بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Zarar da Fayda da Sadece Allah'tandır

 

Bu konuda toparlayıcı bir şekilde şunu diyebiliriz ki:

Şayet sen kendi maslahatını bilmiyor, ona güç yetirmiyor ve onu irade etmiyorsan; senin dışındaki yaratılmışların onu bilmemesi, ona güç yetirmemesi ve onu irade etmemesi daha yerinde olur. Allah sübhanehu onu biliyor sen bilmezsin, Allah ona güç yetiriyor sen değil.

Allah, senden bir menfaat veya karşılık beklediği için yahut da seninle izzetlenip kullarının sayısını artırmak için değil sadece kendi lûtfundan onu sana bahşetmektedir. Bunu yaparken ne fakir olmaktan korkuyor ne de o kadar çok infak etmesine rağmen hazineleri tükeniyor.

Sana ihtiyaç duyduğu veya sana ihtiyacı olmadığı için lûtfunu senden esirgeyecek değildir . Çünkü O'nun sana lütufta bulunması; hiçbir şekilde O'nun zenginliğine etki yapmaz. Senin, istediğin şeyi alıp ondan faydalanmayı istemenden daha çok O, cömertlik yapıp bağışta bulunmayı, hazinelerinden harcayıp ihsan etmeyi istemektedir. Senden lûtfunu esirgediği zaman bilmelisin ki; bunun sebebi ikincisi olmayan bir şeydir ki o da:

Maslahatının yolunda engel olarak duranın ve Allah'ın lûtfunun sana ulaşmasına mani olanın kendin olmandır. Yani sen; kendi yoluna engel teşkil eden büyük bir kayasın. Allah'ın lûtfunun yaratılmışlara ulaşmasına engel olan şey genelde budur. Çünkü Allah'ın genel kanunlarından birisi de şudur ki;

Allah'ın yanındaki nimetler ancak Allah'a itaat etmekle elde edilir. Allah'a itaat etmek olmaksızın Allah katındaki nimetlerin elde edilmesi ve O'na şükretme olmaksızın bu nimetlerin devamlılığının sağlanması imkansızdır.

Allah'a âsi olmaksızın da Allah'ın nimetleri engellenmiş olmaz. Aynı şekilde Allah sana bir nimet verip sonra onu senden aldığı zaman, O nimeti senden esirgediği için veya cimrilik yaptığı için onu almış değildir. Fakat o nimetin senden alınmasına sebep olan yine sensin. Çünkü Allah, bir kavim kendindeki iyi durumu değiştirmedikçe onlara verdiği nimetini değiştirmez. O şöyle buyurmaktadır:

"Bir toplum, kendilerinde bulunan (güzel ahlâk), değiştirinceye kadar Allah onlara verdiği nimeti, (azaba) değiştirmez. Allah, şüphesiz hakkıyla işitendir, bilendir." (Enfâl, 53)

Dolayısıyla Allah'a asi olunmadıkça Allah'ın nimetleri giderilmez.

Şair diyor ki:

Sen nimetler içerisinde olduğun zaman onların hakkını bil;

Zira masiyetler var olan nimetleri giderir.

Aslında senin musibetin ve felaketin nefsinden kaynaklanıyor ve kendine düşmanlıkta son haddine varan yine sensin. Düşmanın sana yapmadığı düşmanlığı sen kendi öz nefsine yapıyorsun.

Nitekim denmiştir ki:

"Düşmanın cahil olana yapmadığı kötülüğü,

Cahil olan kimse kendisine yapmaktadır."

Gariptir ki sen kendi nefsine bunları yaparken, şikayet edilmekten münezzeh olan ihsan sahibini şikayet etmekte, O'nun kaderini itham edip kötülemektesin. Halbuki fırsatı senin elinden kaçıran ve senin payını iptal eden senden başkası olmadığı gibi saadet vesilelerini bilmekten ve onları irade etmekten aciz olan da yine sensin. Bütün bunlardan sonra oturup bir de lisan-ı hâl ve kâlinle kaderi ayıplamaktasın. Aslında şairin şu sözüyle kastedilen sen olmalısın:

"Düşüncesiz kişi; fırsatı elinden kaçıran kendisi olur.

İşi elinden kaçırınca da kaderi eleştirip durur.."

Şayet sen, kendi görüş kıtlığının farkına varıp musibetinin neyden kaynaklandığını bilseydin; bunu tedarik etmen mümkün olurdu. Ancak senin fıtratının bozulmuş, kalbinin tersyüz olmuş ve nefsani arzularının, Allah'tan gelen iman ve ilim lambalarını söndürmüş olması; musibet ve felaketinin gerçek kaynağından seni çevirmiş, sana ulaşan küçük büyük her türlü ihsanın sahibini şikayet etmeye yöneltmiştir. Sen O'nu yaratıklarına şikayet ettiğin zaman, bir ârifin -bir kişinin başına gelmiş olan felaketi başka birine şikayet ettiğini görünce- söylediği şu söze masadâk olursun:

"Ey falan; sana merhametli olanı sana merhamet etmeyene şikayet ediyorsun!"

Kul işin hakikatini bildiği, sürüsüne hangi yollardan baskın düzenlendiğini ve malının hangi gediklerden alınıp çalındığını anladığı zaman; Allah'tan utanmasada kendisinden utanır ve Allah'ı yaratıklarından birisine şikayet etme veya birisine mazlumluğundan dert yanma yahut da musibet ve felaketinin kendi dışında başka bir sebepten kaynaklandığını düşünme gibi düşük durumlara düşmez. Allah şöyle buyuruyor:

"Size isabet eden herhangi bir musibet kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. (O,) yine de çoğunu affeder." (Şûra, 30)

Başka bir âyet şöyledir:

"(Bedir savaşında kâfirlerin başına musibetin) iki katını getirdiğiniz halde (uhud savaşında) size bir (kat) musibet gelince mi" (peygamber bizimle beraber olduğu ve biz de Müslüman olduğumuz halde) bu nereden geldi?" dediniz. De ki: "O (bela), kendi tarafınızdan (ve peygambere itaat etmeyişinizden) dir.." (Âli İmrân, 165)

Daha başka bir âyette şöyle ferman ediyor:

"Sana gelen her iyilik Allah'tandır. (Yine) sana gelen her kötülük de kendindendir.." (Nisa, 79)

Şayet sen kaderi itham etmeye devam eder ve şöyle dersen:

Benim felaketimin ve musibetimin asıl sebebi olan şey de daha önce kader de geçip hükme bağlanmış ve "ana kitap" ta yazılmıştır. Dolayısıyla buna rağmen bunun gerçekleşmesi kaçınılmazdır, "ilk kitap" mahlukatın yaratılmasından önce ve "ikinci kitap" ben daha aleme gelmeden yazılmış iken bundan ben nasıl kurtulabilirim? (Bu rivayetleri verdikten sonra müellif, bu rivayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini beyan edecektir, (mütercim)

Ben annemin iç organlarının karanlıkları arasında iken meleğe; "Benim rızkımı, ecelimi ve saadet veya şakavet ehli olduğumu" yazması emredilmişti. Bundan dolayı şayet ben saadete doğru yönelir ve benimle onun arasında sadece bir arşın dahi kalsa yine "kitap" benim önüme geçer ve şakavetim bana ulaşır. Kalbi, onu istediği şekilde evirip çeviren ve iradesine göre onun üzerinde tasarrufta bulunan; istediğinde onu düzelten ve istediği zaman da onu saptıran birisinin elinde olan kimse ne yapabilir ki?

Kişiyle kalbi arasına giren, dilediğinde kulun kalbine sebat veren ve istediği zaman da onun kalbini sarsan sadece O'dur. Kalp O'nun otoritesi ve hükümdarlığı altında boyun eğmiş, O'nun izni ve meşieti olmadan kesinlikle hareket edemez.

Yaratılmışlardan Rabb'ini en iyi tanıyan kul şöyle demektedir:

"Bütün kalpler, Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır; O kalbi düzeltmek isterse düzeltir yok eğer onu saptırmak dilerse de saptırır."

Daha sonra da şöyle buyurdu:

"Ey kalpleri evirip çeviren Allahım! Kalplerimizi dininin üzerinde sabit kıl."

Ve en çok şöyle yemin ederdi:

"Kalpleri evirip çeviren Allah'a yemin olsun ki hayır!" (Buhari-el-feth, 13,377; Tirmizi, 1570; Nesai, 7,1-2.)

Tâvûs diyor ki:

Rasulullah'ın ashabından üçyüz kişiyle karşılaştım; hepsi de şöyle diyorlardı:

"Her şey bir kaderledir." (Müslim, 2655)

Eyyüb es-sehtiyani şöyle demektedir:

"Ben insanlara ulaştığımda onlar şöyle konuşuyorlardı: "şayet "kaza" da ve "kader" de varsa.."

Atâ, İbni Abbas'ın Allah'ü Teâlâ'nın şu sözü:

"...Şüphesiz ki ne yapıyor idiyseniz (meleklere) yazdırıyorduk" hakkında şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Allah'ü Teâlâ, insanoğullarının kıyamete kadar işleyecekleri amelleri yazdı. Meleklerde günü gününe insanlar ne yapıyorlarsa onları yazıyorlar. İşte Allah'ü Teâlâ'nın bu sözünün manasıda budur."

Bu âyet hakkında başka bir görüşte şöyledir:

Bu âyet, insanlar âmel ettikten sonra meleklerin onların amellerini yazmasını ifade ediyor. Şöyle de denmiştir ki bu daha açık ve kuvvetlidir:

Bu âyet her iki durumu da kapsamaktadır; öncelikle Allah'ü Teâlâ meleklere: "ümmü'l kitap" tan insanların yapacakları amelleri yazmalarını emretmekte, daha sonra insanlar âmel ettikleri zaman melekler onların amellerini yine yazmaktadırlar ki; onların yaptıkları ameller, meleklerin "ümmü'l kitap" tan yazdıklarından ne bir zerre kadar fazla ne de eksik çıkmaktadır.

Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'ın:

"Şüphesiz Biz, her şeyi bir kaderle yarattık" âyet'i kerimesi hakkında şöyle dediğini naklediyor:

"Allah, bütün yaratıkları bir kaderle yaratmıştır. Hayrı ve şerri de yarattı. Hayrın en iyisi saadet, şerrin en kötüsü de şekavettir."

 

Ebü'l esved ed-Düeli, İmrân b. Hûseyn'e şöyle dediğini naklediyor:

"İnsanların bu gün çalışıp işledikleri âmeller hakkında ne dersin?

Allah'ın kendileri hakkında daha önceden hükme bağladığı ve önceden olmuş bir kaderle mi oluşuyor yoksa peygamberlerinin (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine getirdiği ve kendisiyle haklarında:

"hüccetsin sabit olduğu yeni bir şey midir?"

Abü'l esved, devamla şöyle dediğini söylüyor:

"Hayır! Bilakis bu önceden kendileri hakkında hükme bağlanmış ve olup bitmiş bir şeydir."

Bunun üzerine İmrân şöyle dedi:

"o zaman bu zülüm olmaz mı?"

Ebü'l esved diyor ki:

Ben şiddetli bir şekilde irkildim ve şöyle dedim:

"Şüphesiz ki her şeyi yaratan ve onlara malik / sahip olan sadece Allah'tır. O şöyle buyurmaktadır:

"O yaptığından sorulmaz, kullar ise sorumlu tutulurlar."

İmrân şöyle dedi:

"Allah seni ıslah etsin! Ben, senin aklını ölçmek için sana bunu sordum.

 

Müzeyne veya cüheyneden bir adam peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelerek şöyle dedi:

"Ya Rasulallah, insanların çalışıp yorularak işledikleri âmeller hakkında ne dersiniz? Onlar hakkında hükme bağlanmış ve geçmiş bir şey midir yoksa peygamberlerinin kendilerine getirdiği yeni bir şey midir.?"

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Önceden hükme bağlanmış ve olup bitmiş bir şeydir."

Adam dedi k.:

"o halde niye âmel yapılıyor ki?" bunun üzerine Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Allah kimi hangi konak (cennet veya cehennem)için yaratmış ise; o konağa uygun olan amelleri işlemesini sağlar."

Allah'ın kitabından bunu tasdik eden şu âyettir:

"Her bir nefse ve onu (insan şeklinde) düzenleyene, sonra da ona, hem kötülüğü, hem de (ondan) sakınmayı ilham edene.." (Şems, 7-8) (Müslim, 2650)

 

Mücahid Allah'ü Teâlâ'nın:

"Şüphesiz ki Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim" (Bakara, 30) sözü hakkında şöyle diyor:

"Allah, iblis'in asi olacağını biliyordu ve onu bunun için yaratmıştı."

Allah'ü Teâlâ'nın:

"(Allah, insanlardan) bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmına da sapıklık hak oldu" sözü hakkında ibni Abbas şöyle demektedir:

"Allah'ü Teâlâ, mü'min ve kâfir olmak üzere iki kısma ayırarak insanoğlunu yaratmaya başladı ve daha sonra şöyle buyurdu:

"Sizi yaratan o'dur. Öyle iken kiminiz kâfir (oluyor) kiminiz de mü'min."

Daha sonra kıyamet gününde, onları ilk yaratmaya başladığı gibi mü'min ve kâfir olarak diriltecektir."

İbni Abbas, İmam Mâlik ve seleften bir grup alim, Allah'ü Teâlâ'nın:

"...onlar, (bencillik yaparak) ihtilaf etmeye devam etmektedirler. Ancak Rabb'inin rahmetine nail olanlar hariçtir. Zaten (Allah), onları bunun için (iradelerinde hür olarak) yaratmıştır." (Hûd, 118-119) âyet'i kerimesi hakkında şöyle demektedirler:

"Allah'ü Teâlâ, rahmet ehlini(Buhari-el-feth, 13,377; Tirmizi, 1570; Nesai, 7,1-2.) rahmeti için; ihtilaf ehlinide ihtilaf için yaratmıştır."

Allah sûbhanehü şöyle buyuruyor:

"Eğer Allah dileseydi (onları iradelerine bırakmasaydı), onlardan sonrakiler, kendilerine apaçık mucize (ve delil)ler geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi." (Bakara, 153)

"Biz dileseydik herkese (dünyada) hidâyetini verir (doğru yola iletir) dik"... (Secde/13)

"Eğer Rabb'ın dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi..." (Yunûs/99)

"Eğer Rabb'in dileseydi (imtihan için izin vermeseydi), onlar bunu yapamazlardı..." (En'âm/112)

"Şu halde, Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Onların kitap'tan nasipleri (ne ise) kendilerine ulaşacaktır.." (Araf/37)

"Biz onu o günahkârların kalbine soktuk." (Şuarâ/200)

Hasan basri ve başkaları:

"Burada mücrimlerin kalbine sokulduğu ifade edilen şeyin; şirk ve yalanlama olduğunu" söylemişlerdir.

Hakk teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Sakının (hileye sapmaktan ve hesaba inanmamaktan)! Çünkü facirlerin (Allah'ın emrinden çıkanların) kitabı muhakkak ki 'siccin' dedir." (Mutaffifin/7)

Bu âyetin tefsirinde Muhammed b. Ka'b el-kurazi şunu söylemektedir:

"Allah, en aşağı yerde bulunan facirlerin kitabını mühürlemiştir. Dolayısıyla onlar, kendileri hakkında o kitapta yazılıp mühürlenmiş olan şeylerle amel etmektedirler. Yine Allah, iyilerin kitabını da mühürleyip 'illiyin' denen yere koymuştur. Onlar da yaratılıp, kendileri hakkında o kitapta yazılıp mühürlenmiş olan şeylerle amel etmektedirler."

Başka bir âyette şöyle buyurulur:

"Onların hem önlerine bir set, hem de arkalarına bir set çektik..." (Yâsin/9)

Mücahid bunu;

"Hakk'tan alıkoyma" şeklinde tefsir etmektedir.

Allah'ü Teâlâ'nın :

"(Ey inkar edenler,) ne siz, ne de taptıklarınız, Allah'a karşı (kimseyi) azdıracak değilsiniz. Ancak siz, cehenneme girecek olan kimseyi (azdırırsınız)" (Saffat/161-162-163) sözü hakkında İbni Abbas şöyle der:

"Ancak siz, cehenneme gireceğine hükmettiğim kimseleri (azdırırsınız)."

Ömer b. Abdülaziz de şöyle diyor:

"Şayet Allah, kendisine isyan edilmemesini irade etmiş olsaydı; İblisi yaratmazdı. Kaldı ki Allah, cehenneme gireceğini takdir ettiği kimselerden başkasının da azdırılamayacağını beyan etmiştir."

Vûheyb b. Halit babasının şöyle dediğini naklediyor:

Hasan Basriye dedim ki:

"Allah, Adem (a.s)'ı sema için mi yoksa yeryüzü için mi yarattı?"

Hasan:

"Hayır, yeryüzü için yarattı" deyince ben şöyle dedim:

"Ne dersin! Şayet o, işlediği hatadan korunsaydı ve onu işlemeseydi; cennette bırakılır mıydı?"

Bunun üzerine Hasan şöyle dedi:

"Sûbhanallah! Onun bunu işlemekten başka bir çaresi varmıydı ki?"

Allah'ü Teâlâ buyuruyor ki:

"Eğer geri (dünyaya) döndürülseler, yine kendisinden yasak edildikleri şeylere dönerlerdi.." (En'âm/28)

Başka bir âyette şöyle buyuruyor:

"Biz onların (kötü niyetlerinden dolayı) kalplerini ve gözlerini ters çeviririz de-ilk defa ona inanmadıkları gibi azgınlıkları içinde onları şaşkın olarak bırakırız." (En'âm/110)

Daha başka bir âyette şöyle buyurmaktadır:

"Eğer hakikaten Biz, onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi onlara karşı (senin söylediklerine) kefil olarak toplasaydık, Allah dilemesi hariç yine inanmazlardı; fakat çokları bilgisizdiler." (En'âm/111)

 

Zeyd b. Elsem şöyle demektedir:

"Allah'a yemin olsun ki; "kaderiyeciler" (kaderi inkar edenler); Allah'ın, peygamberlerin, cennet ehlinin, cehennem ehlinin ve onların kardeşi olan İblis'in dediğinin tersini söylemişlerdir. Çünkü Allah şöyle diyor:

"Allah'ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz." (İnsan/30)

Melekler şöyle demekteler:

 "...Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur.." (Bakara/32)

Şuayb (a.s.) şöyle diyor:

"... Rabb'imiz Allah'ın dilemesi dışında o (sizinki)ne dönmemiz olacak şey değildir..." (A'raf/89)

Cennet ehli şöyle derler:

"..Bizi buna eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah, bizi doğru yola iletmeseydi, biz kendimiz (buna) erişemezdik..." (Araf/43)

Cehennem ehli şöyle derler:

"...Bedbahtlığımız bizi yendi..." (Mü'minûn/106)

Kaderiyecilerin kardeşi olan iblis de şöyle dedi:

"Ey Rabb'im, beni azgınlığa ittiğin için..." (Hicr/39)"

 

İmam Taberi ve diğer bazıları, Sûveyd b. Sa'd tan, o da Sivar b. Mu'sab tan o da Eba Hamza dan Miksem yoluyla İbni Abbas'tan şöyle naklederler:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) mimbere çıktı, Allah'a hamdedip, O'nu lâyıkıyla övdükten sonra sağ elini açtı ve şöyle dedi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Rahman ve Rahim olan Allah'ın, cennet ehli için onların isimlerini, babalarının isimlerini, onların kabile ve aşiretlerini belirten bir kitabı vardır. Orada onların hepsini saymıştır. Onlardan ne eksiltilir ne de onlara ilave edilir. Rabb'iniz artık bu işi bitirmiştir. Bazen O; saadet ehli olan birini şakavet yoluna koyar da:

"Sanki bu şakavet ehlidir; evet bu şakavet ehlidir. Bu ne kadar da şakavet ehline benziyor; evet evet bu onlardandır" denilir.

Böyle iken Allah'ın önceden onlar için takdir ettiği saadeti onları çevirir; onlar da ölmeden devenin iki sağımı arasındaki müddet kadar önce cennet ehlinin amelini işlerler ve cennete girerler.

Bazen de şakavet ehli olanı saadet yoluna koyar da:

"Sanki bunlar saadet ehlidirler; evet bunlar saadet ehlidirler. Bunlar ne kadar da çok saadet ehline benziyorlar; evet bunlar saadet ehlindendirler" denir.

Böyle iken Allah'ın onlar için takdir ettiği şey onları çevirir ve onlar, ölmeden devenin iki sağımı arasındaki müddet kadar önce de olsa cehennem ehlinin amelini işleyerek oraya girecekler. Cennete girecek olan kimse; cehennem ehlinin amelini işlese de en sonunda cennet ehlinin amelini işler. Cehenneme girecek olan kimsede; her ne kadar cennet ehlinin amelini işliyor olsa da en sonunda ateş ehlinin amelini işleyecektir."

Daha sonra Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Ameller, hatimelerine (son durumlarına) göredir."

Allah'üTeâlâ'nın:

"Küfre sapanlara gelince, şüphesiz ki onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar." (Bakara/6)

"... Allah dileseydi onları hidayet üzere toplardı..." (En'âm/35)

"Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm'a açar. Kim de sapıklıkta bırakmak isterse, sanki göğe çıkıyormuş gibi onun göğsünü dar ve sıkıntılı yapar..." (En'âm/125)

"...Allah dilemesi hariç onlar inanmazlar..." (En'âm/111)

"Şayet Biz dileseydik, her nefsi hidayete erdirirdik." (Secde/13)

"Şayet Rabb'in dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi." (Yunûs/99)

"Biz, onların boyunlarına kelepçeler geçirdik..." (Yâsin/8)

"... Bizi anmaktan kalbini gaflette bıraktığımız; kendi arzusuna uyan ve işi (emirlerimize karşı isyan) taşkınlık olan kimseye de itaat etme." (Kehf/28) âyet'i kerimeleri ve bunlara benzer diğer Kur'an âyetleri hakkında Ali b. Talha İbni Abbas'ın şöyle dediğini nakleder:

"Rasulûllah, bütün insanların iman edip ona tabi olmalarını çok arzuluyordu; Ancak Allah, "ilk zikir" de iman edecekleri takdir edilenler dışında kimsenin iman etmeyeceğini ona haber verdi."

Tavus şöyle diyor:

"Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabından bazı insanlarla karşılaştım; hepsi de:

"Her şeyin kaderle cereyan ettiğini" söylüyorlardı. Abdullah b. Ömer'den işittim ki:

Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklediyordu:

"Her şey kaderledir. Öyle ki acizlik ve akıllılık dahi (kaderledir)." (Müslim, 2655.)

Abdullah b. Ömer, Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Allah, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yaratıkların kaderlerini yazdı. Arşı suyun üzerinde idi." (Müslim, 2653.)

Ebû Hüreyre, Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Kuvvetli mü'min, Allah katında zayıf mü'minden daha sevimli ve hayırlıdır. Hepsinde de hayır vardır. Sana faydası olan şeylerin peşine düş ve Allah'tan yardım iste acizlik yapma. Şayet sana (istemediğin bir şey) isabet ederse: "şöyle şöyle yapsaydım (bu olmazdı)" deme; ancak; "Allah bunu takdir etti. Allah her ne isterse onu yapar" de. Çünkü "lev" (şayet olsaydı) kelimesini söylemek; şeytan'ın amelini açar." (Müslim, 2664)

Yine Ebû Hüreyre peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Şüphesiz ki adak, insanoğlu için Allah'ın takdir etmemiş olduğu (Yeni) hiçbir şeyi takdir ermez. Ancak adak kadere muvafık olur; böylece cimri olan kişi (adaksız) vermek istemediği malını vermiş olur." (Müslim, 1640)

Meşhur Cibril hadisinde de:

Cibril (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e imanın ne olduğunu sorması üzerine efendimiz şöyle cevap verir:

"İman; Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahrete ve kadere-hayır ve şer ise Allah'ın takdiri ile olduğuna inanmandır." (Buhari-el-fethü'l bari, 1/114.)

İnsanın yaratılması ile alakalı Abdullah b. Mes'udun hadisi şöyledir:

"Kendisinden başka hiçbir ma'bud bulunmayan Allah'a yemin ederim ki sizden biri cennet ehline ait amelleri işler, o kadar ki cennetle kendisi arasında nihayet bir arşın mesafe kalır. Ama hakkındaki yazı üstün gelir, cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve neticede cehenneme girer. Yine sizden biri cehennem ehlinin amelini yapa yapa, cehennemde kendi arasında bir arşın mesafe kalacak hale gelir. Fakat hakkındaki yazı ona galip gelir, cennet ehlinin amellerini işlemeye başlar ve neticede cennete girer."  (Buhari-el-fethü'l bari, 6/303; Müslim, 2643.)

İmam Taberi Hasan b. Ali et-Tûsi den, o da basra'nın mûhaddisi olan Muhammed b. Yezid el- Esfati den naklediyor:

Muhammed şöyle dedi:

Rüyamda Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ı gördüm ve ona dedim ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, Abdullah b. Mes'udun kader hakkındaki:

"Doğru sözlü ve doğrulanmış olan bana haber verdi ki" şeklinde başlayan hadisi hakkında ne dersiniz." Bunun üzerine o şöyle dedi:

"Kendisinden başka ma'bud olmayan Allah'a yemin ederim ki; evet ben bunu söyledim. Allah, bunu söylediği için Abdullah b. Mes'uda rahmet etsin. Bunu söylediği için Allah, zeyd b. Vehb'e rahmet etsin. Ve yine bunu söylediği için Allah, E'meş'e rahmet etsin. Allah, E'meşten önce ve ondan sonra bunu söyleyen herkese rahmet etsin."

Abdullah b. Mes'ud'dan gelen başka bir hadis şöyledir:

"Bedbaht olan kimse, anasının karnında bedbaht olması takdir edilendir. Bahtlı olan kimse ise; başkasından öğüt alıp ders çıkarandır." (Müslim. 2645.)

Saadet ve şakavetin ana karnında takdir edildiği hadisi; Abdullah b. Mes'ud dan, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, mü'minlerin annesi Hz. Âişe, Hûzeyfe b. Üseyd ve Ebû Hüreyre den rivayet edilmiştir. (Bunlar Buhari ve Müslim de geçmektedir.)

Hz. Ali peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Şüphesiz ki sizden her birinizin cennetteki yeri veya cehennemdeki yeri yazılmıştır."

Bunun üzerine şöyle dediler:

"Şu halde biz de amel etmeyi bırakıp kendi yazgımıza dayanalım mı?"

 Rasûlullah şöyle buyurdu:

"Sizler amel edin. Her bir kimseye, kendisi için yaratılmış olduğu şeyin ameli kolaylaştırılacaktır. Saadet ehlinden olan kimseye; saadet ehlinin ameli kolaylaştırılacak ve şakavet ehli olan kimseye de şakavet ehlinin ameli kolaylaştıracaktır."

Daha sonra Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şu âyeti okudular:

"Artık kim (Allah için) verir ve (günahlardan) korunursa ve en güzel (kelime'i tevhid)i de tasdik ederse, biz de onu en kolay (akibete) hazırlarız. Kim de cimrilik eder, kendini (yeterli görür Allah'a) ihtiyaç duymaz ve o en güzel (kelime'i tevhid'i) yalanlarsa, biz de onu, (hesabı ve yapılması) en güç olana hazırlar (sevkederiz)." (Leyl, 5-10) " (Buhari-el-fethü'l bâri, 7/708; Müslim, 2647.)

Hz. Âişe der ki:

Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) ensardan bir çocuğun cenazesine çağrıldı; Ben de dedim ki:

"Ey Allah'ın Rasulü! Müjdeler olsun bu çocuğa! Cennet kuşlarından biri oldu. Ne kötülük yapacak yaşa ulaştı ne de onu işledi."

Bunun üzerine Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Belki de söylediğinden başka bir şey olacak. Şu bir gerçektir ki Allah cennet için bir ehil yaratmıştır; onlar daha babalarının sülblerinde iken Allah onları cennet için belirleyip halketmiştir. Cehennem için de bir ehil yaratmıştır ve onlar daha babalarının sırtlarında iken onları belirlemiştir."  (Müslim, 2662; Ebû Dâvûd, 4713.)

İbni Abbas ve übey b. Ka'b peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Hızır (a.s.)'ın öldürdüğü çocuk, yaratıldığı gün kâfir diye damgalanmıştı. Şayet yaşasaydı anne ve babasını azgınlık ve küfre zorlayacaktı." (Buhari-el-fethü'l bârî. 8/409; Müslim, 2380.)

Abdullah b. Amr b. el-Âs Rasulûllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'tan şöyle işittiğini rivayet ediyor:

"Allah, mahlûkati bir karanlık içerisinde yarattı ve kendi nurundan onların üzerine attı."

Bu hadisin başka bir rivayeti şöyledir:

"Onları tek bir karanlığın içine koydu ve kendi nurundan bir kısmını alarak o karanlığın üzerine attı; nurun isabet ettiği kimse hidayet buldu ve isabet etmediği kimse de sapıttı. İşte bundan dolayıdır ki ben şöyle diyorum:

"Allah'ın bilgisi üzere kalem kurumuştur." (Ahmed, 2/176; Tirmizi, 2642)

Raşid b. Sa'd, Ebû Abdurrahman dan, o da Ebû Katâde den naklediyor:

RasûluIIah'ın şöyle dediğini işittim:

"Allah, Âdem'i yarattı ve onun sırtından bütün zürriyetini çıkararak şöyle dedi:

"şunlar cennettedir. Benim için hepsi bir! Şunlar da ateştedir. Benim için hepsi bir!"

Ebû Katâde şöyle dendiğini naklediyor:

"o halde bizler neden amel ediyoruz ki?"

Bunun üzerine Rasûlullah şöyle dedi:

"Kaderin vâki olacağı şekilde amel ediyoruz." (Ahmed b. Hanbel, 4/176.)

Ebû Dâvud kader kitabında şunu naklediyor:

Bir gün Abdullah b. Mes'ud bir adamın yanından geçti; insanlar o adam hakkında ileri geri konuşarak:

"o şöyle şöyle bir adamdır" dediler.

Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi:

"Ne dersiniz! O adamın elini kesip yeniden ona bir el yaratabilirmisiniz?"

"Hayır" dediler.

Abdullah devamla şöyle dedi:

"Şayet onun başı kesilse, sizler ona yeni bir baş yaratabilirmisiniz?" Onlar yine:

"Hayır" deyince Abdullah şöyle dedi:

"Nasıl ki siz onun yaratılışını değiştiremiyorsanız aynı şekilde onun huyunu da değiştiremezsiniz. Şüphesiz ki meni hücresi rahme düşer düşmez Allah ona bir melek gönderir ve o melek, onun ecelini, amelini, rızkını ve saadet veya şakavet ehli olduğunu yazar."

Yine Ebû Dâvud kader kitabında, peygambere dayandırarak Abdullah b. Mes'ud dan şunu rivayet eder:

"Şüphesiz ki önemli iki şey vardır: Biri hidayet diğeri ise kelamdır. Sözlerin en güzeli Allah'ın kelamıdır. Yaşantı biçiminin en güzeli de Muhammed'in yaşantısıdır. İşlerin en kötüsü sonradan ortayan çıkanlarıdır. Şüphesiz ki her bid'ât dalâlettir. Gerçek şu ki her gelecek olan şeyin gelmesi çok yakındır. Muhakkak ki bahtsız olan kimse, annesinin karnında iken bahtsız olandır ve saadet ehli de başkasından ibret alıp kendisine ders çıkarandır."

Yine Ebû Dâvud, peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dayandırarak Hz. Aişe'den şöyle rivayet eder:

"Allah bir kimseyi yaratmak istediği zaman bir melek gönderir; o melek rahme girer ve şöyle der:

"Ya Rabbi, ne olsun?" Allah:

"Erkek veya kız yahut da Allah'ın rahimde yaratmak istediği herhangi bir şey olsun" der. Melek:

"Ya Rabbi, Şaki mi olsun yoksa Sâid mi?" Allah:

"Şaki veya sâid olsun" der. Melek:

"Ya Rabbi, eceli ne kadardır?" Allah:

"Şu şu kadardır" der.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz devamla şöyle dediler:

"Muhakkak ki onunla alakalı her-şey onunla beraber rahim de yazılır."

Hûzeyfe b. Üseyd, peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dayandırarak şöyle der:

"Meni hücresi rahim de yerleştikten kırk veya kırk beş gün sonra melek gelir ve şöyle der:

"Ya Rabbi, şakavet ehlinden mi yoksa saadet ehlinden mi?"

Bunlar yazılırlar. Yine melek:

"Ya Rabbi, erkek mi kız mı?"

Bunlarda yazılırlar. Melek onun amelini, yaşantısını, rızkını yazar ve kitabı durulur. Bundan sonra ne bir şey fazlalaştırılır ne de eksiltilir." (Müslim, 2644)

Enes b. Malik peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dayandırarak şöyle der:

"Allah, rahim'e bir melek tevkil etmiştir. O melek şöyle der:

"Ya rabbi, nûtfe (meni hücresi) oldu. Ya Rabbi, bir kan pıhtısı oldu. Ya Rabbi, bir et parçası oldu."

Allah onu yaratmayı irade ettiği zaman melek şöyle der:

"Ya Rabbi, erkek mi kız mı? Şaki mi sâid mi? Rızkı nedir ve eceli ne kadardır?" Bunların hepsini anasının karnında yazar." (Buhari-el-fethü'l bari, 11/477; Müslim, 2646)

Abdullah b. Mes'ud peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Sizden her birinizin yaratılışı anasının karnında iken teşekkül eder. Şöyle ki: kırk gün nutfe olarak kalır. Sonra ikinci bir kırk günde kan pıhtısı halini alır, üçüncü kırk günde et parçası haline gelir. Bu üç değişimin sonunda, vazifeli melek gönderilir ve bu et parçasına ruhu üfler, daha sonra dört kelimeyi; rızkını, ecelini, amelini ve şaki yahud said olacağını yazması emredilir... " (Buhari-el-fethü'l bari, 11/477; Müslim, 2643.)

Abdullah b. Mes'ud'un hadisine bakılırsa, takdir ve kitabet yaratma dönemlerinin dördüncüsü olan ruhun üfürülme anında gerçekleşiyorlar. Bundan önce zikrettiğimiz hadislere bakılırsa, bunlar; daha kan pıhtısı ve et parçası olmadan önceki ilk kırk günde oluyorlar.

Sahih bîr rivayette şöyle geçer:

"Nutfenin üzerinden kırk gün geçince Allah nutfeye bir melek gönderir. O melek onu şekillendirip onun kulağını, gözünü ve derisini oluşturur." (Müslim, 2645.)

Başka bir rivayet de şöyledir:

"Bu işlem, kırk küsur gün geçince gerçekleşir."

En iyisini bilen Allah'tır.

 

İÇİNDEKİLER

1. Bölüm