisinden istediğine göre amel eder. İşte illetlerin ve nefsin
arzularının bulaşmadığı hâlis sevgi budur. Sürekli artan "sevgi" de
budur.
Bu hususla ilgili de denmiştir ki:
"Allah'a isyan ediyorsun sevdiğini söyleyerek
Bu yemin olsun ki çok çirkin bir kıyastır.
Sevgin sadık olsaydı (yaşardın) itaat ederek
Çünkü seven sevdiğine itaatkardır."
Burada bir incelik var ki buna dikkat etmek gerekir. Sevileni tercih iki şekilde olur.
1 - Ticari ve alışverişe bağlı bir tercih.
2 - Sevgi ve isteğe bağlı tercih.
Birincisi; sevdiğini başkasına ondan elde edeceği yarar için tercih eder. Tercih sebebini de verir ki karşılığında daha iyisini alsın.
İkincisi ise; onu sevdiğinden dolayı tercih eder. Çünkü sâdık sevgi her zaman onu sevdiğini tercih etmeye çağırır.
Onu tercih etmesi seven için en büyük paydır, yarardır. Mutluluğu tercihin kendisindedir. Tercih dolayısıyla elde edilecek karşılıkta değildir.
Bunu ancak takvalı, parlak ve şeffaf olan nefis anlayabilir. Kapalı olan nefsin ise bundan haberi dahi yoktur.
Dinin hepsi de, muamelâtta tercihtedir. Çünkü o, tercih ettiğin kimseyi tercih sebebiyle kendi nefsinden önceye almaktır. Öyke ki tercihin şartı tercih yapan kimsenin tercihe muhtaç olması gerekir. Yoksa bu tercih ikram ve cömertlik olurdu. Bu ise ancak mahlûkları tercih için söz konusudur. Halbuki Allah'u teala kulunu başkalarına hiçbir ihtiyaç söz konusu olmaksızın tercih eder. Çünkü
ğaniyy (asla muhtaç olmayan)'dir. Hamîd'dir.
Merfu olarak rivayet edilen duada:
"Allah'ım bizi artır eksiltme, bize ver ve bizi mahrum etme, bizi yücelt aşağılama, bizi isâr
(tercih)et. Başkalarını bize tercih etme. Bizi razı et ve bizden razı
ol." buyrulmuştur.
(Tirmizi 3173)
Yine denilmiştir ki:
"Kim Allah'ı isâr
(tercih) ederse Allah da onu başkalarına tercih eder".
"İsar" (başkasını
tercih) etmek ile "esere" (başkasını kendine özel kılma, tahsis) etmek
arasındaki fark:
"isar", başkasını kendi
istediklerinle tahsis etmek, "esere" ise başkalarına karşı istediğini
kendine tahsis etmektir. Hadisi şerifte:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e zorluğumuzda ve kolaylığımızda, hoşumuza giden ve hoşumuza gitmeyen durumlarda, ayrıca sadece bize has olan hallerde işitmek ve itaat etmek üzere bey'at ettik."
(Buhari, Feth'ul-bâri 13/192, Müslim 1709, Nesâi, 7/137,138,
İbn Mace 2866)
Bu bilindiyse, "isar" ya mahluka teallluk eder. Veya
halik (yaratan)'a tealluk eder. Eğer yaratılan bağlı olursa bunun en kâmil şekli şöyledir. İnsanları kendine, vaktini zayi etmeyecek. Hâlini bozmayacak, dinine zarar vermeyecek, yolunu tıkamayacak ve sana-gelen bir yarara engel olmayacak şekilde tercih etmendir. Onları tercih ederken bu hususlardan biri olacak olursa kendini onlara tercih etmen evlâdır. Çünkü gerçek adam, Allah'tan kendisine gelen payla kim olursa olsun başkasını tercih etmeyendir, kendi alandır bu sâlik için çok çok zordur, birincisi daha kolaydır. Çünkü Allah'u tealanın yapanı övdüğü ve güzel olan
isâr (tercih):
Vakit, din ve kalbi ıslah edecek durumlarda değil de dünyevi işlerde olan
isâr dır. Allah'u Teala buyuruyor ki:
"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi
(muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler. Kim cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtulanların ta kendileridir"
(Haşr 9)
Allahu Teala bize şunu haber veriyor:
Onların tercih taptıkları şey, (yani başkalarına
vererek, kendilerine tercih yaptıkları) o ki, kişi bununla cimrilik yapmaktan korunması halinde
kurtulanlardan olur. Bu şey ise dünyanın fazlalıklardır, itaat için harcanan zamanlar değildir. Çünkü kurtuluş bütün kurtuluş, bu vakitlerle cimrilik yapmaktır. Bu vakitlerinde cimri olmayanı insanlar yeryüzünde ortada ve iflas etmiş olarak bırakırlar.
Vakitte cimrilik yapmak kalbin imanıdır ve onun sermayesinin muhafazıdır. Buna delâlet eden hususlardan biri de şudur. Allahu Teala iyi amellerde yarışmayı, ve iyi ameller işlemek için acele etmeyi emretmiştir. Bu ise
bunları isar etmenin (başkalarına vermenin) zıttıdır.
Allah'u Teala buyuruyor ki:
"Rabbinizden bir mağfiret ve eni göklerle yer
(kadar) olan cennete koşuşun" (Âli İmran 133)
"...Öyle ise siz de hayır işlerinde birbirinizle
yarışın" (Bakara 148)
"O halde yarışanlar bunun için yarışsınlar" (Mutaffifin 26)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)de şöyle buyurmuştur:
"insanlar ezanda ve birinci safta
(bulunmanın) olan (ecri) bilseler aralarında (bunlar için)
kura çekerlerdi"
(Buhari, feth 2/139, Müslim 437, Nesâi 1/369, müsned 2/236,303)
Kura ise çekişme ve yarışın olduğu yerde olur isâr
olan yerde değil. Şari itaat ve ibadetleri isar yeri kılmamıştır. Bilakis yarış yeri kılmıştır. Bu yüzden fukaha diyor ki:
İtaat amellerinde isar (başkasını kendine tercih) müstehab değildir.
Bunun sırrı- Allah en iyisini bilir- isar, iştirak halinde dar olacak şeylerde olur. Öyle ki tercih edenle edilen kimseyi sığmaz. Bilakis sadece birilerini içine alır, itaat ve iyilik amellerinde ise kullar için bir darlık yoktur. Binlerce kişi bir ibadette iştirak edecek olsalar, bunda onlara bir darlık, zahmet olmayacaktır. Ve hepsini sığar. Bir amelde veya (ibadet yapılan) bir yerde kalabalık olacak olsa-öyle ki herkes ameli istemiyorsa, onu işlemeye niyet etmek ve azmetmekle yapanın sevabı vardır.
Nitekim bu Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından birçok hadiste belirtmiştir. Ameli istemeyi kaçırsa bile, kişi onu yapmaya azim ve niyeti kaçırmaz. Yine şu da var, eğer ameli kaçırsa itaatler içerisinde muhakkak - ya ona eşit olan, ya ondan faziletli olan veya ondan altta bir amel -vardır.
Onun yerini tutacak ameli işlerse, Allah'da diğer ameli yapmaya olan azim ve niyetini bilirse, Allah ona hem onun sevabını hem de yerine işlemiş olduğu amelin sevabını verir. Bu sefer iki amelin sevabını alır. Bu da Allah'ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
Ayrıca gaye, kulun Allah'a yaklaşmaya rağbet göstermesi, ona vesile araması ve onun sevdiği amellerde yarışmaktır. Bu yakınlaşmayı isâr etmek (başkasına bırakma) O'ndan yüz çevirdiğinin ve onu terk ettiğinin ve onun için yarışmadığının alametidir. Bunlar ise kulun yemek, içmek ve giyim için ihtiyaç duyduğu şeylerden farklıdır, şayet kardeşinin bunlardan birine ihtiyacı varsa. Eğer bunlardan birini, biri alacak olsa diğeri mahrum kalacaktır. O yüzden Allah kulunu, eğer sabredeceğini ve dayanabileceğini bilirse isara (başkalarını kendine tercih etmeye) teşvik etmiştir. Yeter ki dininde bir eksikliğe, ona bir zarar getirmeye, rabbine yürümek için edinmiş olduğu bir yolu kesmeye yol açmasın. Ve kalbinin dalmasına ve böylece kullara bağlanmasına sebep olmasın. Böyle bir isârın getireceği zarar, maslahatından evladır.
Ancak isârın maslahatı tercihli olursa -öyle ki kendini bir helaktan, yorgunluktan veya zor durumda kalmaktan korumayı sağlıyorsa ayrıca tercih yapanın o maslahatı sağlayacak benzer bir ameli yoksa- o zaman isar yapması gerekli olur. Eğer benzerleri varsa isar yapması gerekli olmaz. Fakat yapacak olursa bu ikramın, cömertliğin ve ihsanın zirvesi olur. Çünkü başkasının hayatını kendi hayatına, başkasının zaruretini kendi zaruretine tercih eden kimse keremin ve cömertliğin tamamına hakim olmuş, zirvesini geçmiş ve bundan en büyük payı elde etmiş demektir.
Bu arada bununla ilgili fıkhi meseleler var ki yeri burası değil.
|