Müşriklerin ölen çocukları, kıyamet arasalarında imtihan edilecekler; hem onlara, hem de davetin ulaşmadığı herkese orada bir Rasûl gönderilecektir. Rasûle itaat edenler cennete, ona asi olup karşı çıkanlarda cehenneme gireceklerdir. Buna göre onlardan
bâzıları cennete, diğer bâzıları da cehenneme gireceklerdir.
İşte bu görüşle bütün delillerin arası bulunmuş ve bütün hadisler birbirine muvafık olmuş olur. Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in:
"Allah, onların ne amel yapacaklarını en iyi bilendir"
sözüyle onların durumunu havale ettiği Allah Teâlâ'nın onlar hakkında bildiği şey ortaya çıkmış ve soyut bir bilgi olarak değil de haricî tezahürü olan bir bilgi olarak onların mükâfat ve cezaları buna binâen gerçekleşmiş olur.
Böylece Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) onlar hakkında sorulan soruya verdiği cevabı, onların durumunu Allah'ın ilmine havale ederek vermiş:
Allah Teâlâ'da onların mükâfat ve cezalarını, onlar hakkındaki malumuna / bildiği şeye göre vermiş olur.
Bu hususta birbirini destekleyen bir çok rivayet
mevcuttur.
Ezcümle:
İmam Ahmed ve Bezzar'ın sahih bir isnatla rivayet ettikleri şu hadis bunlardan biridir:
İmam Ahmed dedi ki:
Muaz b. Hişam bize haber verdi, o da babasından, o da
Katâde'den, o da Ahnef b. Kays'dan, o da Esved b. Seri'den Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Kıyamet gününde dört kişi
(kendileri için) delil getirirler:
Hiçbir şey işitmeyen sağır,
ihtiyarlıktan bunamış yaşlı, deli ve fetret döneminde ölmüş olan kişi.
Sağır olan derki:
"Ey Rabb'im, İslâm
geldiğinde ben hiçbir şey işitmiyordum."
Deli olan der ki:
"Ey Rabb'im, İslâm
geldiğinde çocuklar bana dışkı atıyorlar (beni kovalıyorlar) dı.
İhtiyarlıktan bunamış olan der
ki:
"Ya Rabb'i, İslâm geldiğinde ben hiçbir şey anlamıyor /
akletmiyordum."
Fetret döneminde ölen ise şöyle
der:
"Ya Rabb'i, bana herhangi bir Rasûl gelmedi."
Bunun üzerine Allah onlardan, kendisine itaat edeceklerine dâir söz / misâk alır ve onlara:
"ateşe girin" diye emredecek bir Rasûl gönderir. Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in canı elinde olan (Allah)'a yemin olsun ki, eğer onlar ateşe girecek olsalar, onu soğuk ve selâmetli bulurlar."
(Ahmed, 4/244)
Muaz b. Hişam der ki:
Bana babam, Hasan'dan, o da Ebû Râfi'den, o da
Ebû Hüreyre'den bu hadisin aynısını haber verdi.
(Ahmed, 4/24.)
Ve sonunda şöyle dedi:
"... O ateşe giren kimseye, ateş
soğuk ve selâmetli olur; ona girmeyen kimse ise, ona (ateş olarak)
sokulur."
Bezzar'da bu hadisi Esved b. Seri'den şu şekilde rivayet eder:
Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"(Kıyamet gününde) Allah Tebâreke ve Teâlâ'ya hiçbir şey işitmeyen sağır, deli, ihtiyarlıktan bunamış olan ve fetret döneminde ölenler arzedilir.
Sağır olan der ki:
"Rabb'im, İslâm geldiğinde ben hiçbir işitmiyordum."
Deli der ki:
"Ya Rabb'im, İslâm
geldiğinde ben hiçbir şey anlamıyor / akletmiyordum."
Fetret döneminde ölen der ki:
"Ey Rabb'im, senin Rasûlün
bana gelmedi ki,"
İhtiyarlıktan bunamış olanı ve
onun söyleyeceği şeyi de zikrettikten sonra şöyle devam etti:
Allah, kendisine itaat edeceklerine onlardan söz alır ve onlara:
"Ateşe girin" diye emredecek bir elçi gönderir. Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in nefsi elinde olan (Allah)'a yemin
olsun ki, eğer onlar ateşe girecek olsalar, ateş onlara soğuk ve selâmetli
olur."
Esved'in bu hadisi hakkında Hafız Abdulhakk
şöyle der:
"Bu hadis bize ulaşmıştır, bildiğim kadarıyla bu sahih bir hadistir. Şüphesiz ki ahiret, teklif ve amel yurdu değildir. Fakat Allah, dilediği kimseye dilediği şeyi tahsis eder; dilediği kimseyi dilediği şeyle dilediği yerde mükellef tutar. O yaptığından sorulmaz, onlar ise sorulurlar."
Ben derim ki: Allah'ın izniyle az sonra ahiret yurdunda teklifin olup olmayacağı konusu gelecektir.
Bu hadisi Muaz b. Hişam'dan, Ali b. el-Medini
de aynı şekilde rivayet etmiştir.
İmam Beyhaki der ki:
Bize Ali b. Muhammed b. Büşrân haber verdi, bize
Ebû Ca'fer er-Râzî haber verdi, bize Hanbel b. Hûseyn haber verdi, bize
Ali b. el-Medini bu hadisi haber verdi ve sonunda şöyle dedi:
"Bu sahih bir isnâd'tır."
Ali b. Zeyd b. Cüd'an Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in aynı şekildeki hadisini rivayet etmiştir.
Bu hadisi Ma'mer, Abdullah b. Tâvûs'tan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, onun sözü olarak rivayet etti.
Güvenilir bir râvi olan Muhammed b. el-Mübârek es-Sûri, zayıf bir râvi olan
Amr b. Vâkid'den, o da güvenilir olan Yûnus b. Meysere'den, o da
Ebû İdris el-Havlânî'den, o da merfû bir şekilde Muaz'da şöyle rivayet etti:
"Kıyamet gününde aklı bozuk olan,
fetret döneminde ölen, küçük olduğu halde ölenler getirilir:
Akli dengesi
bozuk olan der ki:
"Ey Rabb'im, eğer sen bana
akıl verseydin, şüphesiz ki akıl verdiklerin benden daha çok saadet ehli
olmazlardı."
Fetret döneminde ölen der ki:
"Ya Rabb'i, eğer senin ahdin bana da gelmiş olsaydı, hiç şüphe yok ki senin ahdinin geldiği kimseler, ahdin vesilesiyle benden daha fazla saadet ehli olmayacaklardı."
Çocuk iken ölen der ki.
"Ey Rabb'im, eğer sen banada ömür verseydin, şüphesiz ki ömür verdiklerin benden daha çok saadet ehli olmazlardı."
Bunun üzerine Rabb Sübhanehû:
"Eğer ben size bir şey emredecek olsam, bana itaat eder misiniz?" der; onlar da:
"İzzetine andolsun ki evet" derler. Allah Teâlâ onlara:
"Gidip ateşe girin" der. Eğer
onlar ateşe girselerdi, ateş onlara bir zarar vermezdi. (Ateşten) onlara
karşı bâzı topluluklar çıkar, onlar zannederler ki bunlar, Allah'ın yaratmış
olduğu şeyi helak etmişlerdir. Böylece geri dönerler ve:
"Ey Rabb'imiz! İzzetine yemin ederiz ki, ateşe girmek kastıyla çıktık /
gittik, bize karşı ateşten oluşan bâzı topluluklar çıktı ve biz zannettik ki,
onlar Allah'ın yaratmış olduğu her şeyi helak etmişlerdir (böylece korkup
geri döndük)" derler.
Bunun üzerine Allah onlara ikinci bir defa emreder, onlar tekrar geri dönerek aynı şeyi söylerler.
Allah'da şöyle buyurur:
"Siz daha yaratılmadan önce ben sizin ne amel yapacağınızı biliyordum. Şüphesiz ki ben sizi bilgim üzere yarattım ve neticede siz bildiğim yere gideceksiniz."
Bunun üzerine ateş onları kapar."
Her ne kadar bu hadisin senedindeki Amr b. Vâkid ile delil getirilebiliyorsa da, ancak bu hadisin aslı ve şahitleri bulunmakta ve şer'î esaslarda buna delil olmaktadır.
Bu konuda bundan başka daha birçok hadis mevcuttur.
Elhâsıl:
Ahirette imtihan edilme hakkındaki hadisler Esved b. Seri'den - ki
Abdulhakk ve Beyhaki tarafından tashih edilmiştir -Ebû Hüreyre'den,
Enes'den, Muaz ve Ebû Sâid'den rivayet edilmiştir.
Esved'in hadisine gelince:
Muaz b. Hişam babasından, o da Katâde'den, o da
Ahnef b. Kays'dan, o da Esved b. Seri'den Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in...
Ebû Hûreyre'nin hadisine gelince:
Muaz b. Hişam babasından, o da Katâde'den, o da
Hasan'dan, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den...
Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Rahûye bu hadisi
Muaz b. Hişam'dan rivayet ederlerken:
Hammad b. Seleme bunu Ali b. Zeyd b. Cüd'an'dan, o da
Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etmektedir.
Ma'mer ise bunu İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da
Ebû Hüreyre'den, onun sözü (mevkuf hadis) olarak rivayet etmektedir. Bu ise bu hadise bir zarar vermez, zira ya hadisin diğer geliş yollarındaki (merfû'luk) ziyadesi kabul edilir ki bu gayet açıktır. Çünkü tercih edilen görüşe göre güvenilir râvinin
ziyadesi kabul edilir.
Ya da hadisin geliş yollarının birbiriyle çeliştiği
(tearuz) yoluna gidilir ki, bu durumda hadisin mevkuf olduğu kabul edilir. Ancak
böyle bir şey görüş ile söylenemeyeceği ve bu hususlarda görüşün yerinin
olmayacağı göz önünde bulundurulursa; bu hadisin sahabe görüşü olmadığı ve
peygamber tarafından bildirildiği kesin olarak kabul edilir.
Enes'in hadisine gelince:
Bunu Cerir b. Abdülhamid, Leys b. Ebi Süleym'den, o da
Abdülvâris'den, o da Enes'den peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Kıyamet günü dört kişi getirilir:
Çocuk (iken ölen), bunak, fetret döneminde ölen ve piri fâni olmuş ihtiyar.
Bunların her biri kendi hüccetini söyler. Bunun üzerine Rabb sübhanehû
cehennemdeki bir boyuna:
"ortaya çık" diye emreder ve
onlara şöyle der:
"Muhakkak ki ben kullanma,
onlardan bir Rasûl göndermekteydim; fakat size kendim elçilik yapacağım."
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
Allah Teâlâ devamla onlara:
"Bunun içine girin" der, onlardan hakkında şekavet yazılmış olanlar:
"Nasıl oraya girelim, biz zâten ondan kaçıyoruz?" derler; Allah Teâlâ'da onlara:
"Siz, benim Rasûllerimi daha
şiddetli bir şekilde yalanlarsınız" der. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) devamla:
Onlardan haklarında saadet yazılmış olanlar ise, gidip o boyunun içine girerler. Bunlar cennete, berikiler ise cehenneme girerler."
Leys b. Ebi Süleym ve Abdülvâris'ten dolayı sadece bu hadise dayanılmamalıdır.
Muaz'ın hadisine gelince:
Bunu Muhammed b. Yahya ez-Züheli Said b. Süleyman'dan, o da
Fudayl b. Merzûk'dan, o da Atiyye'den, o da Ebû Sâid'den, dedi ki:
Peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Fetret döneminde ölen, bunak ve
çocuk...
Fetret döneminde ölen der ki:
"Bana hiçbir kitap gelmedi."
Bunak der ki:
"Ey Rabb'im, sen bana, hayrın ve şerrin ne olduğunu kendisiyle bilebileceğim bir akıl vermedin ki."
Çocuk ise:
"Rabb'im, ben akledebilecek
(bir yaşa) ulaşmadım ki."
Bunun üzerine bir ateş yükselir
ve Allah onlara:
"Oraya girin" der. Onlardan Allah'ın ilminde, amel edebilecek duruma geldiğinde saadet ehli olacak kimseler oraya girer; Allah'ın ilminde, amel edebilecek duruma geldiğinde şaki olacak kimseler de oraya girmekten sakınırlar. Allah Teâlâ'da onlara şöyle der:
"Siz bana bile asi oluyorsunuz, acaba size Rasûllerim gelseydi ne olacaktı?"
Bu hadisin senedinde bulunan Atiyye, hadisleri delil olabilecek biri değilse de, başka hadislere şahit olabilecek niteliktedir.
İşte bu hadislerin bir kısmı diğerlerini desteklemekte ve şer'i esaslar da bunlara şahitlik etmektedir. Bu hadislerin gereği olan görüş, selefi salihin ve ehli sünnet'in görüşüdür.
İmam Eş'âri "el-makâlat" ve diğer kitaplarında onlardan bu görüşü nakleder.
Eğer denilse ki:
İbni Abdilberr bu hadisleri inkâr ederek şöyle demiştir:
"İlim ehli bu konudaki tüm hadisleri inkâr etmiştir. Çünkü ahiret,
imtihan ve amel yurdu değildir. Nasıl olur da onlar ateşe girmekle mükellef
tutulabilirler? Halbuki bu yaratılmışların güç yetirebileceği bir şey değildir. Allah Teâlâ, hiç kimseye gücünün yetmediğini yüklemez."
Buna birkaç açıdan cevap vereceğiz:
1. Şüphesiz ki ilim ehli, bu hadislerin inkârı hususunda ittifak etmiş değildir. Hatta ilim ehlinin çoğunluğu bile bu hadisleri inkâr etmiş değildir. Eğer ilim ehlinden bâzıları bu hadisleri inkâr etmişlerse, şüphesiz ki diğer bâzıları da bunları tashih etmişlerdir.
2. Ebû-l-Hasan el-Eş'âri sünnet ve hadis ehlinden bu görüşü nakletmiştir ki, bu da onların bu hadislerin gereğini kabul ettiklerini göstermektedir.
3. Hiç şüphesiz ki Esved'in rivayet ettiği hadisin senedi, ahkâm hususunda delil olarak kabul edilen bir çok hadisin senedinden daha kuvvetlidir. Bundan dolayıdır ki
Ahmed, İshâk ve Ali b. el-Medini gibi imamlar bunu rivayet etmişlerdir.
4. Bir çok imam, imtihanın ahirette de
gerçekleşeceğini belirtmiş ve şöyle demişlerdir:
"Ebedilik yurduna (cennet cehenneme)
girmeden teklif bitmez."
İmam Beyhaki bu sözü, bir çok selefi salihin âliminden aktarmaktadır.
5. Buhari ve Müslim'in "Sahihleri"nde
Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hûdri'den, en son cennete giren adam hakkında rivayet edilen hadisi şerifte şöyle denilir:
"Allah Teâlâ bu adamdan, kendisine verdiği şeyden başka bir şey istememesi hususunda söz ve misâk alır; ancak o verdiği söze muhalefet edip başka şeylerde ister. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona şöyle der:
"(Ey insanoğlu) ne
kadar da sözünü bozuyorsun!"
(Buhari: el-fethü'l Bari, 11/444; Müslim, 182.)
İşte bu adamın verdiği sözü bozuyor olması, Allah Teâlâ ile üzerinde sözleştiği söze muhalefet ettiği içindir.
6. İbni Abdilberr'în:
"Yaratılmışlar buna güç yetirmezler" sözüne gelince, buna iki şekilde cevap vereceğiz:
Birincisi; bu, güç yetirilmeyen bir şeyle mükellef tutmak değil; fakat çok zor ve meşakkatli olan bir şeyle mükellef tutmaktır. Nitekim bu, buzağıya ibâdet ettiklerinde İsrailoğullarının, çocuklarını, hanımlarını ve anne babalarını öldürmekle mükellef tutulmaları; yanında cennet ve cehennem misâli olan deccal'ı gördüklerinde mü'minlerin, ateş olarak gördükleri yere girmekle mükellef tutulmaları gibidir. İkincisi ise; eğer onlar itaat edip oraya girselerdi, onlara zarar vermezdi. Aksine onlara soğuk ve selâmetti olurdu. Dolayısıyla onlar, imkansız ve güç yetirmeyecekleri bir şeyle mükellef tutulmuş değillerdir.
7. Allah Teâlâ'nın kıyamet gününde secde etmelerini emredeceği ve münafıklarla secde etmeleri arasına engel olacağı sabit olmuştur.
(Buhari: fethü'l Bari, 13/419; Müslim, 183.)
Şüphesiz ki bu da güç yetirmeyecekleri bir şeyle münâfıkları mükellef tutmaktır. Bu durumda nasıl olur da, gerçek kurtuluşa sebep olan ve sadece zahiren ateş görülen yere girmekle mükellef tutmak inkâr edilebilir ki?
Nitekim Allah Teâlâ, kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskin olan Sırât'ı geçmeyi de kurtuluşa sebep yapmıştır.
Ebû Said el-Hûdri der ki:
"Bana, Sırât'ın kıldan
daha ince ve kılıçtan daha keskin olduğu ulaştı."
(Müslim, 183.)
Muhakkak ki gayet zor ve meşakkatli olan bu Sırât'ı
geçmek ile o ateşe girmek aynı şeylerdir. Bundan dolayı da her ikisi de kurtuluş
sebebi yapılmıştır.
En iyisini Allah bilir.
8. Şüphesiz ki bu, hadislerin kendisiyle reddedilemeyeceği soyut bir uzak bulmaktır. İnsanların olaylara yaklaşımı iki yolla / metodla olmaktadır:
Katışıksız ilâhi meşiet yoluna gidenler;
bunların bunu uzak görmesi imkansızdır.
Hikmet ve ta'lil yoluna gidenler;
bunların elinde de, bunun hikmete muvafık olmadığını gösteren hiçbir delil yoktur. Bilakis zikrettiğimiz sahih deliller, bunun, hikmetin gereği olduğunu göstermektedir.
7. Bu hadislerin en sahihi olan Esved'in hadisinde belirtildiği gibi, onlar Rabb'lerine, emredeceği hususta ona itaat edeceklerine dair söz vermektedirler. Allah'da onlara, imtihan gereği ateşe girmelerini emretmekte; onlar ise, acizliklerinden dolayı değil, O'nun emrine asi olarak ateşe girmeyi terk etmektedirler. O halde nasıl olur da,
"bu, güç yetirilmeyen bir şeydir" denilebilir.
Eğer denilse ki:
Ahiret yurdu, mükâfat ve cezalandırma yurdu olup, teklif yurdu değildir. Böyleyken nasıl olurda teklif yurdu olmayan bir yerde imtihana tâbi tutulabilirler?
Buna cevaben deriz ki:
Muhakkak ki teklif, ancak ebedilik yurdu olan cennet veya cehenneme girdikten sonra biter. Berzah ve kıyamet arasât'ına gelince, buralarda teklifin kalkmayacağı muhakkaktır. Teklifin buralarda vâki olacağı, dinde olduğu zarurî olarak bilinen şeylerdendir.
Berzah âleminde iki meleğin sorgu suâliyle gerçekleşir teklif.
Kıyamet arasât'ına gelince, Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
"O gün sâk açılarak ve secdeye davet edilecekler,
fakat (namazı kılmayanlar, münafıklar ve riyakârlar buna) güç
yetiremeyecekler." (Kalem, 42)
Bu âyeti kerime, kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın yaratıkları secdeye çağıracağını ve kâfirlerle secde arasına engel alınacağını açık bir şekilde göstermektedir ki, bu onlar hakkında, ceza olsun diye güç yetirilemeyen bir şeyle mükellef tutmak olur. Çünkü onlar, dünyada güç yetirdikleri bir haldeyken bununla mükellef tutulmuşlardı; fakat onlar, güç yetirdikleri halde bunu dünyada yapmayınca; kendileri için ceza ve hasret olsun diye güç yetirmeyecekleri bir zamanda onunla mükellef tutuldular.
Bundan dolayı da Allah Teâlâ
şöyle buyurdu:
"... Halbuki onlar (dünyada) sağ salim
iken de (Allah'a) secdeye çağrılırlar (fakat kendilerini daha akıllı
sanarak yan çizerler) di." (Kalem, 43)
Nitekim sahih bir hadiste Zeyd b. Eslem'den, o da
Atâ'dan, o da Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilir:
Bâzı insanlar:
"Ya Rasûlallah! Biz Rabb'imizi görecek miyiz?" diye sordular....
Rasûlüllah şöyle devam etti:
"Allah Teâlâ (kıyamet günü mü'minlere)
diyecek
ki:
"Her ümmet ibâdet ettiği şeye tâbi oldu / onun
peşinden gitti siz burada niye duruyorsunuz?."
Mü'minler diyecekler ki:
"Biz dünyada, insanlara en çok muhtaç olduğumuz bir anda onlardan ayrıldık, onlarla beraber olmadık."
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
"Ben sizin Rabb'inizim" diyecek:
Mü'minlerse iki veya üç defa şöyle diyecekler:
"Biz senden Allah'a sığınırız. Biz Allah'a hiçbir
şeyi ortak koşmayız."
Hatta onlardan bâzıları neredeyse dönecek olurlar. Allah Teâlâ der ki:
"Sizinle Rabb'iniz arasında,
kendisiyle O'nu tanıyacağınız bir alâmet var mı?" Onlar:
"Evet, var" derler.
İşte bu esnada sâk açılır ve
onlardan (dünyada iken) gönül rahatlığıyla Allah'a secde eden her birine,
secdeye varması için Allah izin verir. Riyakârlık ve korunmak için secde etmiş
olan her birinin sırtını, Allah tek bir tabak haline getirecek ve onlar her
secde etmek istediklerinde sırtüstü düşeceklerdir. Daha sonra başlarını
(secdeden) kaldırırlar..."
İşte bu şekilde mükellef tutmak, berzah alemindeki
sorgu suâl ile mükellef tutmak gibidir. Her kim dünyada istek ve tercihiyle
icabet ederse, berzahta da güzel bir şekilde cevap verir; her kim de dünyada
icabet etmekten imtina' edecek olursa, berzahta da cevap vermekten menedilir.
Halbuki bu durumda, güç yetirmediği halde kulun
mükellef tutulması kötü ve çirkin bir şey addedilmez, bilakis bu mükellef tutma,
ilâhi hikmete muvafıktır. Çünkü kul, güç yetirdiği bir zamanda mükellef
tutulmuşken sorumluluktan kaçınmış ve teklifi reddetmiştir. Böyle olunca onun
âciz olduğu ve kendisiyle yapılması emredilen fiil arasına engel olunduğu bir
vakitte mükellef tutulması, onun için bir ceza ve hasret vesilesi olur.
Elhâsıl:
Teklif, ancak cennet veya cehenneme girdikten sonra tamamen kalkar. Esved b. Seri'in hadisinin sahihe olduğunu belirtmiştik. İşte bütün bunlardan anlaşıldı ki, sahih delillerin gösterdiği, kendisiyle nasların
arasının bulunacağı ve hikmetin gereği olan en doğru görüş budur.
En iyisini Allah bilir.
İnsanların görüşlerini nakleden makâlet ehli, Âmir b. Eşres'in, kıyamet gününde bu çocukların toprak olacakları görüşünde olduğunu hikâye etmişlerdir.
Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Hanefiye, Kasım b.
Muhammed ve daha başkalarından, bütünüyle bu konuda konuşmayı mekruh gördükleri nakledilmektedir.
|