بســـم الله الرحمن الرحيم

 

5. Bölüm Fasıl.1

 

Cinlerden kâfir olanların ateşe girecekleri hususunda bütün Müslümanlar ittifak etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in bir çok yerinde bu belirtilmektedir.

Ezcümle:

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"... Fakat benden sadır olan: "cehennemi bütünü ile cinlerden ve insanlardan elbette dolduracağım" sözü hak olmuştur." (Secde, 13)

Başka bir âyeti kerimede şöyle buyuruyor o:

"Andolsun ki cehennemi senden ve onlar arasından sana uyanların hepsinden dolduracağım." (Sâd, 85)

Hiç şüphesiz ki cehennemin iblisten dolması demek, ondan ve onun zürriyetinin (cinlerin) kâfir olanlarından dolması mânasına gelir.

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Diyecek ki: "Cinn ve insanlardan sizden önce geçmiş topluluklarla sizde ateşe girin!" (A'raf, 38)

Allah Teâlâ onların mü'minlerinden hikâye ederek şöyle buyurur:

"Gerçekten kimimiz müslümanlar, kimimiz zalimleriz. Müslüman olmuşlar, işte onlar doğru yolu aramış olanlardır. Zalim olanlara gelince, onlar cehenneme odundurlar." (Cinn, 14-15)

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki biz cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır." (A'raf, 179)

Yine şöyle buyurur o:

"Onlar ve azgınlar, İblis'in orduları ile birlikte hep beraber yüzleri üstü oraya atılırlar." (Şuarâ, 94-95)

Eğer İblis'in orduları sadece şeytanlara tahsis edilmezse, onlar da onun orduları içine girerler.

Elhâsıl:

Bu, İslâm dininden zaruri olarak bilinen bir husustur. Aynı zamanda bu husus, onlarında ilâhi şeraitlerle mükellef olduklarını ve bu hususta insanlara tâbi olmalarının vacip olduğunu gerektirmektedir.

Bizim şeriatımıza gelince:

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hem cinlere, hem de insanlara peygamber olarak gönderildiği ve insanların ona (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmelerinin vacip olması gibi, cinlerin de ona (sallallahu aleyhi ve sellem) itaat etmelerinin vacip olduğu hususunda bütün Müslümanlar icmâ etmişlerdir.

Bizim peygamberimiz gelmeden önceki zamana gelince; Allah Teâlâ'nın:

"Cinn ve insanlardan sizden önce geçmiş topluluklarla sizde ateşe girin!" (A'raf, 38)

Sözü, kâfir cinlerden geçmiş toplulukların ateşte olduklarına delâlet etmektedir. Hiç şüphesiz ki bunun gerçekleşmesi için, onların aleyhlerine hüccetin kâim olmuş olması gerekir.

Muhakkak ki Rahman sûresi, insanlar mükellef oldukları gibi, onların da İslâmi hükümlerle mükellef olduklarına delâlet etmektedir. Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ her âyeti kerimeden sonra:

"(Ey cin ve insanlar) o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" buyurmaktadır.

Bu âyeti kerime de göstermektedir ki, Rahman sûresi, hem insanlara, hem de cinlere hitaptır. Bundan dolayı da Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) cinlere, tebliğ amacıyla bu sûreyi okumuş ve ashabına, cinlerin bu sûreye kendilerinden daha güzel karşılık verdiklerini haber vermiştir. Zira cinler, Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) her onlara:

"O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" âyeti kerimesini okuduğunda şöyle derlerdi:

"Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiç birini yalanlamayız. Hamdolsun sana." (Tirmizi, 3291.)

Allah'a isyan etmeye ilk davet eden onların babası olduğu ve her türlü küfür, fısk ve isyan onun elleriyle / sebebiyle gerçekleştiği içindir ki, ateşe davet eden ve kıyamet gününde ilk önce ateşten bir elbise giydirilen de o oldu. O, bu elbiseyi yerde sürükleyerek şöyle nida edecektir:

"Ah! Yazıklar olsun bana!"

Onun çocuklarından ve diğerlerinden ona tâbi olanlar da şöyle nida edeceklerdir:

"Ah! Yazıklar olsun bize!"

Hattâ şöyle bile denmiştir:

Ateş ehline verilecek her türlü azabı, ilk önce o tadacak, daha sonra onu tadacak olanlara geçecektir.

Cinlerden mü'min olanların ahiretteki hükümlerine gelince; selef ve halefin cumhuru, onların cennette olacakları görüşündedir.

İmam Buhari bu hususta bir bâb açarak şöyle der:

"Cinlerin mükâfat ve cezaları babı. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Ey cin ve insanlar topluluğu, size içinizden âyetlerimi size aktaran peygamberler gelmedi mi?" (En'âm, 130)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki muhakkak cinler de hazır edileceklerini bilmişlerdir." (Sâffât, 157)

Yâni; hesaba çekilmek için hazır edileceklerdir."

Daha sonra İmam Buhari, Ebu Said'in hadisini zikreder:

"Sen koyunların içinde veya badiye de olduğunda, namaz için ezan okuyacağın zaman, sesini ezanla yükselt. Çünkü müezzin sesini işiten cinn, insan veya herhangi bir şey muhakkak kıyamet gününde onun lehine şahitlik edecektir."

Ebû Sâid der ki: "Ben bunu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan işittim." (Buharı, Fethü'l-bari, 6/343)

İşte imam Buhari'nin bu bâbta zikrettikleri bunlardan ibarettir.

İmam Ebû Hanife ve daha başkalarından şöyle bir görüşte nakledilir:

Cinlerin mükâfatları, cehennemden kurtulmalarıdır. Bunun delili, Allah Teâlâ'nın onlardan hikâye ettiği şu sözüdür:

"Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin ve ona iman i edin, günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın." (Ahkâf, 31)   

Görüldüğü gibi bu âyeti kerimede cinlerin mükâfatı olarak, sadece acıklı bir azaptan kurtarılmaları zikredilmektedir.          

Cumhur ise şöyle demiştir:

Onların kâfirleri ateşte oldukları gibi, mü'minleri de cenette olacaklardır. Daha sonra bunlar kendi aralarında ihtilafa düştüler:

Bunların çoğunluğu, mutlak olarak cinlerin mü'minlerinin cennete gireceklerini söyleyip, herhangi bir kayıtla bunu kayıtlamadılar.

Bunlardan Sehl b. Abdullah ise şöyle dedi:

"Onlar cennetin alt kısımlarında olacaklardır. Mü'minler onları görecek fakat onlar mü'minleri göremeyeceklerdir."

İşte bunlar, mü'min cinlerin ahiretteki hükümleri ile alâkalı insanların görüşleridir. Mü'min cinlerin dünyadaki hükümlerine gelince; onlar emir ve nehiylerle mükellef midirler, yoksa yaptıkları fiilleri zorunlu olarak mı yapmaktadırlar?

Bu hususta da insanların iki görüşü vardır.

Ebû-l Hasan el-Eş'âri "makâlat" isimli kitabında bu iki görüşü naklederek şöyle der:

"Cinlerin mükellef mi, yoksa zorunluluk altında mı oldukları hususunda insanlar ihtilâfa düşmüşlerdir:

Mutezile ve daha başkalarından oluşan bir grup şöyle demiştir:

Cinler de emir ve nehiylerin muhatabıdırlar. Onlara da bilfiil emredilmiş ve nehyedilmiştir. Aynı şekilde onlar muhtardırlar (seçme hürriyetine sahiptirler). Diğer bâzıları ise onların zorunluluk altında olduklarını iddia etmişlerdir."

Ben de derim ki:

İslâm ehlinin cumhurunun üzerinde bulunduğu doğru görüş: Cinlerin de emir ve nehiylere muhatap olduğu, İslâm şeriatıyla mükellef olduklarıdır. Bu hususta Kur'ân ve sünnette bulunan deliller, sayılamayacak kadar çoktur.

Ezcümle:

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İşte bunlar, cin ve insanlardan kendilerinden önce geçen ümmetler arasında aleyhlerine söz (azap) hak olmuş kimselerdir. Çünkü bunlar hüsrana uğramış olanlardır." (Ahkâf, 18)

Bu âyeti kerimede Allah Teâlâ, cinlerin bâzılarının aleyhine azabın hak olduğunu ve onların zarara uğradığını haber vermektedir ki; bu ancak amelleri sebebiyle cezayı hakkeden teklif ehli için geçerli olabilir.

Bu âyetten hemen sonra ise şöyle buyurur:

"Bunların her biri için, işlediklerine göre dereceler vardır." (Ahkâf, 19)

Yâni hayır ve şer hususunda işlediklerine göre dereceleri vardır ki, bunlar kendilerine verilecek ve amelleri hususunda hiçbir zulme uğramayacaklardır. İşte bu âyet onların mükâfat ve cezaları hususunda gayet açıktır. Şüphesiz ki onlardan kötülük yapanlar, bu kötülüklerinden dolayı azaba müstahak olacaklardır.

Nitekim iyilik yapanları da yaptıkları iyilikler sebebiyle yüce dereceler elde edeceklerdir. Onların her biri için, işlediklerine göre dereceler vardır. Hiç şüphe yok ki bu da delâlet etmektedir ki, ilâhi kanunlar onlara da emredilmiş ve dünyada bunlara göre kulluk yapmaları istenmişti. Bundan dolayı da ahirette, hayır ve şer amellerine göre derecelere müstahak oldular.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık. Onlarda önlerinde ve arkalarında olanı kendilerine süslediler onlardan önce gelen cinlerden ve insanlardan ümmetler arasında, onlar üzerine söz (azap) hak olmuştur. Şüphesiz onlar zarar edenlerdi." (Fussilet, 25)

Bu âyeti kerimenin mânası şöyledir:

Allah Teâlâ, müşrikler için şeytanlardan yakın arkadaşlar kılmıştır. O şeytanlar da onların önlerinde ve arkalarında bulunan ahireti yalanlamayı ve oradaki mükâfat ile azabı inkâr etmeyi süslemişlerdir.

Bu âyetin tefsiri hakkında şöyle de denmiştir:

Onların önlerinde bulunanı süslemeleri, onları dünya teşvik etmeleri ve bu hususta onların hırslı olmalarını sağlamaya çalışmalarıdır. Onların arkalarında bulunanı süslemeleri ise; babalarının üzerinde bulundukları şirki sevmelerini ve peygamberleri yalanlamalarını sağlamaya çalışmalarıdır.

Şöyle de denmiştir:

Onların arkalarında bulunanı süslemeleri, dirilmeyi ve ondan sonraki şeyleri yalanlamalarını süslü ve hoş göstermeleridir.

Bu âyetin tefsiri hakkında dördüncü bir görüşte şöyledir:

Buradaki süsleme, bütünüyle onların amellerine yöneliktir. Dolayısıyla onların önlerindekini süslemeleri, yaptıkları amelleri süslü göstermeleri; arkalarındakini süslemeleri ise; daha yapmadıkları fakat yapmaya kararlı oldukları amellerini süslemeleridir.

Sanki âyetteki "tezyin / süsleme" lafzı, bu görüşe biraz daha çok lâyık düşmektedir.

Bununla beraber "arkalarında bulunanı" sözünden maksadın ahiret olması daha doğru ve daha açıktır. Zira şeytanlar, ahiret için amel etmeyi ve ona hazırlanmayı terk etmelerini onlara süslü ve hoş göstermektedirler.

Nitekim tefsir ehlinin cumhuru da bu görüştedir. Öyle ki imam Beğavi ve daha başkaları bu görüşten başkasını zikretmemişlerdir. İmam Beğavi bu görüşü Zecac'dan da nakletmektedir:

Zeccac der ki:

"Biz onlara şeytanlardan yakın arkadaşlar kıldık. Öyle ki bu şeytanlar onları saptırdılar ve önlerinde bulunan dünya işini onlara süslü ve hoş gösterdiler de, onlar da dünyayı ahirete tercih ettiler. Aynı şekilde onların arkalarında bulunan ahiret hususunu da onlara süslediler, onları ahireti yalanlamaya ve yeniden dirilmeyi inkâr etmeye davet ettiler."

Elhâsıl:

Allah Teâlâ'nın:

"... Onlardan önce gelen cinlerden ve insanlardan ümmetler arasında, onlar üzerine söz (azap) hak olmuştur..." Sözünde, hem insanların, hem de cinlerin mükellef olduklarına; emir ve nehiy'in onların tümüyle alâkalı bulunduğuna ve aynı şekilde mükâfat ve cezanın da onların hepsini kapsayacağına çok açık bir delil vardır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hepsini toplayacağı o günde: "Ey cin topluluğu! İnsanlardan bir çoğunu kendinize uydurdunuz" (buyuracak). O zaman onların dostları olan insanlar da şöyle diyecek: "Rabbimiz, kimimiz kimimizden faydalandık. Nihayet bizim için takdir ettiğin vakte eriştik." Şöyle buyuracak: "Allah'ın dilediği müstesna olmak üzere, içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır." Şüphesiz Rabbin Hakimdir, Alimdir." (En'âm, 128)

İşte bu âyeti kerime, cinlerin de mükellef oldukları hususunda apaçıktır. Zira bu söz, kıyamet gününde onlara söylenecek, insanlar da onlardan kiminin kiminden faydalandığını itiraf edeceklerdir. Bu faydalanma insanlarla cinler arasında cereyan eden, insanların Allah'a asi olmakta onlara itaat etmesi, Allah'ı bırakıp onlara ibâdet etmeleri; böylece kendilerinin bir takım maksat ve arzularını gerçekleştirmek için onlardan yardım almak istemeleridir.

Muhakkak ki insanlar onlardan ilham almak istemekte, onlara sığınmakta, onların adını anarak onlar için kurbanlar kesmekte ve Allah'ı bırakıp onları dost ve veliler edinmekteydiler.

Nitekim şeytanın dostları olan müşriklerin çoğunun durumu bu şekildeydi. İşte onlardan kimilerinin kimilerinden faydalanması budur.

Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ, kıyamet gününde ibâdet edenleri mâbudlarıyla bir araya topladığı bir anda meleklere şöyle seslenir:

"... Bunlar mı size ibâdet ederlerdi?" Melekler diyecekler ki: "Tenzih ederiz seni! Bizim velimiz (ma'budumuz) onlar değil, sensin. Aksine onlar cinlere ibâdet ediyorlardı. Bunların çoğu onlara inanıyorlardı." (Sebe, 40-41)

İşte cinlere ibadet edenler ve şeytanın dostları...

Bunların çoğu da ne yaptığını bilmekte ve yaptığından razıdır. Zira bu sebeple kendi ma'budu olan cinlerden faydalanabilmektedir.

Nitekim Zeyd b. Amr b. Nüfeyl söylediği şu şiirle, cinlerle koşulan bu çeşit şirke işaret etmektedir. O şöyle der:

Merhamet et Allahım! Onlar umutlarını cinlere bağlamışken,

Benim ilâhım sensin. Rabbimsin, umudumu sadece sana bağlamışım.

Bundan dolayı da insanlar kıyamet gününde:

"Rabbimiz, kimimiz kimimizden faydalandık. Nihayet bizim için takdir ettiğin vakte eriştik" diyeceklerdir.

Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

"Allah'ın dilediği müstesna olmak üzere, içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır." (En'âm, 128)

İşte bu, hem insanlara hem de cinlere yapılmış bir hitaptır. Bu, onların azapta ortak olduklarını açık bir şekilde gösterdiği gibi; onların mükellef olmakta da ortak olduklarını açık bir şekilde göstermektedir. Bunun gibi âyeti kerimeler Kur'ân-ı Kerim'de çokça bulunmaktadırlar.

Allah Teâlâ'dan şu sözüde onların mükellef tutulduklarına delâlet etmektedir:

"Ey cin ve insanlar topluluğu, içinizden size âyetlerimi okuyan, bu günümüzün gelip çatacağını bildirip sizi uyaran peygamber gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı (kendi aleyhimize) şâhidlik ederiz" diyecekler. Halbuki dünya hayatı onları aldattı da kendi aleyhlerine kâfir kimseler olduklarına şâhid oldular (olacaklar)." (En'âm, 130)

Hiç şüphesiz ki onlar kâfir kimseler olduklarını itiraf edip, kendi aleyhlerine kâfir kimseler olduklarına şâhidlik edince; bu onların da mükellef olduklarına ve hitabın onlara da yöneldiğine delâlet eder.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hatırla ki cinlerden bir grubu Kur'ân-ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik. Onun huzuruna geldiklerinde: "Susup dinleyin" dediler, (okuması) bitirilince de, kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

Dediler ki: "Ey kavmimiz, biz Musa'dan sonra indirilmiş olup kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve dosdoğru yola ileten bir kitap dinledik.

"Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin ve ona iman edin, günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın.

"Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmezse o, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakıcı değildir. O'nun O'ndan başka dost ve yardımcıları da olmaz. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (Ahkâf, 29-32)

Bu âyeti kerimeler, birkaç yönden cinlerin de mükellef olduklarına delâlet etmektedir.

Ezcümle:

1. Allah sübhanehû ve Teâlâ bu cinleri, Kur'ân-ı dinlesinler diye Rasûl'üne yöneltti ki; ona iman etsinler, emirlerini yerine getirsin ve yasaklarından sakınsınlar.

2. Bunlar uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler ki, uyarmak; sebepleri oluştuktan sonra korkulacak bir şeyi bildirmektir. Bundan anlaşılmaktadır ki onlar, Rasûl'e isyan etmeleri / itaat etmemeleri takdirinde ateşle kavimlerini uyarıyorlardı.

3. Onlar, Kur'ân-ı dinlediklerini, anladıklarını ve onun hakka ileten bir kitap olduğunu haber vermektedirler. Muhakkak onların bu sözü, onların Mûsâ (sallallahu aleyhi ve sellem)'yı ve ona indirilen kitabı bildiklerini, bu Kur'ân'ın onu tasdik edici olduğunu ve en doğru yola ileten bir kitap olduğunu anladıklarını göstermektedir. Bu da göstermektedir ki onlar, hüccetin kendisiyle kâim olacağı bilgiyi / ilmi elde etme imkânına sahiptirler. Aynı zamanda onlar, kitabın içindekilerini yerine getirmeye de kadirdirler. Zâten teklif, ilim ve kudretten başka bir şey de gerektirmez.

4. Onlar kendi kavimlerine:

"Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul edin ve ona iman edin" dediler. Bu da açıkça göstermektedir ki, onlar Rasûl'ün davetine icabet etmekle me'mur ve mükelleftirler. Rasûl'e icabet etmek, haber verdiği şeylerde onu tasdik etmek ve emrettiği hususlarda ona itaat etmektir.

5. Onlar: "... Sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın" dediler. Bağışlamak ise, ancak bir günah söz konusu olduğu zaman meydana gelir. Günah da emre muhalefet etmektir.

6. Onlar: "... Sizi acıklı bir azaptan kurtarsın" dediler. Bu da açıkça göstermektedir ki, onlardan Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmeyenleri, Allah acıklı bir azaptan kurtarmaz. Muhakkak ki bu nokta, İslâm şeriatının onları da kapsadığını apaçık göstermektedir.

7. Onlar: "Kim Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmezse o, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakıcı değildir. O'ndan başka onun dost ve yardımcıları da olmaz." dediler. (Ahkâf, 32)

İşte bu âyeti kerime, Allah'ın davetçisinin çağrısını kabul etmeyenlere açık bir tehdittir.

Bu âyeti kerimelerle onların, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şeriatıyla amel ve ibadet ettikleri gibi, daha önce Mûsâ (sallallahu aleyhi ve sellem)'nın şerîatıyla amel ettiklerine delil getirilmiştir. Her ne kadar bu âyetler direk olarak bunu gerektirmezlerse de, ancak Allah Teâlâ'nın:

"Ey cin ve insanlar topluluğu, size içinizden peygamberler gelmedi mi?" Sözü; Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'den önce de cinlerin peygamberlerin şeriatlarıyla amel ettiklerini göstermektedir. Daha önce geçen âyetler de buna delâlet etmektedir. Buna göre peygamber efendimizin hem insanlara, hem de cinlere gönderilme özelliği, onlardan bâzılarına değil de hepsine gönderildiği anlamına gelir. Ondan önceki peygamberler ise, bunlardan sadece belli bir gruba gönderilirlerdi.

Peygamberi Süleyman (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"... Cinden bir kesim de Rabbinin emri ile eli altında iş görürlerdi. Onlardan kim verdiğimiz emirden saparsa, biz ona alevli ateş azabından tattırırdık." (Sebe' 12)

İşte bu da katışıksız bir tekliftir.

Sahih bir hadisi şerifte vârid olmuştur ki:

Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara Kur'ân okudu. Onlar da Rasûlüllah'dan kendileri ve hayvanları için bir azık belirlemesini istediler; Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'da Allah'ın isminin üzerinde anıldığı her kemiğin onlar için azık olduğunu ve her dışkının da onların hayvanları için yem olduğunu belirtti ve bunlarla istincâ etmekten bizi nehyetti. (Buhari; Fethü'l Bârî, 7/171; Müslim, 450.)

Eğer bu konuda sadece Allah Teâlâ'nın:

"... Biz, bir Rasûl göndermedikçe de azap edici değiliz." (İsrâ, 15) sözü olsaydı - ki Allah Teâlâ cinlerin kâfir olanlarının azap edileceklerini haber vermiştir -; tek başına bu âyeti kerime bile onların rasûllere tâbi olmakla mükellef oldukları hususunda delil olmak için yeterli olurdu.

Muhakkak ki Rahman sûresinin içeriği, cinlerin de İslâm şeriatının emir ve yasaklarıyla mükellef olduklarına delâlet etmektedir. Zira Allah sübhanehû ve Teâlâ iki türün yaratılışlarını şöyle diyerek anlatmıştır:

"(İlk) insanı testi gibi ses veren kupkuru çamurdan yarattı. Cinni de dumansız ateşten yarattı." (Rahman, 14-15)

Daha sonra her iki cinse de onların etmelerini gerektiren, nimetleri yalanlamalarını inkâr eden, onları Allah'ın va'dettiği şeylere teşvik eden ve O'nun vaidinden onları korkutan bir hitapla seslendi. Ve şu sözüyle de onları tehdit etti:

"Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka (insanlar ve cinler), yakında sizin hesabınıza bakacağız." (Rahman, 31)

Daha sonra onları günahlarının neticelerinden korkuttu ve zâten onları bildiği için, öğrenmek maksadıyla onların günahlarının ne olduğunu sormayacağını, bilakis günahkârları yüzlerinden tanıyacağını ve onları ayaklarından ve alınlarından yakalayıvereceğini bildirdi. Daha sonra ise her iki sınıfın da azap ve mükâfatlarını zikretti.

İşte bunlar delâlet eder ki, cinler de emir ve nehiylere muhatap olan, mükâfata mahzar olup azaba maruz kalan mükelleflerdir.

Nitekim Tirmizi de geçen Câbir b. Abdullah'ın hadisi şöyledir:

Rasûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının yanına geldi ve onlara başından sonuna kadar Rahman sûresini okudu, onlar da susup dinlediler.

Rasûlüllah buyurdu ki:

"Ben bu sûreyi, cin gecesinde (onlarla görüştüğüm gecede) cinlere de okudum, onlar bu sûreyi sizden daha güzel karşıladılar; ben onlara her: "O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" âyetini okuduğumda; onlar şöyle derlerdi:

 "Ey Rabbimiz, senin nimetlerinden yalanlayabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Hamdolsun sana."

İşte bu hadisi şerif, onların zeki ve akıllı kimseler olduklarını, hitabın içeriğini ve onunla kendilerinin kastedildiklerini bildiklerini göstermektedir.

Allah Teâlâ'nın bu sûredeki:

"Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka (insanlar ve cinler), yakında sizin hesabınıza bakacağız" (Rahman, 31) sözü; şeraitlerle mükellef olan iki sınıfa da tehdittir.

Allah Teâlâ'nın şu sözüne gelince:

"Ey cinn ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın. Ama buna dâir güç ve imkânımız olmadıkça kaçamazsınız ki..." (Rahman, 33)

Bu âyetin tefsiri hakkında iki görüş vardır:

1. Görüş: Eğer göklerde ve yerde olanları bilmeye gücünüz yetiyorsa bilin. Ama güç ve imkânınız olmadıkça, Allah'dan bir beyyine / açık bir delil olmadıkça bunu bilemezsiniz ki...

Buna göre bu âyette geçen nüfuz, insanların ve cinlerin ilimlerinin göklere ve yere nüfuz etmesidir.

2. Görüş: Eğer Allah'ın otoritesinden, saltanat yeri ve memleketinden; göklerin ve yerin kenarlarından kaçmakla, Allah'ın hükümranlık ve saltanat mahallinden çıkmakla kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın. Ama sizin için bunun imkânsız olduğu bilinen bir husustur. Çünkü siz nerede olursanız olun, yine de benim otoritemin altında ve mülk ile kudretimin mahallinde olursunuz.

Bu âyetin tefsiri hakkında Dahhâk şöyle der:

"Eğer ölüm anında kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın. Zira ne yaparsanız yapın yine de o size ulaşacaktır."

Eğer bu âyeti kerimedeki hitap, dünyada onlara yöneltilmiş bir söz ise, şüphesiz ki bu görüşlerin hepsi de mümkündür ki âyetten kastedilsinler.

Ancak bu âyeti kerimenin tefsiri hakkında bir takrir de şöyledir:

Bu hitap, melekler yeryüzünün her tarafını kuşattığı ve ateş saçaklarının her tarafı kapladığı, kaçan yaratılmışların kaçacak bir delik bulamayacakları ahiret günü onlara yöneltilen bir sözdür. Şu âyeti kerimede olduğu gibi:

"Ey kavmim, muhakkak ben sizin için bağrışıp çağrışma gününden korkarım. O günde arkanızı dönüp gideceksiniz..." (Mü'min, 32-33)

Bu âyet hakkında Mücâhid der ki:

"Siz kaçacaksınız fakat Allah'ı âciz bırakamayacaksınız."

Dahhâk ise şöyle der:

"Onlar cehennemin solumasını işittikleri zaman hızlıca kaçmaya başlarlar, gittikleri her yerde meleklerin saf bağlamış olduklarını görürler ve tekrar eski yerlerine dönerler. İşte Allah Teâlâ'nın:

"Melekler de onun çevresinde olacaklar..." (Hakka, 17) Sözü ile:

"Ey cinn ve insan toplulukları! Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın..." (Rahman, 33) sözü bundan bahsederler."

Bu son görüş daha açıktır.

En iyisini Allah bilir.

İnsanlar ve cinler arkalarını dönüp kaçmaya başladıklarında onlara:

"... Eğer göklerle yerin kenarlarından kaçmaya gücünüz yetiyorsa kaçın" denir.

Yâni; eğer göklerle yerin kenarlarını aşıp Rabbinizi âciz bırakmaya gücünüz yetiyor ve artık o da size azap etmeye güç yetiremeyecekse bunu yapın.

Sanki bu âyetin öncesi ve sonrası da bu görüşe dalâlet etmektedir. Zira öncesinde:

"Sizin hesabınıza bakacağız..." âyeti bulunmaktadır ki, bu ahirette olur; sonrasında ise:

"Artık gök yarılıp yağ tortusunu andıran kırmızı bir gül gibi olduğu zaman" âyeti bulunmaktadır. Bu da ahirette olur. Dolayısıyla bunların arasında kalan bu âyette ahirette gerçekleşir.

Allah Teâlâ bu âyeti kerimede bütün cinlere ve insanlara hitap etmektedir. Çünkü burada umumluk kalıbı olan:

"Ey cinn ve insanlar topluluğu!" ifadesi kullanılmıştır. Bu da onların hepsinin bu hitabı ve içeriğini işitmekte ortak olmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu da ancak Allah Teâlâ'nın onların hepsini, çağrıcının sesini işittirebileceği ve gözün görebileceği tek bir sahada toplamasıyla mümkün olur.

Allah Teâlâ'nın bu sûredeki şu sözüne gelince:

"O günde ne insana ne cinne günahı sorulmayacak." (Rahman, 39)

Allah Teâlâ burada günahları, hem insanlara hem de cinlere nispet etmektedir. Bu da gösterir ki onlar mükellef olmakta eşittirler. Burada nefyedilen sorulma hakkında ihtilâf edilmiştir:

Denildi ki:

Bu, dirilme ve durulacak yere gitme esnasındadır. Bu esnada hiç kimseye günahı sorulmayacaktır. Fakat onlar uzun bir süre kıyamette durduktan, kendilerini hesaba çekerek bu uzun ve zorlu duruştan kurtarması için Allah katında şefaatçiler edindiklerinde sorulacaklardır.

Bu konuda şöyle de denmiştir:

Burada nefyedilen, öğrenmek için sormaktır. Yoksa hesaba çekip cezalandırmak için sormak burada nefyedilmiş değildir. Yâni; Allah onların günahlarını zâten bildiği için onların ne olduğunu öğrenmek ister gibi sormaz; bilakis günahlarından dolayı onları hesaba çekerek sorar.

 

İÇİNDEKİLER

5. Bölüm