بســـم الله الرحمن الرحيم

 

4. Bakış Açısı

 

Bu bakış açısının sahibi olanlar, yaratıcının sadece Rabb Teâlâ olduğuna, O'nun meşietinin geçerli olduğuna ve bütün varlıkların O'nun meşietine bağlı olduklarına, bütün mahlukatın, O'nun ezeli ilminde olduğu ve kaleminin yazdığı şekilde meydana geldiğine şehâdet etmektedirler.

Bununla beraber Allah'ın emir ve yasaklarını, mükâfat ve azabını da müşahede etmektedirler. Bundan dolayı bunlar, ahrette insana verilecek olan karşılığın insanın amellerine bağlı olduğuna ve hem şeriatın gereği hem de kader ve hikmetin icabı olarak sebep kabul edilen şeylerin sonuçlarını gerektirip doğurması gibi; insanların amellerinin de bu karşılığı / mükâfat veya azabı gerektirdiğine inanmaktadırlar.

Bunların, Rabb'ın birliğini, yaratanın sadece O olduğunu, O'nun meşietinin geçerli olduğunu ve kaza ile kaderinin her şeyde tecelli ettiğini müşahede etmeleri; onlar için Allah'a sığınma kapısını, devamlı O'na iltica etme yolunu ve O'na ihtiyaç hissetme duygusunu açar. Bu da onları kulluk eşiğine yaklaştırır ve fakir, âciz, miskin, kendisi için hiçbir zarara, faydaya, ölüme, hayata ve tekrar dirilmeye malik olmayan birisi olarak O'nun kapısına atar.

Aynı şekilde bunların Allah'ın emir ve yasaklarını, mükâfat ve azabını müşahede etmeleri; onların hamdetmelerini, paçaları sıvamalarını, emirleri yerine getirmek için bütün güçlerini kullanmalarını, kendi nefislerini azarlamalarını ve kusurlu olduklarını itiraf etmelerini gerektirmektedir.

Böylece bunların Allah'a olan yolculukları, Allah'ın izzetini, hikmetini, kâmil olan kudretini, ezeli ilmini ve büyük olan minnetini müşahede etmekle; kusur ve kötülüklerin kendilerinden meydana geldiğini, sedece nefislerinin ayıplarını ve amellerini gözetlemelerini gerektiğini müşahede etmek arasında devam etmektedir.

İşte muvaffak olan, Allah'ın yardım ve lütfuna mazhar olan, kulluk makamında durması için yaratılan ve Allah'ın muvaffak etmeyi garantilediği kullar bunlardır.

İşte bu bakış açısı, peygamberlerin bakış açısıdır. Bu, insanların babası olan Adem (a. s.)'in bakış açısıdır ki o şöyle diyor:

"Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz, ziyana uğrayanlardan oluruz." (A'raf, 23)

Bu, Rasullerin ilki olan Nuh (a.s.)'un müşahede tarzıdırki şöyle demiştir o:

"Ey Rabbim, bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum." (Hud, 47)

Ve bu, haniflerin imamı ve peygamberlerin (sallallahu aleyhi ve sellem) şeyhi/ önderi olan İbrahim (a.s.)ın bakış açısıdır. O şöyle diyor:

"O (Rabb) ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren , bana içiren O'dur hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan O'dur. Ceza günü hatamı, bana bağışlamasını umduğum da O'dur." (Şuara, 78-82)

Dua ederken de şöyle sesleniyor o:

"Ey Rabbim, bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut." (İbrahim, 35)

O yüce peygamber (a.s.) biliyordu ki, kul ile şirk ve putlara tapmak arasında engel olan sadece Allah'tır. O'ndan başka rabb yoktur. Bundan dolayı da Allah'dan, kendisini ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tutmasını istedi..

Mûsâ (a.s.)'ın da bakış açısı bu şekildedir. Zira o Rabbine hitap ederken şöyle diyordu:

"İçimizdeki bir takım akılsızlar yüzünden bizi helak mı edeceksin? Bu, senin imtihanından başka (bir şey) değildir; onunla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velimizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (A'raf, 155)

Burada Mûsâ (a.s.), Rabb Teâlâ'nın birliğine, yaratanın ve hüküm / hâkimiyet sahibi olanın sadece O olduğuna; direkt olarak şirk fiilini yapanların akılsızla r/ beyinsizler olduğuna şehâdet etmektedir. Böylece O, Rabb Teâlâ'nın izzetine ve otoritesine sığınıp O'na yalvarmakta; günah ise, onu işleyen suçlulara nispet etmektedir.

Nitekim başka bir âyeti kerimede şöyle demektedir o:

"Ey Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim, beni bağışla." (Kasas, 16)

Bu duasına karşılık Rabbi şöyle buyurdu:

"Bunun üzerine (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Kasas, 16)

Aynı şekilde bu, şöyle diyen Zûnnün (balık sahibi yunus) (a.s.)ın bakış açısıdır:

"Senden başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur, seni (noksanlıklardan) tenzih ederim. Doğrusu ben (bu hareketimle) kendisine zulmedenlerden oldum." (Enbiya, 87)

Bu şekilde yunus (a.s.), Rabbini birleyerek O'nu her türlü ayıptan / noksanlıktan tenzih etmiş; zulmetmeyi kendi nefsine nispet etmiştir.

 

Ve yine bu, en büyük istiğfar duasının sahibi olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın müşahede tarzıdır ki dua ederken şöyle diyor o:

"Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur. Sen beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiği nispette senin ahdin ve va'din üzereyim. Yaptığım şeylerin şerrinden sana sığınıyorum. Senin üzerimde bulunan nimetlerinle ve işlediğim günahlarımla sana dönüyorum, beni bağışla. Şüphesiz ki senden başka günahları bağışlayacak yoktur."

Bu duasıyla o yüce peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

Allah sübhânehû'nun tek başına yaratıcı olduğunu, O'nun meşietinin her şeyi kapsayıcı ve her şeyde geçerli olduğunu içeren "rububiyet" tevhidini;

Allah'ı sevmeyi, ortak koşmaksızın sadece O'na ibadet / kulluk etmeyi içeren "ulûhiyet" tevhidini ve her yönden Allah'a muhtaç olmayı içeren "ubudiyet / kulluk" makamını ikrar etmektedir.

Bunları itiraf ettikten sonra:

"Senin ahdin ve va'din üzereyim" demektedir ki; "bu O'nun şeriatına, emirlerine ve dinine uymayı içermektedir."

İşte Allah'ın kullarından aldığı ahid / söz de budur. Aynı şekilde bu söz, Allah'ın insanlara vereceği mükâfattan ibaret olan va'dini de tasdik etmeyi içermektedir.

Böylece bu söz, hem Allah'ın emirlerine uymayı, hemde hesaba çekilmeye iman etmeyi içermektedir.

Daha sonra o yüce peygamber, Allah'a yaraşır bir şekilde kulun bu makamın hakkını hakkıyla veremeyeceğini bildiğinden dolayı bunu kendi gücüyle kayıtlayarak şöyle dedi:

"Gücümün yettiği nispette..."

Bundan sonra da iki şehâdette bulundu ki bunlar, Allah'ın kudret ve kuvveti ile kulun kusurlu olmasıdır. Bunu ifade için şöyle dedi:

"Yaptığım şeylerin şerrinden sana sığınıyorum."

Daha sonra bütün nimetleri, onları karşılıksız olarak verene nispet ederek; günahı kendi nefsine ve amellerine nispet etti. Bunun ifadesi olarak şöyle dedi:

"...Senin üzerimde bulunan nimetlerinle ve işlediğim günahlarımla sana dönüyorum."

Yani:

"Hamde mahsus ve şükre lâyık olan sadece sensin. Bütün övgüler sana mahsustur. Bütün iyilikler senindir. Bütün nimetler sendendir. Günahkâr ve kötü olan, aynı zamanda günahını itiraf ve hatasını ikrar eden benim."

Nitekim ariflerden bazıları şöyle demektedirler:

"Arif olan kimse, Allah'a olan minnettarlığını müşahede etmekle birlikte; kendi nefsinin ayıplarını ve amellerini gözetlemekle yoluna devam eder."

Allah'a olan minnettarlığını müşahede etmekle, Rabbini sever, O'na hamdeder ve O'nu över; kendi nefsinin ayıplarını ve kendisinin amellerini gözetlemekle de, Rabbine boyun eğip O'na yalvarır ve tevbe edip devamlı bir şekilde O'ndan kendisini bağışlamasını ister.

Bütün bunlar dua edenin kalbinde yerleştiği ve tüm bu vesilelerle Allah' a yöneldiği anda son olarak şöyle dedi:

"Beni bağışla. Şüphesiz ki senden başka günahları bağışlayacak yoktur."

 

İÇİNDEKİLER

3. Bölüm