بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Bu Rivayetlerin Arasını Bulma

 

Bu rivayetlerin arası şu şekilde bulunabilir:

Melek devamlı bir şekilde nutfenin durumunu gözetliyor ve vakti geldikçe şöyle diyor:

"Ya Rabbi, nutfe oldu, kan pıhtısı oldu, et parçası oldu."

Her vakitte, onun Allah'ın emriyle aldığı şekli dile getiriyor. Halbuki Allah onu da meleğin sözünüde daha iyi bilir.

Bu şekilde meleğin tasarrufu birkaç vakitte gerçekleşiyor.

Bu vakitlerin birincisi; Allah'ın onu nutfe olarak yaratıp sonra da kan pıhtısına dönüştürdüğü andır ki onun oluştuğuna dair meleğin bilgisi ilk bu vakitte oluşuyor; çünkü her nutfe çocuk olmaz. İşte bu, birinci kırk günden sonra ve ikinci dönemin başında gerçekleşiyor. Bundan dolayıdır ki - Allah daha iyisini bilir - Allah'ın Rasulûne indirdiği ilk sûrede buna işaret edildi:

"Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O insanı bir 'alâk' tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı." (Alâk, 1-2)

Allah insanı, onun başlangıç noktası olan "alâk" tan yaratmıştır. İşte İnsanın rızkı, eceli, ameli ve şaki veya said olduğu bu dönemde yazılır.

Daha sonra meleğin farklı bir vakitte bundan başka bir tasarrufu cereyan ediyor. Bu tasarruf da; onun şekillendirilip, kulağının, gözünün, derisinin, kemiğinin, etinin ve erkeklik veya dişiliğinin oluşturulmasıdır. İşte bu işlemde ancak; ruh üfürülmeden önceki dönem olan üçüncü kırk ta gerçekleşir; çünkü ruhun üfürülmesi, ancak tasvirinin tamamlanmasından sonra mümkün olabilmektedir. Bundan dolayı diyoruz ki; ana karnında iki takdir iki yazım gerçekleşiyor:

Birinci takdir ve yazım; yaratılmanın başlangıcı olan nutfe döneminde gerçekleşiyor ki bu dönem, nutfenin üzerinden kırk gün geçip "alâka" aşamasına geçtiği andır. Bundan dolayı da rivayetlerin birisinde şöyle geçer:

"Nutfenin üzerinden kırk iki gün geçtiği zaman..."

İkinci takdir ve yazım ise; tasviri ve yaratılması kemale erip, azalan belirlendikten ve erkekliği veya dişiliği takdir edildikten sonra gerçekleşir. Bunlardan anlaşılan şu ki; birinci takdir; kırk günden sonra nutfeye yönelik iken ikinci takdir- tasvir edildikten sonraki cenin'e yöneliktir. Daha sonra cenin doğduğunda ise, her sene karşılaşacağı şeyler o sene takdir edilir. İşte seneden seneye kadir gecesinde gerçekleşen takdir budur ve takdir ikincisinden daha özel olduğu gibi ikinciside birinci takdirden daha özeldir.

Bunun bir benzeri de şudur:

Allah'ü Teâlâ, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce bütün yaratıkların kaderlerini yazdı. Sonra bu yaratıkları yaratıp var edince tekrar onların kaderlerini takdir etti. Daha sonra da her sene içerisinde olacak şeyleri o senenin kadir gecesinde takdir ediyor. İşte "nutfe" nin durumu hakkındaki takdirde bu şekilde; bir defa rahim duvarına yapıştıktan sonra ve ikinci bir defa da ceninin tasviri tamamlandıktan sonra gerçekleşiyor. Gökler ve yer yaratılmadan önceki takdiri de daha önce belirttik. Bu şekilde takdirden sonra takdir vuku buluyor.

Bunun diğer bir benzeri de amellerin kaldırılması ve Allah'a sunulmasıdır. Çünkü senenin amelleri şa'ban ayında yükseltilir. Şa'ban ayının, amellerin kendisinde yükseltildiği bir ay olduğunu doğru sözlü ve doğrulanmış olan zat haber vererek şöyle demiştir:

 "Ben, oruçlu olduğum halde amellerimin yükseltilmesini arzuluyorum." (Nesâi, 4/201.)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan sabit olduğu gibi haftalık amellerde pazartesi ve Perşembe günlerinde sunulur.

Günün amelleri gündüzün sonunda ve gecenin amelleri de gecenin sonunda sunulur. (Müslim. 2565; Tirmizi, 747.)

Ebû Mûsâ el-Eş'ari peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Allah uyumaz ve uyumak O'na yaraşmaz. Allah, adaleti indirir ve kaldırır. Gündüz olmadan gecenin amelleri ve gece olmadan gündüzün amelleri O'na yükseltilir." (Müslim, 179; İbni mâce, 195.)

Bu günlük sunma işlemi pazartesi ve Perşembe günlerindeki sunmadan daha özel olduğu gibi; onlardaki sunma işlemi de şa'ban ayındaki sunmadan daha özeldir. Daha sonra ecel bittiğinde ise; onun amelinin tümü kaldırılıp Allah'a sunulur ve sahifesi dürülür. İşte buda daha başka bir sunuş işlemidir.

Bu, büyük kıymeti haiz olan meseleler, kadere iman konularının en önemlileridirler. Bunların üzerinden örtüyü kaldırıp ümmeti hidayete / doğruya ulaştıran Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)'ya salat ve selam olsun!

Eğer denilse ki: şu hadisler hakkında ne dersiniz:

"Nutfenin üzerinden kırk iki gün geçince Allah ona bir melek gönderir ve o melek, onu tasvir edip kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiğini oluşturur. Sonra melek şöyle der:

"Ya Rabbi, erkek mi dişi mi?"

Rabb'in dilediği hükmü verir ve melek onu yazar. Melek yine şöyle der:

"Ya Rabbi, eceli ne kadardır?"

Rabb'in dilediği miktarı söyler ve melek onu yazar."

Bu hadisi bu lafızlarla Müslim rivayet etmiştir.

Aynı hadisin bir başka rivayeti şöyledir:

"Nutfe rahim de yerleştikten kırk veya kırk beş gün sonra melek ona gelir ve şöyle der:

"Ya Rabbi, şaki mi said mi?"

Bu hadisin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:

"Nutfe rahim'e düştükten kırk gün sonra melek gelir..."

Bütün bunlar onun şekillendirilmesinin ilk kırk günden hemen sonra olduğunu gösteriyorlar.

Buna cevaben deriz ki:

Şüphesiz ki hissedilen tasvir ve cildinin, kemiğinin ve etinin oluşması ancak üçüncü kırk günde gerçekleşir; birinci kırk'tan sonra gerçekleşmez. Bu kesin olarak bilinen bir şeydir. O zaman ya bu lafizlardaki kırk günden maksat üçüncü kırk gün olur ve et parçası (mûdğa)', ilk durumu göz önüne alınarak "nutfe" diye isimlendirilmiştir. Veya bu kırk günden maksat ilk kırk gün olur; bu durumda da "tasvir" inin yazılması ve takdir edilmesi sonraki durumuna bakılarak "oluşturmak" diye isimlendirilmiş olur. Dolayısıyla hadisteki:

"melek onu şekillendirip onun kulağını ve gözünü oluşturdu" cümlesinin anlamı şöyle olur;

 "Bunlar meleğe bildirildi ve melek bunları takdir edip yazdı."

Daha sonra bunları üçüncü kırk günde yapacaktır. Yahut da bu kırk'tan maksat ilk kırk gün olur ve tasvir den maksat da gerçekten şekillendirmek olur; ancak bu durum da "tasvir"in, insanın duyu organlarının algılayamayacağı gizli bir şekil vermeye yorumlanması zorunlu olur. Çünkü nutfe kırk günü aşınca alâka (bir kan pıhtısına) dönüşür ve bu daha yaratılmanın başlangıç noktası sayılır.

Bu başlangıç noktasıyla beraber, duyu organlarının algılayamayacağı bir şekilde "gizli tasvir"de başlar. Daha sonra üçüncü kırk gün geçince de hissedilir ve müşahede edilebilir bir şekilde tasvir edilir / kendisine şekil verilir.

Hadisin bu lafızları için, bu üç takdirden birisinin yapılması kaçınılmaz bir zorunluluktur ve bundan başka bir şey de kesinlikle caiz değildir. Çünkü "âlâk"da, kulak, göz, cilt ve kemik kesin bir şekilde yoktur. Bu takdirlerden / yorumlardan üçüncüsü ise; hadisin lafızlarına daha çok uygun düşen ve daha iyi bir şekilde kadere delalet eden takdir şeklidir. Allah, Rasulûnün muradını en iyi bilendir. Ancak bizler de; müşahede edilen yaratılmanın ve deri, kemik ve ete taksim edilmenin üçüncü kırk günden sonra gerçekleştiğinden şüphe ediyor değiliz.

Bu açıklamalardan maksadımız şudur:

Şakavet, saadet ve karşılaşacağı şeylerin yazılması, yaratılmasının başında oluşur.

Bu hususta dördüncü bir yorum daha yapılabilir; şöyle ki:

İlk kırk gün içinde "nutfe" ye önem verilip bakılmaz; "nutfe" kırk günü aşınca daha yeni yaratılma devrelerine geçer. Bu devreler birbiri ardına olup bu devrelerde "takdir" ve "yazım" işlemi gerçekleşir.

Bu noktada Abdullah b. Mes'ud'un hadisi; bu işlemin, "mûdğa"(et parçası) dönemi olan üçüncü devrenin tamamlanmasından sonra gerçekleştiğinde sârih / açıktır.

Hûzeyfe b. Üseyd ve başkalarından daha önce aktarmış olduğumuz bazı hadisler ise; bu işlemin kırk günden sonra gerçekleştiğini belirtip, kırk günden ne kadar sonra olduğuna herhangi bir açıklama getirmeden mutlak bırakıyor. Bu mutlaklık, İbni Mes'ud'un hadisinde kayıtlandırılmış ve vakti belirtilmiştir.

Hiç şüphe yok ki bu durumda yapılması gereken şey; mutlak olanı kayıtlı olana göre değerlendirmektir.

İşte bu durumda, nutfenin ilk devreden sonraki durumu, yaratılması ve lehine aleyhine takdir edilen şeyler hakkında tafsilatlı bir şekilde haber verilmiş olur. Bütün bunlar da değişik vakitlerde olup, hepsi de ilk kırk günden sonra olan şeylerdir. "Alâk (kan pıhtısı)" dönemi "mûdğa (et parçası)" devresinden önce, "mudğa" "tasvir"den; "tasvir" (şekil verme) ruhun üfürülmesinden önce olduğu gibi bunlar da biri diğerinden önce olmaktadır.

Bu durumda şöyle denebilir:

İlk kırk günden sonra "nutfe" "alâk"a daha sonra da "mudğa"ya dönüşür ve bu dönemden sonra da şekil verilerek kemikleri ve derisi terkib edilir, kulağı ve gözü yarılır, ruh üfürülür ve şaki mi said mi olduğu yazılır. Bütün bunlarında, hiç aralıksız hemen ilk kırk günün akabinde gerçekleşmesi gerekmez. Gerçekten bu çok güzel bir yorumdur!

Bu açıklamaları yapmaya bizi iten şey şunu ifade etmek istememizdir:

Kişinin saadet, şakavet, ahlak ve rızkının takdir edilmesi; daha kul dünya evine gelmeden önce gerçekleşmiş ve kul daha anasının karnında iken cennete veya cehenneme gideceği belli olmuştur.

Ebû Hüreyre (r. a.)'dan rivayet edilmiştir; peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Allah, insanoğlunun zinadan payını yazmıştır. Hiç şüphe yok ki o bunu yapacaktır:

Gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır. Nefis ise isteyip arzular. Tenasül uzvu ise, bunların hepsini ya doğrular veya yalanlar," (Buhari-el-feth, 11/502; Müslim, 2657.)

Ebû Said el-Hûdri (r. a.)'den:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Muhakkak ki Allah'ın gönderdiği her peygamberin ve iş başına getirdiği her halifenin iki çeşit sırdaşı bulunur; bunlardan birisi, ona hayrı emreder ve onu hayra teşvik eder. Diğeri ise, ona kötülüğü emreder ve onu kötülüğe teşvik eder. Allah'ın koruduğu kimse kötülükten korunmuş olur." (Buhari-el-fethü'l bari, 13/189.)

Adiy b. Hâtem (r. a.)'den:

Rasulûllah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldim:

O bana şöyle dedi:

"Müslüman ol kurtul."

Dedim ki: "İslâm nedir?" şöyle buyurdular:

"Allah'tan başka ibadete layık ilah / ma'bud olmadığına ve benim Allah'ın Rasulû olduğuma şahitlik etmen; hayrı ve şerriyle, tatlısı ve acısıyla kadere iman etmendir." (İbni Mâce, 87.)

Amr b. Tağlib (r. a)'den:

Dedi ki: peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bir mal geldi; o da bazılarına verdi bazılarına da bu maldan bir şey vermedi. Kendilerine bir şey verilmeyenlerin bunu yadırgadıklarını haber alınca şöyle buyurdu:

"Ben, bir adama verir başka birine de vermem; ancak vermediğim benim yanımda verdiğimden daha sevimlidir. Ben, kalplerindeki kaygı ve endişeden dolayı bazılarına veriyorum ve diğer bir takım kimseleri de Allah'ın kalplerine koyduğu kanaatkârlık ve hayra havale ediyorum." (Buhari-el-feth, 6/250.)

İmrân b. Hûseyn (r. a)'den: peygamber şöyle buyurdu:

"Allah vardı ve O'ndan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerinde idi. Gökleri ve yeri yarattı, 'zikir (levh'i mahfuz)'da her şeyi yazdı."  (Buhari-el-feth. 13/403; Ahmed. 4/426.)

İbni Abbas (r. a.)'dan: peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Eşecc Abdulkays (r. a.)'a şöyle dedi:

"Şüphesiz ki sende, Allah'ın sevip hoşnut olduğu iki ahlak / huy vardır: yumuşak huyluluk ve ağırbaşlı olmak."

Eşecc Abdulkays şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Rasulü, bunlar; benim kendileriyle ahlaklandığım iki ahlakmı dır; yoksa ben bunların üzerinde mi yaratıldım?"

Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Bilakis sen bunların üzerinde yaratıldın" deyince Eşecc şöyle dedi:

"Kendisinin sevip hoşnut olduğu İki ahlak / huy üzerinde beni yaratan Allah'a hamd olsun!" (Müslim, 26.)

Ebû Hüreyre (r. a.)'den:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

"Karşılaşacağın her şeye dair kalem kurumuştur (hepsi yazılıp bu iş bitmiştir)." (Nesâi, 6/59-60; Buhari-el-fethü'l bari, 9/117)

Abdullah b. Mes'ud, Hûzeyfe b. Yemân, Übeyy b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit (r. a.)'in şöyle dedikleri rivayet edilir:

"Şayet Allah, gökler de ve yerde bulunanlara azap etse onlara zulüm etmiş olmaz. Eğer onlara rahmetini bahsetse, O'nun rahmeti onlar için amellerinden daha hayırlı olur. Şayet sen Allah yolunda uhud dağı kadar altın infâk etsen; sen kadere iman etmedikçe, sana isabet edecek olan şeyin seni şaşmayacağını ve senin başına gelmeyecek olan şeyin de sana isabet etmeyeceğini bilmedikçe Allah onu senden asla kabul etmez. Eğer sen bundan başka bir inanç üzere ölürsen; cehenneme girersin."

Zeyd b. Sabit bunu peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den naklederek söyledi.  (Ebû Dâvud, 4699; Ahmed b. Hanbel, 5/185; İbni Mâce, 77.)

Ebû Hafs eş-Şâmi, Ubâde b. es-Samit (r. a.)'den naklediyor:

Ubâde (oğluna hitaben) dedi ki:

"Oğulcuğum! Sen, başına gelecek olan şeyin seni şaşmayacağını ve başına gelmeyecek olan şeyin de sana isabet etmeyeceğini bilmedikçe imanın tadına varamazsın. Ben, Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediğini işittim:

"Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona: "yaz" dedi. Kalem: "Ben ne yazayım ya Rabbi" deyince Allah şöyle buyurdu:

"Kıyamet kopana kadar olacak her şeyin kaderlerini yaz."

Oğulcuğum! Ben, Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediğini işittim:

"Kim bu inançtan farklı bir şey üzere ölürse; o kimse benden değildir." (Ebû Dâvud, 4700; Tirmizi, 2155.)

Müslim b. yesâr el-Cüheni diyor ki:

Ömer b. el-Hattab'a şu âyet soruldu:

"(Rasûlüm,) hani Rabb'in, Âdemoğullarından, onları (gelmiş gelecek) zürriyetlerini, sırtlarından (sulblerinden zerreler halinde) al(ıp çıkar)mıştı..." (Â'raf, 172)

Bunun üzerine Ömer şöyle dedi:

Rasulûllah'a da bu âyet sorulmuştu da bunun üzerine onun şöyle dediğini işittim:

"Allah Âdem'i yarattı ve daha sonra onun sırtını sağ eliyle meshetti; böylece onun sırtından bir zürriyet çıkardı ve şöyle dedi:

"Bunları cennet için yarattım ve bunlar cennet ehlinin amellerini işleyeceklerdir."

Daha sonra tekrar onun sırtını meshetti ve ondan bir zürriyet çıkararak şöyle dedi:

"Bunları ateş için yarattım ve bunlar ateş ehlinin amellerini yapacaklardır."

Bir adam dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulû, o zaman niye amel ediyoruz ki?"

Rasulûllah şöyle cevap verdi:

"Allah'ü Teâlâ bir kulu cennet için yarattığında, onun cennet ehlinin amellerini işlemesini sağlar; öyle ki o cennet ehlinin amellerinden birini yaparken ölür ve Allah bu amel vesilesiyle onu cennete koyar. Allah bir kulu cehennem için yarattığında da, onun cehennem ehlinin amellerini işlemesini sağlar; öyle ki o cehennem ehlinin amellerinden birini yaparken ölür ve Allah bu ameli sayesinde onu cehenneme koyar."  (Tirmizi, 3075; Ebû Dâvud, 4703.)

Ebû mûsâ el-Eş'ari (r. a.)'den:

Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Allah'ü Teâlâ Âdem'i, Bütün yeryüzünden aldığı bir kabza (avuç) topraktan yarattı. Böylece Âdemoğulları, yeryüzündeki toprak çeşitlerine göre farklı farklı oldular; onlardan bir kısmı kırmızı tenli, bazısı beyaz tenli, diğer bazıları da siyah tenli ve bunların arasındaki renklerde oldular. Yine bazıları yumuşak (huylu) ve bir kısmı da sert (huylu) oldular. Onlardan iyi olanları olduğu gibi kötü olanları da oldu."

Tirmizi bu hadisi rivayet ederek şöyle dedi:

"Bu hadîs "hasen ve sahih" tir." (Tirmizi, 2955.)

İmam Taberi, Malik b. Ubade (r.a.)den şunu naklediyor:

Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) İbni Mes'ud'a dedi ki:

"Fazla sıkılma; kader de olan gelir ve senin için ayrılmış olan rızık gelip seni bulur."

Yine İmam Taberi, Târik b. Şihab (r.a.)'dan:

o da Hz. Ömer (r. a.)'den:

Rasulûllah şöyle buyurdu:

"Ben davet ve tebliğ edici olarak gönderildim; hidayete erdirme hususunda elimde hiçbir şey yoktur. Şeytan da kötülüğü süsleyici olarak yaratıldı; dalâlete sürükleme hususunda onun da elinde hiçbir şey yoktur."

Abdullah b. Abbas (r.a.) diyor ki:

Bir gün peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) terkisinde idim. Dedi ki:

"Yavrum, sana bir takım kelimeler öğreteyim: Allah Teâlâ'nın koyduğu ahkâmın hududunu muhafaza et. Allah Teâlâ da seni muhafaza eder. Allah Teâlâ'nın sevgisini, saygısını kalbinde muhafaza et, neticede en muhtaç olduğun zaman Hak Teâlâ'nın yardımını karşında hazır bulursun. Bolluk ve genişlik zamanında kendini Allah'a tanıtmaya çalış. Darlık ve sıkıntı anında da o seni tanır. Muhtaç olduğunu isteyeceğin takdirde-başkasından değil Allah'dan iste. Yardım dileyeceksen Allah'dan dile. İyi bil ki bütün bir millet toplanıp sana fayda vermeğe çalışsalar, Allah Teâlâ'nın yazıp takdir ettiği kadarıyla sana faydalı olurlar. Sana bir zarar ulaştırmağa çalışsalar, ancak Allah Teâlâ'nın takdir ettiği kadarıyla sana zarar verebilirler. Çünkü kalemler, vaki olacak her şeyi tesbit ettikten sonra kaldırılmış, sahifelerin mürekkebi kurumuş, artık yeniden yazma imkânı kalmamıştır.."

Hadisin bir başka rivayetinde şu da vardır:

"Bil ki ilâhi yardım sabır ile beraberdir. Genişlik ve rahatlık da meşakkatle beraberdir. Zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık bulunur." (Tirmizi, 2516.)

İbni Abbas (r. a.) diyor ki:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hutbede şöyle dedi:

"Hamd Allah'a mahsustur. Biz O'na hamdeder ve O'ndan yardım dileriz.

Şüphesiz ki Allah kimi hidayete erdirirse, artık onu saptıracak yoktur ve kimi de saptırırsa artık onu hidayete erdirecek kimse olmaz. Allah'dan başka ibadete layık ilah/ma'bud olmadığına, O'nun tek olduğuna, ortağı bulunmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Rasulû olduğuna şehadet ederim..." (Müslim, 868.)

Zeyd b. Erkam:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Allahım! Nefsime takvayı ver. Onu arındır. Şüphesiz ki sen, onu arındıranların en hayırlısısın; çünkü sen, onun velisi ve mevlasısın." (Müslim, 2722.)

Hz. Ali (r. a):

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in "istiftah" duasını yaparken şöyle dediğini naklediyor:

"Allahım! Beni ahlak'ın en güzel olanına eriştir. Senden başkası ahlak'ın en güzel olanına eriştirmez. Ahlak'ın kötü olanını da benden uzaklaştır. Ahlak'ın kötü olanını benden uzaklaştırmaya senden başkası kadir değildir." (Müslim, 771; Ebû Davud, 760; Nesâi, 2/130.)

Süfyan es-Sevri, Halid el-Hâzza'dan: o da Abdula'la'dan: o da Abdullah b. Haris'den rivayet ediyor:

Ömer b. el-Hattab hutbe okumak için kalktı ve hutbesinde şöyle dedi:

"Allah kimi hidayete erdirirse, onu saptıracak kimse olmaz. Allah kimi de saptırırsa, onu hidayete erdirecek kimse olmaz."

Bu esnada Hz. Ömer (r. a.)'in yanında caselik bulunuyordu. Hz. Ömer (r. a.)'in bu sözünü işitince bunu inkâr edercesine elbisesini silkti.

Hz. Ömer: "ne diyorsunuz?" diye sorunca şöyle dediler:

"Ey mü'minlerin emiri, bu adam, Allah'ın hiç kimseyi saptırmayacağını iddia ediyor."

Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:

"Yalan söyledin Ey Allah'ın düşmanı. Bilakis seni yaratan ve sonra da seni saptıran Allah'tır. Eğer dilerse seni ateşe de sokacak olan O'dur. Allah'a yemin ederim ki; eğer imanın olmasaydı senin boynunu vururdum."

Allah mahlukatı yarattı: cennet ehlini ve onların işleyecekleri amelleri yarattı; bir de cehennem ehlini ve onların işleyecekleri amelleri yarattı ve şöyle dedi:

"Bunlar bunun (cennet) için bunlar da bunun (cehennem) içîndir."

İmam Taberi Ebû Bekir es-Sıddik'in şöyle dediğini nakleder:

"Allah mahlukatı yarattı ve onları kabzasına aldı. Sağ elinde olanlara dedi ki:

"Selametle cennet'e girin." Diğer elinde olanlara:

"Ateşe girin. Size ihtimam göstermem" dedi. Bu söz kıyamet gününe kadar gelecek olanlar için geçerlidir."

Hz. Ali'den rivayet edilir:

Bir gün onun yanında "kader" meselesi zikredildi. Bunun üzerine o, baş parmağını ve işaret parmağını ağzına koyup çıkardı ve onları diğer elinin ayasına bastı. Sonra da şöyle dedi:

"Ben şehadet ederim ki bu iki nokta, "ümmü'l kitap" ta yazılıdır.

İmam Buhari Abdullah b. Mes'ud (r. a.)'un şöyle dediğini nakleder:

"Şaki, anasının karnında şaki olduğu yazılandır. Saadet ehli olan kimse ise, başkasından ibret alıp ders çıkarandır."

Yine Abdullah b. Mes'ud (r. a.) şöyle der:

"Benim bir kor ateşi ağzımda tutmam veya elimde soğuyana kadar onu kabzetmem, Allah'ın hükme bağladığı bir şey için (Allah'ın kazası gereği meydana gelen bir şey için):

"Keşke bu olmasaydı" dememden bana daha sevimlidir."

Ve şöyle diyor:

" Bir kişi, kadere iman etmedikçe ve öleceğini, öldükten sonra dirileceğini bilmedikçe imanın tadına varamaz."

A'meş Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini nakleder:

"Şüphesiz ki kul, ele geçirmek için ticaret ve imaret meselelerine son derece önem verir. Allah, yedi kat göğün üstünden ona bakar ve meleklere şöyle der:

"Onu ondan çevirin. Çünkü eğer Ben ona o ticareti veya emirliği verirsem onu ateşe atarım."

Devamla İbni Mes'ud:

"Allah onu o işten alıkoyar" dedikten sonra şöyle dedi: "

Bu durumda o şöyle der:

"Bu musibet nereden  başıma geldi?" veya bunun benzeri bir söz söyler. Halbuki bu Allah'ın kereminden ve lutfûndan başka bir şey değildir."

İmam Zühri İbrahim b. Abdurrahman b. Avf'tan şunu nakleder:

Abdurrahman b. Avf şiddetli bir hastalığa yakalandı ve bayıldı. Ayıklıktan sonra şöyle dedi:

"Ben bayıldım mı?"

"Evet" dediler. Bunun üzerine o şöyle dedi:

"Bana, sert ve katı olan iki adam geldiler. Elimden tutup şöyle dediler:

"Yürü! Emin ve Aziz olanın yanına mahkemeye gidiyoruz."

Onlar beni götürürlerken biri onlarla karşılaştı ve şöyle dedi:

"Onu böyle nereye götürüyorsunuz?" onlar:

"Onu, Emin ve aziz olanın yanında mahkeme olmaya götürüyoruz" dediklerinde o onlara şöyle dedi:

"Bırakın onu! Şüphesiz o; daha anasının karnında iken saadet ehli olduğu yazılmıştı."

Abdullah İbni Abbas şöyle diyor:

"Kader, tevhidin nizamıdır. Kim Allah'ı birlediği halde kadere iman etmezse, onun kaderi inkar etmesi tevhidini bozar. Kim de hem Allah'ı birler hem de kadere iman ederse; işte bu, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa tutunmuş olur."

Âta' b. Ebi Rabah diyor ki:

Ben İbnî Abbas'ın yanında iken bir adam geldi ve ona şöyle dedi:

"Ey İbni Abbas, ne dersin! Birisi beni hidayetten alıkoysa ve sonra da dalâlet ehlinin yeri olan cehenneme beni koysa; bana zulmetmiş olur mu?"

İbni Abbas cevaben dedi ki:

"Şayet hidayet onunda yanında bulunan sana ait bir şey olsa da o sana vermese, şüphesiz ki, sana zulmetmiş olur. Yok eğer hidayet O'na ait bir şey olup onu dilediğine veriyorsa, o zaman da sana zulmetmiş olmaz."

Bunu dedikten sonra ona şöyle dedi:

"Kalk buradan! Benimle birlikte oturma!"

Sahih bir rivayetle varid olmuştur ki; Yahya b. Ya'mûr İbni Ömer'e şöyle dedi:

"Bir takım insanlar: "kader yoktur, bir şey (önceden yazılmış olmaksızın) yeni şimdi oluyor" diyorlar. Abdullah b. Ömer ona şöyle dedi:

"Onlarla karşılaştığın zaman onlara: "İbni Ömer'in onlardan beri olduğunu, onların da ibni Ömer'den beri / uzak olduklarını" söyle."

Katade, Ebis-sivâr'dan:

Hasan b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Her şey hükme bağlandı ve kalem kurudu. Artık her şey, yazılmış olan bir kitaptaki hükümlere (kazaya) göre cereyan ediyor."

Amr b. el-As şöyle diyor:

"Üç şeye son derece şaşarım: kaderden kaçarken bile kaderle karşılaşan bir kişiye şaşarım. Kendi gözünde kütük olduğu halde onu ayıplamayan, fakat kardeşinin gözündeki çöpü görüp ayıplayan kimseye şaşarım. Atındaki aceleciliği gücü oranında düzeltipte kendisindeki aceleciliği düzeltmeyen kimseye de şaşarım."

Ebû Derdâ da şöyle diyor:

"İmanın zirvesi dört şeydir: ilâhi hükme sabır, kadere rıza, ihlasla tevekkül etme ve Rabb'e tam bir şekilde teslim olmaktır."

Haccac el-Ezdi diyor ki:

Selman'a:

"Kadere iman ne demektir?" diye sorduğumuzda şöyle cevap verdi:

"Sana isabet eden şeyin, senin başına gelmemesinin mümkün olmadığını; senin başına gelmeyecek olan şeyin de sana isabet etmesinin mümkün olmadığını bilinendir."

Cabir b. Abdullah şöyle dedi:

"Bir kimse, hayrı ve şerriyle kaderin tümüne iman etmedikçe; kendisine isabet edecek olan şeyin kendisini şaşmayacağını ve başına gelmeyecek olan şeyin de kendisine isabet etmeyeceğini bilmedikçe iman etmiş olmaz."

Hişâm b. ûrve b. Zübeyr babasından:

Hz. Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Bir kul, belirli bir zaman cennet ehlinin amelini işliyor; halbuki Allah katında, o cehennem ehlinden yazılmıştır."

Bu konuda rivayetle pek çoktur. Biz ancak bazılarına işaret etmiş bulunuyoruz.

 

İÇİNDEKİLER

1. Bölüm