بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Genel Değerlendirme

Ezcümle:

1. Allah, tevbe edenleri seviyor ve onların tevbe etmelerinden dolayı hoşnut oluyor.

İşte tevbeyi sevip ondan hoşnut olduğu için, kulunun günah işlemesini takdir etti. Günah işledikten sonra, eğer daha önceden ilâhi inayete mazhar olmuşsa, tevbe etmesi takdir edilir.

2. Kula, Allah'ın kaza ve kaderindeki izzetini, meşietinin geçerliliğini ve hükmünün her şeye uygulandığını bildirmektir.

3. Kulun Allah'ın korumasına muhtaç olduğunu, şayet Allah onu kollayıp korumazsa, kaçınılmaz olarak helak olacağını; çünkü onu param parça etmek için şeytanların her taraftan ellerini uzatmış olduklarını ona bildirmektir.

4. Kulun kendisinden yardım istemesini ve düşmanıyla nefsinin şerrinden kendisine sığınmasını, kendisine dua edip yalvarmasını sağlamaktır.

5. Kulunun, kendisinin önünde zilletle baş eğme makamının kemâline ermesini istemesidir. Çünkü kul, Salih ve istikamet üzere olduğunu müşahede ederse kibirlenir ve şöyle olduğunu zanneder...

Allah onu günah işlemekle imtihan ettiği zaman, nefsi küçülür, zelil olur ve Allah'ın kendisini bağışlamasını ummaya başlar...

6. Böylece Allah kula, nefsinin hakikatini ve onun çok hata yapan câhil olduğunu gösteriyor...

Ve nefiste bulunan ilim, Salih amel ve hayır gibi bütün güzelliklerin Allah'tan kendisine verildiğini; kendi nefsinden kaynaklanmadığını ona bildiriyor.

7. Bununla Allah, kulunun günahlarını örtmekle ne kadar geniş bir ilim ve kereme sahip olduğunu ortaya koyuyor...

Zira, eğer Allah dileseydi, günahından dolayı hemen kulu cezalandırır ve kulların arasında onun ayıplarını teşhir eder; böylece onların arasında güzel bir yaşayışı olmazdı.

8. Kulun zulüm ve kötülük yapmasıyla beraber onun tevbesini kabul edip onu affetmesiyle Allah, ona olan keremini ona gösteriyor.

9. Allah'ın kulunun aleyhine hüccetini ikame etmesidir. Zira kula karşı en üstün hüccet Allah'ındır. Şayet Allah ona azap ederse, adaletiyle ve onun üzerinde bulunan hakkıyla ona azap etmiş olur.

10. Kendi amelleriyle övünme ve kendisini beğenme elbisesini kuldan çıkarmasıdır. Nitekim peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"Şayet sizler günah işlemez olsaydınız, sizin hakkınızda bundan daha kötü olan bir şeyden korkardım: kendini beğenmek..."

11. Meliklerden başkasına elverişli olmayan büyüklenme elbisesini kuldan çıkarıp, kendisinden başkası kula yaraşmayan zillet elbisesini ona giydirmektir.

12. Bununla Allah, kulun kalbinde bulunan kulluk / ubudiyet duygusunu; korku, haşyet, ağlamak, titremek ve pişman olmak yollarıyla dışarıya vurmaktadır.

13. Günah ve musibetlere maruz kalmakla kul, Allah'ın nimeti olan afiyetin ve kendisini koruyup başarıya eriştirmesi şeklinde tecelli eden lütfunun kıymetini bilir.

Zira devamlı bir şekilde afiyet içinde yaşayan bir kimse, ne musibetlere maruz kalan kimselerin çektikleri zorluklan bilebilir, ne de afiyetin kadrini anlayabilir.

14. Kul tevbe edip Allah'a döndüğü zaman, Allah onu sever ve mükâfatlandırır. Zira Allah, onun bu tevbesi sebebiyle ona olan sevgisini, rızasını ve mükâfatını artırır.

Eğer onun bu tevbesi olmasaydı, bunların hiçbiri artmazdı. Her ne kadar başka tâatlerle daha başka neticeler ortaya çıkıyor olsa da, ancak bu özel netice sadece tevbe ile ortaya çıkar.

15. Kul yaptığı kötülükleri ve zulümleri müşahede ettiği zaman, Allah'ın kendisine vereceği az nimetleri dahi çok görür; çünkü kendisi gibi kötü bir adama bu nimetlerin bile çok olduğunu düşünür.

Aynı şekilde kendisinin yapmış olduğu pek çok olan amellerini de az görür, zira yapmış olduğu kötülük ve günahları yıkayıp temizlemek için yaptığının kat kat fazlası amellerin gerekli olduğunu bilir.

Bu şekilde devamlı O, ne kadar çok olursa olsun kendi amellerini az görür. Eğer bundan başka günahların fayda ve hikmetleri bulunmasaydı bile, sadece bu yeterli olurdu.

16. Bu durum, kulun uyanık olmasını ve düşmanın hile ve tuzaklarından korunmaya çalışmasını gerektirir.

Artık kul, şeytanın hangi kapıyı kullanarak kalbine gireceğini ve kendisi hangi tedbirleri kullanarak ondan korunacağını çok iyi bilmektedir. Tıpkı hem hastalığı hem de onun ilâcını tadan doktor gibi...

17. Bazen kulun kalbinde hissetmediği müzmin hastalıklar bulunur da, kul onların ilâcını talep eder.

Latif ve Habir olan Allah sübhânehû'da ona minnet edip, onun çok açık olan bir suçu işlemesini takdir eder. Bu suçu işleyen kul, bu hastalığın acısını hisseder ve Rabb'ine sığınarak faydalı olan ilâcı içer. Böylece hissetmediği o müzmin hastalıklarda gitmiş olur.

18. Bazen Allah, günah işlemesi sebebiyle kulun Allah'tan uzaklaşması ve kendisiyle Rabb'i arasında bir perde oluşması elemini ona tattırır ki; kalbiyle Allah'a yöneldiği ve O'na itaat etmekte devam ettiği zaman ki nimet kemâle ersin.

İşlediği günahlardan sonra tevbe edip bütün kalbiyle Allah'a yönelen bu kulun hissettiği lezzet, çok susuz olan birisinin tatlı ve soğuk sudan; veya şiddetli bir şekilde korkuya kapılmış birisinin güven hissini duymaktan; yahut da çok uzun bir müddet sevgilisinden uzak kalmış birinin mahbubuna ulaşmaktan duyduğu lezzet gibidir.

Şüphesiz ki Rabbin lütfü, iyiliği ve ihsanı bütün bunlardan çok daha fazla bir şekilde kuluna erişir.

Rablerini tanımaktan ve O'nu sevmekten yüz çevirenlere yazıklar olsun!

19. Allah'ın kulunu, kendisine kulluk etmeye ve kendisine dost olmaya elverişli mi? Diye imtihan edip denemesidir. Çünkü günah işleyen bir kulun kalbinden tâat ve Allah'a yakınlık tatlılığı, çıkar; eğer kul, Allah'a kulluk etmeye ve O'na dost olmaya elverişli birisi ise; Allah'a olan muamelesinin ve Allah'ın kendisine olan lütfunun tatlılığına nefsi iştiyak duyar ve yalvarıp yakararak rabb'inden yardım ister ki, kendisini yine eski lütuf ve iyiliklerine geri döndersin.

Yok eğer kul Allah'ın lütfuna dayanmaz, O'ndan yüz çevirmeye devam eder, O'nun önceden olduğu gibi kendisini gözetleyip korumasına özlem duymaz ve kendisinin şiddetli zaruret ve fakirliğine rağmen Rabb'inin yakınlığına ihtiyaç hissetmezse; bu durumda da onun Allah'a dost olmaya elverişli olmadığı anlaşılır.

20. İlâhi hikmetin gereklerinden bir tanesi de, insanoğlunun tabiatına "şehvet / arzu" ve "gazap" duygusunu yerleştirmektir. Eğer insanın yapısında bu etkenler bulunmasaydı, insan değil melek olurdu. Bundan dolayıdır ki günah işlemek insan yapısının bir gereği oldu. Onun tabiatının gereklerinden biri de unutkan olmasıdır.

Nitekim peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"İnsanoğullarının tümü günah işlerler. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise, tevbe edenlerdir." (Tirmizi, 2499; İbni Mâce, 4251; Ahmet b. Hanbel, 3/198.)

Onların imtihan edilmeleri için günahların olması zorunludur.

Yine en iyisini bilen Allah'tır.

21. Bununla Allah, kulun yapmış olduğu iyi amelleri görmesini ona unutturup; onu günahlarıyla meşgul eder. Böylece onun işlemiş olduğu günahlar devamlı gözlerinin önünde olur. Şüphesiz ki Allah bir kul hakkında hayır murad ettiği zaman, o kulun güzel amellerini müşahede etmesini onun kalbin ve onları anlatmasını dilinden çekip alır; onu günahlarını müşahede etmekle meşgul eder.

Böylece onun işlemiş olduğu günahları, o cennete girene kadar onun gözlerinin önünden gitmezler.

Hiç şüphe yok ki kabule mazhar olan ameller, kalp ile görülmeyen ve dil ile anlatılmayan amellerdir.

Selef âlimlerinden biri şöyle dedi:

"Bazen kul bir günah işler, ondan dolayı cennete girer. Bazen de güzel amel yapar, ondan dolayı da ateşe girer."

"Bu nasıl olur?" dediklerinde şöyle dedi:

"Kul bir günah işler, o günahı gözünün önünden hiç gitmez; onu hatırladığı zaman pişman olur, Allah'a yalvarıp yakarır, o günahı silmek için çabalar, Rabb'inin önünde boyun eğer ve bu vesileyle onun kibri ve kendini beğenmişliği yok olup gider. Böylece o da cennete girer.

Bazen de kul bir iyilik yapar, o iyilik onun gözünün önünden hiçbir zaman gitmez; yaptığı o iyiliği görerek Allah'a minnet eder, o iyiliğe itibar eder ve kibirlenir. Böylece o da cehenneme girer."

22. Bir kulun, işlemiş olduğu günah ve hatalarını müşahede etmesi; hiç kimseye bir üstünlüğünün olmadığını ve hiç kimse üzerinde bir hakkının bulunmadığını düşünmesine sebep olur.

Zira kul, kendisinin aşırı derecedeki ayıplarını, hata ve günahlarını müşahede ettiğinde; Allah'a ve ahiret gününe iman eden herhangi bir müslümandan daha hayırlı olduğunu düşünmez.

Aynı şekilde insanların üzerinde yerine getirmelerini beklediği herhangi bir hakkının bulunduğunu düşünmez ve bunu yerine getirmedikleri için onları ayıplamaz. Çünkü o kendisini, Allah'ın kulları üzerinde bir hakkının bulunmasından daha değersiz ve kıymetsiz görür.

Ya da onların üzerinde kendisine bağlanmalarını gerektiren bir üstünlüğünün olmasından kendisini çok daha küçük ve liyakatsiz bilir. Kendisine selâm veren veya güler yüzle kendisini karşılayan birinin, kendisine müstahak ve lâyık olmadığı bir iyilik ve ihsanda bulunduğunu düşünür.

Böylece hem kendisi rahat eder, hem de insanlar onun şikayet ve azarlamalarından rahat eder kurtulurlar.

Bundan sonra ne kadar hoş ve tatlı bir yaşamı olur onun!

Kalbi ne kadar rahat ve nimetler içinde olur!

Gözü ne kadar aydındır onun!...

Böyle birisi nerede, devamlı insanları ayıplayan, hakkını yerine getirmiyorlar diye onlardan şikayetçi olan ve onlara kızan; onların da kendisine daha çok kızdıkları birisi nerede! Hikmetiyle bütün akılları şaşkınlık içinde bırakan Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.

23. Bu durum kulları, insanların ayıplarını araştırmaktan ve onların hatalarını düşünmekten alıkoyarak; kendi nefis ve hataları ile onları meşgul eder, kendi ayıplarını görerek insanların ayıplarını düşünmeyenlere müjdeler olsun! Yazıklar olsun kendi ayıplarını unutarak insanların ayıplarıyla meşgul olanlara!

- Birincisi, saadetin alâmeti iken;

- İkincisi; bedbahtlığın alâmetidir.

24. Kul ile günahların baş başa bırakılması, kulun insanlara iyilik yapmasını ve mü'min kardeşlerinden hata yapan, günah işleyenler için Allah'tan af dilemesini gerektirir. Artık onun dilinden düşmeyen sözü şu olur:

"Rabbim, beni, anne ve babamı, Müslüman erkek ve kadınları, mü'min erkek ve kadınları bağışla."

Zira o, kendi başına gelen musibetin günahkâr kardeşlerinin başına da geldiğini ve kendisinin muhtaç olduğu şeylere onların da ihtiyaç duyduğunu bilmektedir. Müslüman kardeşlerinin kendisi için "istiğfar" da bulunmalarını istediği gibi, kendisi de Müslüman kardeşleri için af talebinde bulunur.

25. Bu durum, kulun çok geniş bir hilim sahibi olmasını, kendisine kötülük yapanları affetmesini ve hemen onları cezalandırmamasını gerektirir. Nefsinin Rabb'iyle olan ilişkisini gören bir kul; nefsinin çok kötülük ve hata yapan günahkâr biri olmasına rağmen; Rabb'inin kendisine devamlı iyilik ve ihsanda bulunduğunu, kendisinin O'na olan şiddetli ihtiyacını ve bir göz açıp kapatmak kadar dahi O'ndan müstağni olmadığını gören bir kul; insanların kendisine karşı dosdoğru olmalarını ve kendisine katıksız bir şekilde ihsanda bulunmalarını nasıl umabilir ki?

Halbuki Rabbine karşı o böyle davranmamıştı..

Rabb'inin istediği her şeyde O'na itaat etmemiş olan birisi, kölesinin, çocuklarının ve hanımının istediği her hususta kendisine itaat etmelerini nasıl bekleyebilir?

İşte bunları müşahede etmek, onları affetmesini, onlara yumuşak davranmasını ve onların üzerinde bulunan bütün haklarının yerine getirilmesini istememesini gerektirir.

 

İÇİNDEKİLER

3. Bölüm