Rabb sübhanehu ile zengin olmanın üçüncü derecesi
ise: O'nun varlığıyla kurtuluşa erme zenginliğidir.
Bu, zenginlik derecelerinin en yücesidir. Çünkü
birinci ve ikinci dereceler; Allah'ı zikredip O'na yönelmenin neticesi idiler.
Sadık bir şekilde Allah'a yönelmenin neticesinde mukaddes sıfatların nurları
kalbe akmış ve kalp bu nurlarla zenginleşmiştir. Aynı şekilde Allah'ın kuluna
yeterli ve kefil olduğu, kulunun vekili ve güzel olan tedbiriyle kulun işlerini
düzene soktuğu şuurunu kula verirler. Bununla da kulun nefsi zenginleşir.
Hakk teâlâ ile zenginleşmek olan bu derece ise:
Hakk teâlâ'nın var olmasının neticelerindendir. Bu mertebe; ancak
sıfatlarını neticelerini elde edip zât'ı mukaddes'in varlık neticelerini elde
etmeye yükseldikten sonra gerçekleşebilir.
Bu ise; tevhid güneşinin doğmasıyla yâkin
mertebesine ulaştıktan sonra mümkün olur.
Bu mertebenin kemali: tevhid güneşinin doğması
neticesinde fani varlık kilidinin ortadan kalkması ve baki varlık güneşinin
parlamasıdır.
Bu derece; kalbe atılan ve kalbin kendisi
vasıtasıyla zât'ı mukaddes'in azametini gördüğü bir nurdan ibarettir. Nasıl ki
bundan önceki dereceler; kalbe atılan ve kalbin sıfatların azametini görmesini
sağlayan bir nurdan ibaret idiyse...
Şayet zati veya fiili sıfatlardan birinin neticesi kalbi ve nefsi zenginleştiriyorsa; ruhların gördüğü; ikram ve celâl ile muttasıf zat'i mukaddes'in nurları hakkında ne düşünürsün?
Bu, vasıflanamayan ve açıklanması imkansız olan bir zenginliktir. Fakir olan kul, rahim ve aziz olan efendisinin varlığını görerek zenginleşir. Bu seviyeye ulaştıktan sonra senin için; biten bir fakirlik ve devam eden bir zenginlik olmadığı gibi ölümden daha lezzetli bir yaşayış da kalmaz. Bu makama ulaşmak hususunda nefsini aciz görme; çünkü seninle bu makam arasında sadece samimi bir taleb vardır.
Bu makam; nefsinin kadr'ü kıymetini bilen ve onu düşük bir bedele satmayı istemeyen özgür bir insanın samimi azmi ve ilerleyişinden başka bir şey değildir. İlahi bir eserde Allah'ü Teâlâ'nın şöyle dediği rivayet edilir:
"Ey insanoğlu! Ben seni kendim için yarattım; oyun ve eğlenceye dalma. Senin rızkını Ben üstüme aldım sen yorulma. Ey insanoğlu! Beni ararsan bulursun; şayet Beni bulursan her şeyi bulmuş olursun. Yok eğer Beni kaybedersen her şeyi kaybetmiş olursun. Benim, sana her şeyden daha çok sevimli olmam gerekir."
Samimi olarak Allah'ı arayan insan, O'nu bulur. Ve Allah'ı bulan bir insanı; Allah'ın varlığı her şeye karşı onu zengin ve ihtiyaçsız hale getirir. Böyle bir kul zenginlik içinde özgür olur ve heybet içinde yüzünde bu buluşan nur ve parıltıları bulunur. Şayet kul, kendi mevlasını kaybederse; umduğu şeylerin hepsinden uzaklaşır ve uzun zorluklara katlanmak zorunda kalır.
Bu zenginliği elde eden kimse; gözü Allah'la aydın olup O'nun varlığıyla kurtuluşa erdiği için her kesin de gözü onunla aydın olur. Bu mertebeye ulaşmayan kimse ise; dünya için nefsi üzüntü ve kederlere boğulur. Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
"Kimin en büyük maksadı dünya olursa; Allah'ü Teâlâ onun fakirliğini her iki gözünün arasına koyar ve onun gücünü kuvvetini de dağıtır. Dünyadan ise sadece onun için takdir edilmiş olan mikdarı gelir. Kimin de en büyük maksadı âhiret olursa; Allah'ü Teâlâ onun zenginliğini kalbine koyar ve gücünü kuvvetini bir araya toplar. Dünya ise boyun eğerek ona gelir. Allah'da her hayrı ona hemen verir."
(Tirmizi, 2465.)
İşte gerçek fakirlik ve gerçek zenginlik budur. Şayet âhireti en büyük maksat edinenin zenginliği böyle olursa; acaba Allah sübhanehu'yu en büyük maksat edinenin zenginliği nasıl olur?
|