بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allah'ı Bulmakla Zengin Olmanın İkinci Derecesi

 

Allah'la zengin olmanın ikinci derecesi ise; sürekli O'nun "el-Evvel" olduğunu müşahede etmektir. Tasavvuf erbabına göre bu müşahede öncekinden daha üstündür. Bu müşahedeyle oluşan zenginlikte öncekiyle oluşan zenginlikten daha mükemmeldir. Çünkü hakiki zenginliğin temel esası budur.

Şüphesiz ki; Allah, kulun kalbini kendisinin "el-Evvel" sıfatını müşahede etmek için açarsa; yani kul;

- Hiçbir şey yok iken Allah'ın var olduğunu,

- O'nun hakk ilah olduğunu,

- İsim ve sıfatlarında kâmil olduğunu,

- Zâtı gereği başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını,

- Kendisini övecek, yüceltecek ve ibadet edecek varlıkları yaratmadan önce de her türlü hamde lâyık sadece O olduğunu,

- O'nun "ma'bud", "övülen", "Hayy", "Kayyum", önce de sonra da her "hamde lâyık, mülkün sahibi" olduğunu,

- Ezeli ve ebedi olarak kemal sıfatlarıyla mevsuf ve celâl vasıflarıyla nitelendiğine,

- O'nun dışındaki her şeyin varlığının O'na bağlı olduğuna ve

- O'nun hiçbir şeye muhtaç olmadığına şahitlik ederse; bu şahitlikle O'nun dışındaki şeylerin hepsini unutuverirse; önceden yok olan bu kulun varlığı fani olup ezelde var olan Allah baki kalır ve mümkünattan olan bütün varlıklar, O'nun ezeli ve ebedi olan varlığı yanında yok olur. Çünkü bütün varlıklar; O'nun yaydığı, uzattığı ve sonra da kaldırdığı gölgeler gibi olurlar. Bu büyük müşahedeyle kul, kendi ihtiyaçlarından müstağni olup bununla gıdalanır.

Tasavvuf erbabına göre bu zenginliğin öncekinden daha faziletli oluşunun sebebine gelince; çünkü bundan önceki müşahede de kulun varlığına işaret eden bir şaibe vardı.

Bu ikinci müşahede de ise; "el-Evvel" olan Allah'tan başka bütün varlıklar Allah'ın varlığı yanında yok olup ilk halleri olan yokluğu dönüşmüşlerdir.

Allah'ın "el-Evvel" olması onları yok etmiştir. Dolayısıyla kul da katıksız bir yokluğa dönüşmüştür. Her ne kadar kulun benliği müşahhas olarak var olup kendisine işaret edilebîliyorsa da; ancak kulun benliği; Allah'ın "evveliyeti" yanında fani olup ezeli ve baki olan tek Allah kalır. Hakk teâlâ'nın dışındaki şeylerin tümü kulun nazarında yok olur.

İşte bu durumda kul; Allah'ın dışındaki her şeyin yok olacağını ve apaçık Hakk'ın sadece Allah olduğunu müşahede eder.

Hiç şüphe yok ki; bu müşahedeyle gerçekleşen zenginlik bundan önceki zenginlikten daha mükemmeldir.

Bu zenginlik, sadece Allah'ü Teâlâ'nın evveliyetini müşahede etmekle elde edilen bir şey değildir. Kalplere görünen Rabb sübhanehû'nun bütün sıfatlarıyla kul; onları bilmesi ve onlarla kulluk yapması oranında bu zenginliği elde edebilir.

Mesela; Allah'ın yaratıklarından yüce ve kullarının üstün de olduğunu, doğru sözlü ve doğrulanmış olan Allah'ı en iyi bilen, tanıyan zâtın haber verdiği şekilde Allah'ın "arş"a istiva ettiğini müşahede edip bu sıfatın gerektirdiği şekilde Allah'a kulluk eden kimse; kalbinin ihtiyaçlarını arzedeceği, kendisine yükseleceği, münacaat edeceği ve önünde, zelil bir kulun aziz bir melik'in önünde duruşu gibi duracağı bir "Samed" bulmuş olur.

Sözlerinin ve amellerinin kendisine yükseleceğini, en seçkin dostları yanında O'na arzedileceğini hisseder; Böylece orada kendisini rezil rüsvay edecek söz ve davranışlarının O'na yükselmesinden utanır.

Yine bu kimse; ilahi emir ve düzenlemelerin her vakit alemin her tarafına her türlü tasarruf ve düzene koymak ile ilgili olarak; öldürme, diriltme, görevlendirme, görevden alma, alçaltma, yüceltme, bağışta bulunma, geri alma, belaları kaldırma ve gönderme, devletleri değiştirme ve savaşları kazanıp muzaffer olmayı münavebeli olarak insanlar arasında değiştirme ve bunlardan başka Allah'tan başka kimsenin tasarrufta bulunamayacağı memleketin bütün tasarruflarıyla ilgili olarak indiğini müşahede eder. Bu memlekette, Allah'ın düzenlemeleri Allah'ın istediği şekilde geçerli olur.

Allah şöyle buyuruyor:

"Gökten yere kadar her işi, O idare eder ve işler O'na bir günde yükselir ki o günün miktarı, sizin saydığınız (gün)den bin sene eder." (Secde,5)

Bilmek ve kulluk etmek bakımından buna hakkını veren kimse; bununla müstağni olur.

Yine her şeyi kuşatan ilahi ilmi, yer de ve gökler de, denizlerin en dibinde ve dağların katları arasında bulunan hiçbir zerrenin O'ndan saklı kalmadığını, aksine O'nun ilminin bütün bunları tafsilatıyla kuşattığını müşahede eden ve bu müşahedenin gereğiyle kulluk yapan:

Hatırına gelen şeyleri ve iradesini, tüm durumlarını, niyetlerini ve azalarını kontrol eden kimse; bilir ki, onun açık gizli tüm hareketleri, hatırına gelen şeyler, iradesi ve tüm durumları Allah'ın yanında açık seçik olup bunlardan hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

Aynı şekilde kul; Allah sübhanehu'nun, farklılıklarıyla açığıyla gizlisiyle kullarının bütün seslerini işittiği sıfatını kalbiyle hissederse; Allah'ın yanında; sözünü gizleyenle onu açığa vuranların eşit olduğunu, sözünü açığa vuranın sesinin, sözünü gizleyenin sesini duymaktan O'nu alıkoyamayacağını, çok, farklı ve bir arada bulunmalarıyla beraber seslerin O'nun yanında birbirine karışmadığını, nasıl ki bütün yaratıkları yaratıp onları diriltmesi bir kişiyi yaratıp diriltmesi gibi kolaysa bütün seslerin de bir ses gibi olduğunu bilirse; bu müşahedesiyle istiğna sahibi olabilir.

Yine kul; karanlık bir gecede sert bir kayanın üzerindeki siyah bir karıncanın yürüyüşünü gören Allah Teâlâ'nın "el-Bâsir" isminin manasını müşahede eder ve O'nun, en küçük varlık olan zerrenin yaratılışının tafsilatını, onun özünü, damarlarını, etini ve hareketini gördüğünü, gecenin karanlığında bir sineğin kanadını uzatmasını gördüğünü bilir ve bu müşahedeye; bütün durumlarını kontrol ederek ve bunların Allah tarafından görüldüğünü bunlardan hiçbir şeyin Allah'a göre gayb olamayacağını yakinen bilerek kulluk hususundaki hakkını verirse; Bununla da istiğna sahibi olabilir.

Aynı şekilde kul; bütün fiil sıfatlarını kapsayan "kayyumiyet" perdesini müşahede eder, her şeyin ve her nefsin yönetecisinin O olduğunu, O'nun kendi nefsiyle kaim; tedbiri, rububiyeti, kahrı ve iyilik yapana mükafatını kötülük yapana da cezasını ulaştırmakla başka her şeyin işini düzene koyduğunu bilirse; O'nun; kayyumiyeti'nin kemalinden dolayı uyumadağını ve uyumanın O'na yaraşmadığını, adaleti bazen indirip bazen kaldırdığını, gündüz amellerinden önce gece amellerinin gece amellerinden önce de gündüz amellerinin O'na yükseldiğini, O'nun uyuklamayan ve uyumayan, şaşmayan ve unutmayan yegane varlık olduğunu iyice bellerse; bununla zenginlik kazanabilir. Bu, ariflerin en yüksek müşahede mertebesidir. Bu mertebe, "Rububiyet" mertebesidir.

Peygamberlerin (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onların hanif olan tabilerinin müşahedesi olan "Uluhiyyet" mertebesi ise bundan daha yücedir. O da;

- Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına,

- O'ndan başkalarının uluhiyetlerinin batıl ve muhal olduğunu,

- O'ndan başka ilahlaştırıp ibadet edilmeye lâyık, Kendisi için namaz kılınıp secde edilmeye müstahak, İsimleri, sıfatları ve fiilleri kemal seviye de olduğu için kendisine son derece boyun eğilmesiyle beraber nihayetsiz bir şekilde sevilmeyi hak eden başka hiçbir varlığın mevcut olmadığına şehadet etmektir.

- Hakiki olarak itaat edilmeye layık sadece O'dur.

- Gerçekten ilah edinilmesi gereken yegane hüküm sahibi sadece O'dur.

- O'ndan başkasına yapılan bütün kulluklar, ibadetler batıl, zorluk ve sapıklıktır.

- O'ndan başkasına gösterilen sevgi; seven için bir işkencedir. O'ndan başkasıyla oluşan zenginlikler gerçek fakirlik ve sapmadır. O'nun dışındaki bir şeyle gerçekleşen izzet hakiki zillet ve aşağılıktır. O olmadan oluşan çokluklar gerçekte azlık ve yokluktur. Mahlukat için O'ndan başka bir Rabb'in olması imkansız olduğu gibi; onlar için O'ndan başka bir ilahın olması da imkansızdır.

- Bütün rağbetlerin ve isteklerin yöneldiği yegane varlık sadece O'dur. O'nunla beraber başka bir ilahın da olması muhal/imkansızdır.

Gerçekte ilah olabilecek zatın; "el-Gâniyy" (her şeyden ihtiyaçsız) ve "es-Samed" (her şey kendisine muhtaç) olması, hiçbir şeye ihtiyaç duymaması, her şeyin varlığının ve devamının O'na bağlı olması ve O'nun hiçbir şeye bağlı olmayıp kendi nefsiyle kaim olması gerekir.

Yine aynı şekilde varlık aleminde iki ilahın olması da imkansızdır; şayet varlık aleminde iki ilah bulunsaydı, alemin nizamı müthiş bir şekilde fesada uğrayıp bozulurdu. Nasıl ki alemde iki failin eşit şekilde bulunması, her birinin yaptığı fiillerin bağımsız olması imkansız ise (bu da imkansızdır). Çünkü onların her ikisinin bağımsız olması yine onların bağımsızlığıyla çelişir ve onlardan birinin bağımsız olması bağımlı olanın Rabb olmasını engeller.

Denebilir ki ulûhiyet tevhidinin en büyük delili rububiyet tevhididir.

Bundan dolayı da Kur'an'da "ulûhiyet"e dair en çok "rububiyet tevhidiyle" delil getirilmiştir. Çünkü rububiyet tevhidinin ulûhiyet'e delâleti sağlam ve açık olup akli ve fıtri olarak kabul edilmesi zorunlu ve yeryüzü ehli rububiyet tevhidini ikrar ve itiraf ediyorlar. Putperestler de rububiyet tevhidini ikrar edip ulûhiyet tevhidini inkar ediyorlardı ve şöyle diyorlardı:

"O ilahları bir tek ilah mı yapmış? Doğrusu bu cidden şaşılacak bir şeydir." (Sâd,5)

Halbuki onlar; onları, gökleri, yeri ve bunların arasında olan her şeyi yaratanın sadece Allah olduğunu ikrar ediyor. Bütün bunların yegane malikinin O olduğunu kabul ediyorlardı. Bundan dolayı Allah peygamberler (sallallahu aleyhi ve sellem) göndererek onların fıtratlarında bulunan ortaksız bir şekilde sadece Allah'ı birlemelerini onlara hatırlatıyordu. Şayet onlar kendi fıtratlarına ve akıllarına müracaat etseydiler; Allah'la beraber başka bir ilahın bulunmasının mümteni' / imkansız ve de batıl olduğunu göreceklerdi.

Ulûhiyet perdesi; hanif olan insanların müşahedegâhıdır. Bu mertebe; Allah'ın bütün isim ve sıfatlarını kapsayan bir derecedir. Kulların bu mertebeden nasipleri; Allah'ın isim ve sıfatları hususundaki payları kadardır.

"Allah" ismi celilesi kapsayıcı bir isim olduğundan dolayı bu mertebenin de unvanı o oldu. Bu isim kapsayıcı bir isim olduğu içindir ki bütün güzel isimler buna nisbet edilebilir.

Şöyleki; Rahman, Rahim, Gaffar, Kâhhar isimleri Allah'ın isimleridir denebildiği halde "Allah" ismi "Rahman"ın isimlerindendir denemez.

Allah'ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

"el-Esmâü'l-Hüsna (en güzel isimler) Allah'ındır."

Bütün perdeler bu perdede toplanır ve bunun dışındaki her bir perde; bu perdenin sıfatlarından biridir.

Kimin kalbi; "ulûhiyet"i müşahede etmek için genişler ve onun kulluk hakkını ifa ederse ki; son derece boyun eğip O'nu tazim etmekle beraber O'nu mükemmel bir şekilde sevmek ve bütün kulluk görevlerini yerine getirmekten ibarettir.

Evet kim bunu yaparsa; o kimse Hakk olan ilah'ı bulunmakla son derece zengin olmuş olur ve bütün kullar arasında en zengini o olur.

 

İÇİNDEKİLER

1. Bölüm