Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadır. Onlar için hiçbir yardımcı yoktur."
(Nisa, 145)
Küfürlerini açıkça ilân eden kafirlerin cezası
bunlarınkinden daha hafif olup, onlarda bunların üstündeki cehennem
tabakalarında -mertebelerine göre- olurlar.
Zira bu iki grupta küfürde ve Allah ile Rasûlü'ne düşmanlık yapmakta ortak olup, ayrıca münafıkların yalan söyleme ve nifak özellikleri bulunmaktadır.
Aynı şekilde; Müslümanların onlardan gördükleri musibetler, küfürlerini açıkça ilân eden kâfirlerden gördükleri belâlardan daha dehşet verici ve daha büyüktür.
Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ onlar hakkında Şöyle buyuruyor:
"... (İslâm'a ve Müslümanlara) asıl düşman
onlardır, onlardan sakın(ın)." (Münâfikûn, 4)
Bu âyeti kerime, Müslümanlara düşman olmakta öncelikli sırayı onların aldığını ve zahiren Müslümanlara intisâb
etmeleri, dost görünmeleri ve Müslümanlarla beraber yaşamalarına bakarak onların
düşman olmadığının zannedilmemesi gerektiğini belirtmektedir.
Hatta onlar, yurtları farklı olan ve Müslümanlara
açıkça düşmanlık eden harbi kâfirlerden bile daha çok düşman kabul edilmeye
müstahaktırlar. Çünkü Müslümanlarla -içlerinde farklı bir dini benimsemelerine
rağmen- iç içe yaşayan bu münafıkların zararı, Müslümanlara açıkça düşmanlık
edenlerin zararından çok daha büyüktür.
Hiç şüphe yok ki açıkça düşmanlık eden kâfirlerle yapılan savaşlar, bir saat, birkaç gün (belirli bir süre) devam eder; sonra savaş bitip peşinden zafer gelir. Fakat bunlar sabah akşam Müslümanların yurtlarında ve evlerinde onlarla beraber Müslümanların onlarla vuruşması ve onları yok etmesi mümkün olmamaktadır. İşte bütün bunlardan dolayı onlar, yurtları farklı olup açıkça düşmanlık edenlerden daha çok düşman kabul edilmeye müstahaktırlar.
Elhâsıl:
Bu tabakada bulunanlar, bedbahtlar içerisinde en bedbaht olanlardır. Bundan dolayıdır ki ahirette onlarla alay edilmekte ve kendisiyle sırat'ın ortasına kadar gelecekleri bir nur / ışık onlara verilmekte, daha sonra Allah onların ışıklarını orada söndürmektedir. Işıkları söndürülünce onlara şöyle denir:
"Dönün arkanıza (tekrar dünyaya) da
(burası için) bir nur arayın." (Hadid, 13)
Aynı şekilde onlarla mü'minlerin arasına:
"kapılı bir sur çekilir,
(öyle ki) onun iç tarafında rahmet, dış tarafında da azap vardır,
(münafıklar,) onlara seslenirler:
"Biz (dünyada) sizinle değil miydik?" (Mü'minler de:) "Evet
(görünüşte beraberdik) fakat siz, kendinizi fitnelik yapıp yaktınız. (Hep mü'minleri dışladınız eksik tarafını ve felaketini)
gözlediniz. Şüphe ettiniz (tam inanmadınız). Kuruntular sizi, Allah'ın emri (ölüm)
gelinceye kadar aldat(ıp oyala) dı. O çok aldatıcı (şeytan),
Allah'a karşı bile (inanç ve ibâdette) sizi aldattı."
(Hadid,
13-14)
İşte şiddetli bir musibet ve hasret...
Kul için kurtuluş ve felaha doğru bir yol açılır,
kul tam kurtuluşa erdiğini ve saadet ehlinin makamlarına ulaştığını zannederken,
birden onlardan koparılıp uzaklaştırılır ve kendisi için bedbahtlık takdir
edilir...
Allah'ın ceza ve gazabından yine O'na sığınırız.
Hiç şüphesiz ki bu tabakayı oluşturanların en aşağı derecede olmaları, küfürlerinin büyüklüğünden ve katılığından kaynaklanmaktadır. Çünkü bunlar, Müslümanlarla iç içe olup beraber yaşadılar, risâlet'in öğretilerini ve ve imânın şahitlerini, uzak olan harbi kâfirlerin görmeyeceği şekilde direk olarak gördüler; onlara, açıktan düşmanlık eden harbi kâfirlere ulaşmayan imânın sıhhat ve marifeti ulaştı...
İşte bu marifet ve bilgilerine rağmen eğer onlar hakkı inkâr ederlerse, şüphesiz ki bu durumda onların küfürleri, uzakta olan harbi kâfirlerinkinden daha katı, kalpleri daha pis ve Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere düşmanlıkları daha şiddetli olur. O halde bunlar, Müslümanlarla savaşmaya soyutlanmış ve bu işi üstlenmiş olan uzaktaki harbi kâfirlerden daha bedbahttırlar. Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Bu, onların (dilleriyle) iman edip sonra
(kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Bu yüzden kalplerinin üzerine mühür
vuruldu, artık onlar (hakikati) anlamazlar." (Münâfikûn, 3)
Başka bir âyette de şöyle buyurmaktadır:
"(Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Artık
(bulundukları sapıklıktan hakk'a)
dönemezler." (Bakara, 18)
Fakat kâfirler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, sağır, dilsiz ve kördürler. Bu ! sebeple
onları, (ilâhi emirleri duysalar da) düşünmezler (gereğini yerine
getirmezler)." (Bakara, 171)
Kâfir düşünmez / akletmez, fakat münafık gördükten sonra kör oldu, bildikten sonra bilmemezlikten ; geldi, ikrar ettikten sonra inkâr etti ve imân ettikten sonra kâfir oldu...
Muhakkak ki durumu bu şekilde olan bir kimsenin küfrü daha katı, kalbi daha pis ve Allah ile Rasûlü'ne
karşı daha azgın olur. İşte bundan dolayı da en aşağı dereceyi hak eder.
Bunun başka bir sebebi de şudur:
Aslında onları münafıklık yapmaya sevkeden, onların hem mü'minler, hem de kâfirlerin yanında izzet ve mevki makam aramaları ve bunu sağlamaya çalışmalarıdır. Mü'minlerin kendilerine destek vermeleri için onları razı etmeye çalışırlar, aynı şekilde kâfirlerden de destek bulmak için onları da razı ederler.
İşte zâten onların başına gelen belâ ve Musibetler de buradan kaynaklanmaktadır. Zira onlar, her iki grubun da kendilerine destek vermelerini arzulamaktadırlar. Onların imâna, İslâm'a ve Allah ile Rasûlü'ne itaat etmeye herhangi bir
meyilleri olmayıp, bilakis tüm meyilleri ve özleriyle kâfirlere yönelmektedirler.
İşte bundan dolayı da zilletin en büyüğüyle karşılık gördüler ki, ebedi olarak kalacakları yer, kâfirlerin de altı olan aşağıların en aşağısı yapıldı.
Ayrıca münafıkların vasıflarından olan Allah, Rasûlü
ve mü'minleri aldatmaya kalkışmak, iman edenleri alaya almak, yalancılık, din ile oynamak, mü'minlerden olduğunu açığa vurup, içinde
küfür ve şirki saklamak ve Allah ile Rasûlü'ne düşmanlık etmek gibi şeylerle de bunlar kâfirlerden ayrılırlar.
Bütün bunlarla onların
küfürleri daha bir katılaşır ve
cehennemin en aşağı tabakasına müstahak olurlar.
Allah Teâlâ bakara sûresinin başında insanların
kısımlarını anlatırken, onları:
- Hem zahiren, hem de bâtınen mü'min;
- Hem zâhiren, hem de bâtınen kâfir;
- Zahiren mü'min, bâtınen kâfir - ki bunlar münafıklardır - şeklinde taksim eder.
Allah Teâlâ burada mü'minlerden üç âyetle
(3-5), kâfirlerden iki âyetle (6-7), münafıklardan ise tam on küsur âyetle (8-20) bahseder.
Bu âyetlerde onları, son derece kötülemiş, onların gerçek yüzlerini ortaya çıkararak onları rezil rüsvay etmiştir. Gerçek sefihlerin ve yer yüzünde fesat çıkaranların sadece kendileri olduğunu, alaya alıp aldatmaya çalışanların, fakat hidâyeti verip dalâleti almakla aslında gerçek mânada aldanan ve zarara uğrayanların kendileri olduğunu haber vermektedir.
Bu âyetler, onların sağır, dilsiz ve kör olduklarını; batılı bırakıp hakk'a dönmelerinin artık imkansız olduğunu belirtmektedir.
Aynı şekilde onların kalp hastası olduğunu ve Allah'ın onların hastalıklarını arttırdığını bildirmektedir. Ne kadar kötüleme ve ayıplama türü varsa, onların hepsiyle onları kötüleyip ayıpladı.
İşte bütün bunlar, Allah sübhânehû'nun onlara ne kadar kızgın olduğunu, onlardan ne kadar buğzettiğini, onlara ne denli düşman olduğunu ve Allah'ın düşmanları arasında, onların Allah katında en çok sevilmeyenler olduğunu göstermektedir.
Böylece Allah Teâlâ'nın, bu tabakayı oluşturanları cehennemin en aşağı tabakasına koymasındaki üstün hikmeti ortaya çıkmış oldu. Onların durumuna düşmekten Allah'a sığınır ve O'nun afiyet ile rahmetini dileriz.
|