Yüce ve değerli olan zenginliğe gelince; Şeyh'ül İslam el-Ensari
şöyle demektedir:
"Bu zenginlik üç kısımdır:
Birinci derece kalp zenginliğidir ki; kalbin
sebeplere itimat etmekten kurtulması, hakkın hükmüne teslim olması ve halkla
husumet etmekten arınmasıdır.
İkinci derece nefisin zenginliğidir ki; nefisin din
üzerinde dosdoğru durması, nefsani hazlardan arınması ve riyakârlıktan beri
olmasıdır.
Üçüncü derece ise; Hakk teâla ile zengin olmaktır ki; bu da üç mertebedir:
Birincisi: O'nun seni andığını müşahede etmen;
İkincisi: Devamlı O'nun "el-Evvel"
sıfatını mütalaa etmen ve
üçüncüsü ise: O'nun varlığıyla kurtuluşa ermendir."
Ben derim ki: peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'m şöyle dediği sabit olmuştur:
"Zenginlik dünya metaının çokluğuyla değildir. Gerçek zenginlik nefis
/ kalp zenginliğidir."
(el-Buhari- fethül bari, 11,471; Müslim, 1051.)
Şeyh'in zenginliği bu derecelere ayırması
zenginliğin bağlı olduğu şey açısındandır.
Şeyh şöyle diyor:
"Kalp zenginliğine gelince; kalbin sebeplere itimat etmekten kurtulması, hakk'ın hükmüne teslim olması ve halkla çekişmemesidir."
Biliniyor ki, bunlar kalp zenginliğinin şartlarıdır, zenginliğin kendisi değildir. Yani; husumet ve çekişmenin var olması ve teslimiyetin yok olması zenginliğe manidir.
Sebeplere itimat etmekten kurtulmak ve hakk'ın hükmüne testini olmak; kalp zenginliğinin varlığına işarettir. Yoksa kalp zenginliği sadece bunlarla gerçekleşmez.
Kalp zenginliğinin kemali ancak üçüncü derece ile gerçekleşir. Çünkü birinin zengin olması, ancak ihtiyacını giderecek şeyleri elde etmesi ile olur. Kalpte ise büyük bir fakirlik, zirveye çıkmış bir zaruret ve şiddetli bir ihtiyaç bulunmaktadır ki; bunu ancak
"el-Ganiyy" ve "el-Hamid" olan zâtı bulmakla kurtuluşa ermesi giderir.
Bu öyle bir zâttır ki; şayet kul O'nu bulursa her şeyi bulmuş demektir; yok eğer O'nu kaybederse her şeyi kaybetmiş sayılır. Hakiki olarak zengin Allah olup O'nun dışında zengin olmadığı gibi O'nunla zengin olan da hakiki olarak zengin olup O'ndan başkasıyla kesinlikle zengin olunamaz. Kim O'nu bulmakla zengin olup başka şeylere karşı müstağni olmazsa; onun nefsi başka şeylere olan üzüntü ve kederinden dolayı paralanır. Kim de O'nu bulmakla müstağni olursa; her türlü üzüntü ve keder ondan gider ve her çeşit sevinç ve surûra gark olur.
Şeyh'in önce kalp zenginliğinden daha sonra nefis zenginliğinden bahsetmesinin sebebine gelince: çünkü nefisin iyileşmesinin kemali, her açıdan dosdoğru olmakla zengin olmasıdır. Nefisin bu itmi'nan derecesine ulaşması ise ancak kalbin iyileşmesiyle
mümkün olur. Çünkü kalp sultandır; onun iyileşmesi bütün raiyenin iyileşmesi demektir.
Nitekim peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki beden de bir et
parçası bulunmaktadır ki; o düzeldiğinde bedenin tümü düzelir. O bozulduğunda
yine bedenin tümü bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir"
(el-Buhari-Fethül bari, 1,126; Müslim,1599.)
Kalp, rabbinin kendisine akan ihsanı ve yüce lutûflarıyla zengin olduğu zaman;
amirlerden ve raiyeden her birine ona münasip bir elbise giydirir.
Şöyle ki;
-
Nefise; itmi'nan, sükunet, razı olma ve boyun eğme elbiselerini giydirir.
Böylece nefis, nefretini ve kızgınlığını içine gömerek değil de çok büyük bir genişlik ve rızayla hemen haklarını eda eder. Bunun sebebi ise; bu durumda nefsin kalbe olan yakınlığı ve işlerinin çoğunda onunla sağladığı uyumluluktur. Bu şekilde nefisle kalbin istekleri genel olarak bir olurlar ve nefis kalp için doğru, dürüst bir yardımcı olur veziri olur. Halbuki bundan daha önce açık bir düşmanı idi.
Kalp ile nefsin bu şekilde birbirlerine yardım edip uyumlu bir hale gelmelerinin oluşturduğu itmi'nanı, tatlı ve lezzetli yaşayışı, cennet ehlinin nimetlerinin hafif ve gizli bir şekli olan nimetleri hiç sorma. Ancak bütün bunlarla beraber onların arasındaki savaş ağırlıklarını bırakmış (dinmiş) değildir. Bilakis nefsin savaş aletleri ve silahı sadece gizli bulunmaktadır. Şayet kalp sultanının kudreti ve kahrı olmasaydı nefis her türlü silahla savaşacaktı. O halde hayat için nefes alınıp verildikçe hem gizli hem de açık gediklerde nöbet tutmak farz'ı ayın olur şairin dediği gibi:
Savaş; sabredenler için güzel
neticelerle biter;
Kaçanların payı ise pişmanlık ve keder.
- Diğer azalara; huşu ve vakar elbisesini giydirir.
- Yüze; heybet, nur ve aydınlık elbisesini giydirir.
- Dile; doğruluk, uygun söz, hikmetli ve faydalı cümleler libasını giydirir.
- Göze; bakıp ibret almak ve haramlardan sakınmak elbisesini giydirir.
- Kulağa; nasihat ve dünya ile ahirette insana fayda veren sözler dinleme elbisesini giydirir.
- Ellere ve ayaklara; nerede olursa olsun taât sayılacak şeyler;
kuvvetlice tutma elbisesini giydirir.
- Ve son olarak ta ferde; iffet
ve kendini koruma elbisesini giydirir.
Böylece kul, sabah akşam bu
elbiselerin yenlerini ve paçalarını uzatmış olduğu halde sürükleye sürükleye
insanlar arasında yürür. Bu şekilde anlıyoruz ki nefsin zenginliği kalbin
zenginliğinden doğar. Kalp zenginleştiğinde zenginlik kalpten sirayet eder.
Kalbin zenginliği ise;
kendisine giydirîlebilecek en büyük elbise olan ubudiyeti katıksız ve hâlis
olarak yerine getirmesidir.
Bunu yaptığı zaman, ubudiyetin gereklerinden olan, bütün şaibelerden arınmış marifetullah ve saf halis olan muhabbetullah ile müstağni olur. Ayrıca mukaddes sıfatların eserlerinden ve o sıfatların gereği olan her birisine ait özel hüküm ve kulluk çeşitlerinden aldığı feyizlerle zenginleşir.
Bunu açıklamak için birkaç kitab yazmak gerekir. Hatta kulun bundan payı, parmağını denize soktuğu zaman parmağıyla gelen su kadardır.
Allah sûbhanehû şöyle buyuruyor:
"O gökten su indirdi ve vadiler kendi
miktarlarınca sel olup aktı" (er-Ra'd,17)
İşte kalp, son derece muhtaçlık hali olan bu zenginlikle müstağni olduğu zaman nefis de kendisine münasib bir şekilde zengin olur. Nefsin ağırlığını, tenbelliğini ve yer yüzüne meyletmesini gerektiren soğukluğu da gitmiş olur.
Bu soğukluk, nefsin hareketli olmasını, emirlere karşı hassas ve aceleci olmasını,
"Refik'i a'layı" taleb etmesini gerektiren bir sıcaklığa dönüşür.
Aynı şekilde; nefsin yumuşaklığına ve emirlerden çabuk etkilenip onları kabul etmesine zıt olan kuruluğu da gider. Çünkü nefis, kuru ve katı olduğu zaman çabuk çabuk etkilenmeyip, kabul etmez ve neredeyse hiçbir şekilde boyun eğmez.
Onun kuruluğu sıcaklığa, soğukluğu da rutubete dönüşüp Allah'ın, peygamberlerin kalbine indirdiği hayat suyuyla sulanınca ki; Allah bu suyu bir kaynak yapıp peygamberlerin kalbinden onların tabilerinin kalplerine akıtıp her güzel çiftten bitirmiştir. İşte nefis bu suyla sulanınca; muhabbet dizginiyle bağlanıp Hakk olan mevlasına boyun eğer, O'nun haklarını yerine getirir ve kendisi razı olup kendisinden razı olunarak kemali İtmi'nanla
O'nun emirlerine uyar.
Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey (Allah'ın rızasıyla) huzura eren nefis,
(Rabb'ini) hoşnut etmiş ve (sen de Rabb'ın tarfından) hoşnut edilmiş olarak Rabb'ine dön."
(el-Fecr, 27-28)
Şeyh'in, ilk derece olan kalp zenginliği hakkındaki şu sözüne gelince:
"Kalp zenginliği; kalbin sebeplere itimat etmekten
kurtulmasıdır."
Yani; kalbin, sebeplere ihtiyaç hissetmekten, onları müşahede etmekten, onlara itimat edip meyletmekten ve onlara güvenmekten kurtulmasıdır.
Kim, kendi zenginlik sebebine muhtaç olur, ona dayanır ve güvenirse ona zengin denmez. Çünkü o; vasıtalara muhtaç olan birisidir.
Bir kişi ancak, sebepleri yaratan zâtın rahmetine, hikmetine, tasarrufuna ve güzel tedbirine vakıf olduktan sonra O'nunla zenginleşir ve sebeplere dayanma illetinden kurtulursa
"zengin" diye vasıflanabilir.
Kim, sebeplere güvenip dayanma ve Hakk'ın hükmüyle -Ona boyun eğerek-
çekişme hastalığından kurtulursa; onun kalp zenginliği gerçekleşmiş olur.
Kişi, Allah'ın güzel tedbirine vâkıf olup kalbi
bununla zenginleştiğinde; sadece bununla tam zengin sayılmaz. Bir de buna,
Allah'ın hükmüne boyun eğerek teslim olmanın eklenmesi gerekir. Çünkü Allah'ın
hükmüyle çekişip başka hükümlere başvurmak; seçme hakkını kullanmadaki
düşüncesizliğe delalet eder ki, o seçme hakkını kullanan kimsenin seçilen şeye
muhtaç olduğunu gösterir. Allah'ın dilemediği bir şeye ihtiyaç hisseden kimseye,
Allah'ın tedbirini gözeterek zengin olmuş denemez.
Bundan dolayı diyoruz ki; Allah'ın kulu için olan tedbiri göz önüne alınarak zengin olmak; ancak Allah'ın güzel tedbirine vâkıf olduktan sonra O'nun hükümleriyle çekişmeyip itaat etmekle olur.
Kalp zenginliğini elde etmesi için bir şeyden daha kurtulması gerekir ki; o da Rabb ile çekişmekten kurtulduktan sonra halk ile de çekişmekten kurtulmalıdır. Çünkü halk ile çekişmek; Çekişmenin kendisinde gerçekleştiği dünyevi paya / hazza muhtaç olduğunu gösterir. Kim ki, elinden kaçırdığı için sinirlenip kızdığı ve kendisi için halkla çekiştiği bir dünyevi hazza / paya muhtaç ise; ona zengin denemez.
Ne zaman ki kul; sebeplere itimat etmekten, Allah'ın hükümleriyle çekişmekten ve dünyevi hazlar için halkla münakaşa etmekten tam olarak kurtulursa; işte o zaman mevlasının tedbirini mülahaza ederek ve her şeyi O'na havale ederek tam bir gönül zengini olmayı hak eder. Bu kulun kalbi, mevlasından başka bir şeye muhtaç olmaz.
Artık bu kul, mevlasının hiçbir hükmüne karşı içinde bir kızgınlık hissetmeyip mevlasının hakları haricinde halklada münakaşa etmez. Böylece bütün münakaşaları ve çekişmeleri Allah için olup sadece Allah'ın hükümlerine başvurup muhakeme olur.
Nitekim peygamber Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) gece namazının istiftah duasında şöyle derlerdi:
"Allahım! Sadece sana teslim
olur ve sana iman ederim. Sana tevekkül eder ve sana dönerim. Senin (adınla)
münakaşa eder ve senin (hükümlerinle) muhakeme olurum."
(el-Buhari - el-feth, 6,566; Müslim, 2327.)
Böyle bir kulun münakaşaları ve çekişmeleri kendi hevası ve dünyevi hazzı için olmayıp sadece mevlası için olur ve davalısıyla muhakemeside başka bir şeye değil sadece Allah'ın emir ve şeraite göre olur. Kendi nefsi hesabına münakaşa eden kimse; kendi
hevasına tabi olur ve nefsi için intikam alır.
Hz. Aişe peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında şöyle buyurur:
"Rasûlullah, hiçbir zaman
kendi nefsi için intikam almadı."
(el-Buhari-el-feth,6,566; Müslim, 2327.)
|