بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Avamm'ın Sevgisi

 

Dedi ki:

"Avamm'ın sevgisine gelince bu, minnet duyma hissinden doğar ve sünnete tabi olmakla karar bulur. Gayeye icabet etme yoluyla da gelişir. Bu vesveseyi kesen, hizmet etmekten haz aldıran, musibetlerde teselli veren bir sevgidir."

 

Avamm'ın yolunda imanın direği derece derecedir. Bir kısmı bir kısmından kâmildir. Her derecesi de bir altına göre özel bir üstüne göre ise genel (sıradan)dir. O açıdan hâs (özel) ve âmm (genel) diye iki kısma ayrılması, iki türünü bir birinden tamamen ayıracak bir taksimat değildir.

Bilakis sevgi sebebi ve onu gerektiren durumlar itibariyle kısımlara ayrılır. Bu hususta da iki kısma ayrılır:

Birincisi, iyilik görmekten ve nimetleri gözetmekten doğar. Çünkü kalbler kendilerine iyilik yapanları sevmek kötülük yapanlardan nefret etmeye yoğrulmuştur. Hiç kimse de Allah kadar ihsan edecek değildir. Çünkü kuluna ihsanı her an ve her nefestedir. Her halinde insan onun ihsanı içinde döner dolaşır. Bu ihsanların sayıları ve sınıfları bir tarafa türlerini (cinslerini) dahi sayamaz. Nefes nimeti -hemen hiç kimsenin aklına gelmeyen bu nimet -ihsan olarak kula yeter. Çünkü insan bir günde yirmi bin defa nefes alır- verir. Her bir nefeste Allah'tan bir nimettir. En küçük nimeti günde yirmi bin defa tekerrür ediyorsa bundan büyük olan da çok daha büyük olacaktır.

"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız" (İbrahim 34).

Bunlara ek olarak da ondan bertaraf ettiği ona gelebilecek eziyetler ve zararlar da var. Bunlar da her halde çokluk açısından nimetlere eşittir. Kul bunların çoğununda farkında değildir. Allahu Teala da gece gündüz bu nimetleri ona verir.

Allahu Teala buyuruyor ki:

"Deki! Gece ve gündüz Rahman'ın yerine sizleri kim koruyabilir (nimetlendirir)." (Enbiya 42).

Onlara nimet veren, onları koruyup gece gündüz onlara gelebilecek eziyetlere karşı muhafaza eden Allah'u Tealadır. Ondan başka koruyucuları yoktur.

Bunların hepsi - hem de Allah'ın onlara hiçbir ihtiyacı yokken onlar da her yönden tam manasıyla ona (Allah'a) muhtaçken -gerçekleşmektedir.

Bazı eserlerde Allah'u Teala'nın şöyle dediği geçmekte:

"Ben en cömerdim, benden daha cömerdi var mı? Kullarım büyük günahlar işleyerek bana meydan okumalarına rağmen ben onları nimetlendiriyorum."

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)de bulutları gördüğünde şöyle derdi:

"Bunlar yeryüzünü sulayanlardır. Allah bunları kendisini zikretmeyen, ona ibadet etmeyen kullara (da) gönderir." (Tirmizi 3298, Ahmet 2/370)

Yine şöyle buyurmaktadır:

"Hiç kimse gördüğü bir eziyet karşılığında Allah'tan daha sabırlı değildir. Onlar O'na evlat nispet etmekte o ise onları rızıklandırır ve afiyet verir" (Buhari, Müslim)

Bazı rivayetlerde, şu geçer:

"Allah der ki:

Ey Ademoğlu! Hayırlarım sana her zaman iner, senin şerlerinde katıma yükselir. Ben sana ihtiyacım olmadığı halde beni sevmen için nimetlerimi sana indiriyorum. Sen de bana muhtaç olmana rağmen isyanlarla kendinden nefret ettiriyorsun. Yüce melek de senin kötü amellerini devamlı bana getirmekte"

Eğer kullarını sevmeseydi, onlara iyilik etmeseydi, yerlerde ve göklerde, dünyada ve ahirette olanları onlar için yaratırmıydı?

Ardından onları ehil kılmış ve onlara ihsanda bulunmuştur. Onlara peygamberler göndermiş, üzerlerine kitaplar indirmiş ve şeriatlar vermiştir.

Hep ona dua etmelerine izin vermiştir. Yaptıkları bir iyilik karşılığında ondan yedi yüze kadar kat kat sevap, yaptıkları bir kötülüğe karşıda bir seyyie yazmıştır. Bundan da tevbe ederlerse onu siler yerine iyilik yazar. Bir kulun günahları gökyüzüne ulaşsa ve kul istiğfar etse ona mağfiret eder.

Yeryüzü doluşunca günahlarla ama tevhid üzere ve şirk koşmadan Allah'ın huzuruna gelse, dünya dolusu mağfiretle onu karşılamaktadır.

Kullara ayrıca günahları yıkan tevbeyi meşru kılmış, onları tevbe etmeye muvaffak kılmış ve bunu onlardan kabul etmiştir.

Onlara ayrıca Hacc'ı emretmiştirki hacc, öncesinde işlenen günahları siler ve onları bu ibadeti işlemeye muvaffak etmiş, ve günahlarını da affetmiştir.

Onlara emrettiği diğer ibadet ve itaatlerde böyledir. Bunlar onlara emreden, onlar için yaratan ve onlara veren ve karşılığını da koyan O'dur. Sebepte ondan sonuçta. Muaffakiyet de ondan nimetler de.. onlar ise ihsanın yeridir. Kuluna mal vermiş ve şöyle demiştir:

Bununla bana yaklaş senden kabul edeyim. Kul da mal da O'nundur. Sevap da ondandır. Başta da sonda da veren O'dur. Sânı böyle olan zât nasıl sevilmez?

Kul ona ait sevginin bir payını başkasına vermekten nasıl utanmaz? Hamd'e övülmeye ve sevilmeye O'ndan layık kim olabilir? Kerem etmeye ihsan etmeye ondan evla kim olabilir?

Kulları ona tevbe ettiklerinde çok sevinir (razı olur). Ve günahlarını affeder. Tevbe ettiği için de kulunu sever. Halbuki kula tevbeyi ilham eden ve ona muvaffak eden de O'dur. Allah aynı zamanda gökleri meleklerle doldurmuş ve onlara yeryüzündekilere istiğfar etmelerini emretmiştir. Meleklerden arşı taşıyanları mü'min kullarına dua etmek, onlara için istiğfarda bulunmak ve cehennem azabından korumayı istemekle, onları cennete koyması için izniyle şefaatçi olmakla vazifelendirmiştir.

Kullara yapılan bu iyiliklere, bu şefkate bu rahmete onlara duyduğu bu sevgiye iyice bak ve düşün.

Bütün bunlara ek olarak, peygamberlerini gönderdikten, kitaplarını indirdikten, kendini isim ve sıfatlarıyla tanıttıktan sonra her gece dünya semasına iner.

Kullarına sorar ve ihtiyaçlarını ona arzetmelerini ister. Günahkarlarını tevbeye, hastalarını ondan şifa istemeye, fakirlerini ondan faziletini istemeye, ihtiyaç sahibini ihtiyacını gidermesini ondan istemeye çağırır. Kullarına işkence etmelerine, ateşlerde yakmalarına ve ona savaş açmalarına rağmen onları tevbeye davet eder:

"Şüphe yok ki mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işkence edip sonra da tevbe etmeyenler için, cehennem azabı ve onlar için de bir de yakıcı azap vardır" (Buruc, 10)

Selef alimlerinden bazıları demiştir ki:

O'nun keremine bir bakın. Onlar nasıl da dostlarına işkence edip, ateşlerde yakmışken onları tevbeye davet etmektedir. Bu kapıdan herkes O'nun sevgisine girebilir. Kullarına nimetlerini gözleriyle görmekteler. Nefesleri sayısınca bu nimetler içinde yüzmekteler.

Bazı hadislerde merfu olarak rivayet edilmiştir:

"Size gıda olarak verdiği nimetlerden dolayı Allah'ı sevin! Beni de Allah'ı sevdiğiniz için sevin" (Tirmizi 3789)

Bu, nimetleri görmekten iyiliklere müşahede etmekten doğan bir sevgidir. Kalb bu nimetler içinde yol katettikçe sevgisi artar ve pekişir. Ayrıca sonu da yoktur ki kalb orada dursun. Hatta bunlara baktıkça ibreti ve az bir kısmını hatırında tutmaya dair acziyeti artar. Böylece bildikleriyle bilmediklerine ulaşır. Allah'u teala da kullarını bu kapıdan çağırmıştır. Bundan girdiklerinde başka bir kapıdan çağrılırlar. O kapı da ancak özel (hâss) olan veli kullarının girdiği isim ve sıfatlar kapısıdır. Bu gerçek sevenlerin kapısıdır. Ve onlardan başkası bu kapıdan giremez.

Buna dair ilmi artıkça da özlemi, sevgisi ve susuzluğu artar. Nimet ve ihsan sebebine kemâl ve cemal sebebi de eklenince bu sevgiden ancak en adi, en habis, en eksik, hayırdan en uzak olan kalb geri durur. Çünkü Allah kalpleri, sıfatları ve ahlakı kamil olan ihsan sahibi kimseyi sevmek fıtratı üzere yaratmıştır.

Eğer Allah'ın kalpleri yarattığı fıtrat bu ise şu bilinmektedir ki hiç kimse Allah'tan daha ihsan sahibi, ondan daha kâmil ve ondan daha güzel değildir.

Yaratılmışlarda mevcut olan her kemal ve her güzellik onun kudretinin sonucudur. Kemalinin sınırı olmayan, celâl ve cemali vasfedilemeyen O'dur. Kullarından hiç kimse güzel sıfatları, büyük ihsanları ve eşsiz fiillerinden dolayı O'nu hakkıyla övemez. Bilakis bu ancak kendini övdüğü şekilde olur.

Eğer kemâl zâti olarak sevilen bir şeyse o zaman Allah'ın zâtı ve sıfatlardan dolayı sevilmesi vaciptir. Çünkü hiçbir şey ondan kâmil değildir. Her ismi, her sıfatı ve her fiili onun kemaline delalet eder.

Her fiilinde ve her emrinde sevilen ve hamd edilen sadece O'dur. Çünkü fiillerinde abes, emirlerinde tutarsızlık söz konusu değildir. Bilakis fiillerinin hepsi hikmet, maslahat, adalet, fazilet ve rahmet dairesi dışına çıkmaz. Bu fiillerden her biri, hamdi övgüleri ve sevgiyi vacip kılar.

Kelâmının hepsi sıdktır ve adalettir, cezalarının hepsi fazilet ve adalettir. Muhakkak ki o, verdiği zaman faziletinden rahmet ve nimetinden verir. Mani olur veya ceza verirse bu da adalet ve hikmetiyledir.

 

İÇİNDEKİLER

4. Bölüm