Önceki bölümde anlattığımız zenginlik, sâliki zenginliğin üçüncü derecesine yükseltir ki;
Hakk teâlâ'yı bulmakla O'ndan başkalarına ihtiyaç duymamaktır.
Bu derece zenginliğin en üstün derecesidir.
Bu derecenin ilk basamağı; senin Allah'ı zikretmenden daha evvel O'nun seni zikrettiğine, sen daha var olmadan, O'na itaat etmeden ve O'nu zikretmeden önce O'nun andığı kimselerle beraber seni de andığına şehadet etmendir. Sen daha hiçbir şey değilken senin yaratılmanı, rızkını, yaptığın amelleri, sana olan ihsanını ve sana verdiği nimetleri takdir eden sadece O'dur.
Allah'ü teâlâ, seni Müslüman yapmakla da seni andı;
çünkü Müslüman olmaya seni muvaffak kılan ve rahmetinden mahrum bıraktığı
kimseleri değil de Müslüman olmak için seni seçen yine sadece O'dur. O şöyle
buyuruyor:
"...O (Allah) daha önce size Müslümanlar ismini
verdi..." (Hac,78)
O seni, daha önce kesinlikle ehil olmadığın bir şeye ehil yaptı. Şayet O'nun, sana bahşettiği her türlü nimetiyle seni anması olmasaydı bu nimetlere ulaşmak için sen hiçbir yol bulamazdın. Seni uyandırmakla anan kim ki; senden başkaları uyuyanlarla berabere gaflet uykusundayken sen uyandın?
Tevbe etmen hususunda seni hatırlayan ve seni ona muvaffak kılan, Onu senin kalbine yerleştiren, tevbe etmeye seni iten sebepleri halkeden ve tevbe etmek için sadık bir azmi senin içinde dirilten; bütün bunlardan sonra da senin tevbe etmeye yönelmeni ve onun tatlılığını ve lezzetini tadmanı
sağlayan...
Evet bütün bunları senin için yapan kimdir?
O'nun dışında seni sevmekle seni anan ve senin kalbinden şiddetli bir sevginin coşup O'na yönelmesini sağlayan, sevgisiyle senin kalbini uzun bir harab olma döneminden sonra dirilten ve uzun bir yalnızlık ve gurbetten sonra kendi yakınlığıyla sana ünsiyet veren kim olabilir?
Daha önce sana yaklaşan ve senin O'na yaklaşmanı sağlayan, daha sonra bu yakınlaşmandan dolayı seni başka bir yakınlığıyla mükâfatlandıran kim olabilir?
Böylece senin O'na yakınlaşman; O'nun, biri önce biri de sonra olmak üzere iki defa sana yaklaşmasıyla, senin O'nu sevmen; O'nun iki defa seni sevmesiyle ve senin O'nu zikretmen; yine aynı şekilde O'nun iki defa seni zikretmesiyle çevrelenmiş oluyor. Şayet O'nun daha önce seni anması olmasaydı; bunlardan hiç biri olmayacaktı ve O'nu tanımak, birlemek, sevmek, O'ndan korkmak, ummak, O'na tevekkül etmek, O'na dönmek, tevbe etmek ve yakınlaşmak konularında senin kalbine yerleşmiş bulunan şeylerden bir zerresi dahi olmayacaktı.
Şüphesiz ki bunların hepsi O'nun seni anmasının neticeleridir. Daha sonra Allah sübhanehu,
nefesler sayısınca kesintisiz bir şekilde sana verdiği nimetlerle seni andı.
O'nun senin üzerinde; her göz açıp kapaman ve her nefes alıp vermende sayısızca
nimetleri bulunmaktadır ki; sen daha yok iken onlarla seni andı. Bu nimetleriyle O; kendisini sana tanıttırmak ve hem senden hem de her şeyden kemal derecesinde ihtiyaçsız olmasıyla beraber kendisini sana sevdirmek istiyor. Bütün bu nimetler; sadece O'nun sana ihsanı, lutfû ve cömertliğidir. Çünkü o, zâtı gereği ihsan da bulunan, lutûf ta bulunandır. Yoksa O; çekişmeden dolayı, senden bir karşılık beklediği için ve bunu yapmaya O'nu sevkeden bir ihtiyaçtan dolayı lutûf ta bulunmaz. Nasıl böyle olabilir ki; O,
"el-Ganiyy" (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan mutlak zengin) ve "el-Hamid" (her türlü övgüye lâyık olan)dır?
O'ndan en küçük bir nimet bile sana ulaştığında; O'nun bu nimetle seni andığını bilmen gerekir. Bu nimetle o seni andığı için bu nimetin senin yanında çok değerli olması gerekir. Şüphesiz ki; insanıyla seni anan, iyilikleriyle sen olmadan sana cömertlik yapan ve nimetleriyle kendisini sana sevdiren bir zât; hiçbir şekilde seni küçümsemez, hakir görmez. Bütün bunlarla beraber O'nun sana hiçbir ihtiyacı yoktur.
Kul, Rabb'inin kendisini andığını müşahede eder ve bu müşahede onun kalbine kadar ulaşırsa; bu müşahede onu; Rabb'inin dışındaki şeylerle meşgul olmaktan alıkoyar ve bu müşahedeyle kulun kalbinde; hiçbir şeyin kendisine benzemeyeceği bir zenginlik oluşur. Efendisi devamlı kendisini anan ve hiçbir zaman unutmayan bir köle gibi ki; efendisinin onu andığını hissetmesiyle; efendisinin ona olan nimetleri ve üstün bağışlarından daha üstün ve yüce bir zenginlik oluşur onun için. İşte buraya kadar anlattıklarımız Allah'ın kulu zikretmesi / anması ile oluşan zenginliktir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Rabbi tebâreke ve teâlâ'dan
rivayet ederek şöyle buyuruyor:
"Kim Beni tek başına anarsa
Ben de kendim onu anarım; kim de Beni bir topluluk içinde anarsa Ben de onu
onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım."
(Buhari-el-Fethül bari, 13,384; Müslim, 2675.)
İşte bu; kulun Rabbini anmasından sonra gerçekleşen ve daha önce oluşan, kulun zikreden bir varlık olmasını sağlayan anmadan farklı ikinci bir anmadır. Kulun bu iki anmayı da hissetmesi; Rabb'inin ona olan nimet ve bağışlarından daha ziyade bir zenginlik oluşturur kul için.
Biz "el-kelim'ü tayyib vel amel'üs-Salih" isimli eserimizde; Allah sübhanehû'nun kulunu zikretmesini sağlamanın da Allah'ı zikretmenin
faydalarından olduğunu belirtmiştik.
Biz o kitabımızda, zikirle alakalı her biri
benzersiz olan yüz faydayı anlatmıştık. Bütün bu faydalardan maksat ise; kulun,
Allah'ın kendisini andığını hissetmesi ve bunu müşahede etmesi onun kalbini
zenginleştirir ve ihtiyaçlarını giderir.
Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unuttuğu
kimseler ise bunun tam aksidir. Onlar her türlü hayırdan yoksun olup tam olarak
fakir / muhtaçtırlar. Kendilerinde bulunduğu düşündükleri (maddi) zenginlik ise;
fakir ve muhtaç olmalarının en büyük sebebidir.
|