بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Onikinci Tabaka

 

Bunlar, iyilikleriyle kötülükleri eşit olanlardır.

 

Bunlar eşit olan iyilikleri ve kötülükleri birbirleriyle mukavemet etmekte olup, kötülüklerine eşit olan iyilikleri onların cehenneme girmesine engel olurken, iyiliklerine eşit olan kötülükleri de onların cennete girmelerine engel olmaktadır.

İşte bunlar, Araf'ta bulunanlardır. Bunlardan birinin ne bir iyiliği fazladır ki, onunla Rabb'inin rahmetine müstahak olsun; ne de bir kötülüğü fazladır ki, onunla azaba müstahak olsun.

Allah Teâlâ A'râf sûresinde, ateş ehlinin cehenneme girişini, orada birbirlerine lanet ettiklerini, tâbi olanların, reislerine / ileri gelenlerine nasıl hitap ettiklerini ve onların, kendilerine dünyada tâbi olanları tanımayıp reddettiklerini; sonra da cennettekilerin onlarla konuştuğunu zikrettikten sonra bu tabakada bulunanların hâllerini şöyle anlatır:

"İki (taraf) arasında bir perde (olan sur) vardır. Araf'ın (sûr'un yüksek tepeleri) üzerinde de (cennet ve cehennemliklerin) her birini simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennet ehline "Allah'ın selamı size olsun" diyerek seslenirler ki, bunlar çok arzu ettikleri halde, henüz oraya (cennete) girmemiş kimselerdir. Gözleri cehennem ehli tarafına çevrildiği zaman da: "Ey Rabb'imiz, bizi zalimler topluluğuyla beraber bulundurma" derler." (A'raf, 46-47)

Allah Teâlâ'nın buradaki:

"İki (taraf) arasında perde vardır" sözünden maksat:

"cennet ehliyle cehennem ehli arasında bir perde vardır" şeklindedir. Buradaki perdenin, cennetliklerle cehennemlikler arasına konan bir sur olduğu söylenmiştir. Bu sûr'un bir kapısı vardır ki, onun iç tarafa bakan yönü rahmet olup; kafirler tarafı olan dışa bakan yönü de azaptır. A'râf ehlinin üzerinde olduğu yüksek bir sûr'dur.

Huzeyfe ile Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle dediler:

"A'râf'ta bulunanlar, iyilikleriyle kötülükleri eşit olanlardır. Bunların kötülükleri, cennete girmekten onları alıkoydu; iyilikleri de onları cehennemden kurtardı. Onlar, Allah onlar hakkında dilediği hükmü verinceye kadar orada beklerler. Daha sonra Allah, fazlı keremi ve rahmetiyle onları cennete koyar."

Abdullah b. el-Mübârek, Ebû Bekir el-Hüzeli'den, o da Sâid b. Cübeyr'den, o da Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini nakletti:

"Allah kıyamet gününde insanları hesaba çeker. Onlardan kiminin de kötülükleri, bir taneyle dahi olsa iyiliklerinden fazla olursa; o da cehenneme girecektir."

Daha sonra Allah Teâlâ'nın şu sözünü okudu:

"... Kimlerin tartıları (sevapça) ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de terazileri (sevapça) hafif gelirse, işte onlar kendilerine yazık eden kimselerdir..." (A'raf, 8-9)

Daha sonra şöyle devam etti:

"Fakat iyilikleriyle kötülükleri tamamen eşit olanlara gelince: işte onlar A'raf ashabından olurlar.

Bunlar sırat'in üzerinde dururlar. Sonra hem cennet ehlini, hem de cehennem ehlini tanırlar. Cennet ehline baktıklarında şöyle seslenirler onlara:

"Allah'ın selâmı size olsun."

Gözlerini cehennem ehline çevirdiklerinde ise:

"Ey Rabb'imiz, bizi zalimler topluluğuyla beraber bulundurma" derler.

İyilikleri ağır gelenler ise, onlara önlerinde ve sağlarında kendisiyle yürüyecekleri bir nur verilir. O gün her bir kula bir nur verilecektir. Kullar sırat'in üzerine geldiklerinde, Allah her münafık erkek ve kadının nurunu alacaktır. Cennet ehli olanlar, münâfıklann karşılaştıkları bu durumu gördüklerinde şöyle derler:

"...Ey Rabb'imiz, bizim nurumuzu tamamla (cennete kadar devam ettir, söndürme)..." (Tahrim, 8)

A'raf ashabına gelince, onların nurları tamamen ellerinden alınmış değildir. Onlar hakkında Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"... Bunlar çok arzu ettikleri halde, henüz oraya (cennete) girmemiş kimselerdir."

Onların bu arzu ve istekleri, ellerinde bulunan / bırakılan nurdan kaynaklanmaktadır. Sonra bunlar cennete sokulurlar. Ve cennete en son girenler bunlar olurlar."

Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) bu son cümleden maksadı şu olsa gerektir:

Cehenneme hiç girmeden en son cennete girecek olanlar bunlardır.

Bunların kim oldukları hakkında farklı görüşler bulunsa da, en doğru olan ve sahabeden rivayet edilen görüş bu şekildedir.

Ebû el-Âliye şöyle demektedir:

"Şüphesiz ki Allah'ın onların kalbine bu arzu ve isteği koyması, onlar hakkında irade ettiği bir ikramdan başka bir şey için değildir."

Hasan el-Basrî şöyle der:

"Şüphesiz ki onların kalbine bu arzuyu yerleştiren zât, onları arzuladıktan şeye de ulaştıracaktır."

Daha sonra Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

"Gözleri cehennem ehli tarafına çevrildiği zaman da: "Ey Rabb'imiz, bizi zalimler topluluğuyla beraber bulundurma" derler."

İşte bu âyeti kerime, Araf'ın cennet ile cehennem arasında yüksek bir mekân olduğuna delildir. Zira A'raftakiler cennet ehline baktıklarında, onlara "selâm" ile seslenirler. Ve cennete girmeyi arzularlar. Cehennem ehline baktıklarında da, kendilerini onlarla beraber bulundurmamasını Allah'tan isterler.

Daha sonra Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

"(Yine) A'râf ehli yüzlerinden kendilerini tanıdıkları (inkarcı) bir takım adamlara seslenerek."

Yani ateşte olan kâfirlerden bir takım adamlara seslenerek şöyle dediler:

"Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız size fayda vermedi." (A'raf, 48) yâni; ne topluluğunuz, ne aşiretiniz, ne hakka karşı böbürlenmeniz ve ne de istikbârınız size hiçbir fayda vermedi.

Daha sonra A'raftakiler cennete baktılar ve orada, dünyada iken kâfirlerin küçümsedikleri ve dünyada kendilerini bırakıp onlara bir şey vermediği gibi, Allah'ın ahirette de kendilerini bırakıp onlara bir şey vermediği gibi, Allah'ın ahirette de kendilerini bırakıp onlara fazlı kereminden vermeyeceğini iddia ettikleri zayıf kimseleri gördüler. Bunun üzerine kâfirlere dönerek şöyle dediler:

"Allah, onları hiçbir rahmete eriştirmez, diye (hakir görüp) yemin ettiğiniz, bu (cennetlik ola) nlar mıydı?" (A'raf, 49)

Daha sonra Â'raftakilere şöyle denilir:

"Girin cennete, size hiçbir korku yoktur, siz mahzun olacak değilsiniz."

Bu son âyetler hakkında şöyle de denmiştir:

Ne zaman ki A'râf'ta olanlar kâfirleri ayıpladılar ve onların ne topluluklarının, ne de istikbârlarının onlara bir fayda sağlamadığını haber verdiler; kâfirler de onları cennetten geri kalmakla ayıpladılar ve Allah'ın onları hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiler. Zira kâfirler, onların cennetten geri kaldığını görüyor ve neticede onların da cehenneme gireceklerini düşünüyorlardı. İşte bütün bunların üzerine melekler onlara şöyle seslendiler:

"Allah, onları hiçbir rahmete eriştirmez, diye yemin ettiğiniz bunlar mı? Girin cennete, size hiçbir korku yoktur, siz mahzun olacak değilsiniz." (A'raf, 49)

Bu son âyetler hakkındaki bu iki görüşte kuvvetli ve ihtimal dâiresindedir.

En iyisini Allah bilir.

 

İşte buraya kadar saydığımız tabakalar, ateşin hiç dokunmadığı cennet ehli olanlardır.

 

İÇİNDEKİLER

5. Bölüm