Kulun bu kaideye olan ihtiyacı; yemeğe, içmeye ve nefes almaya hatta iki yanı arasındaki ruhuna olan ihtiyacından çok daha fazladır.
Şunu bil ki; Allah'ın dışındaki her canlı, kendisi
için faydalı olan şeyleri tedarik etmeye ve zararlı olan şeyleri defetmeye
muhtaçtır. Canlılar için; faydalı şeyler nimet kabilinden ve zararlı şeyler de
acı ve azap kâbilindendir.
O halde iki şeyi bilmek gerekir:
1 - Birincisi: kulun faydasını temin eden,
istenilen ve sevilen maksat;
2 - diğeri ise; Bu maksada ulaştıran ve onun
oluşması için yardım eden;
Aynı zaman da istenilmeyen
şeylerin oluşmasına mani olan ve oluştuktan sonra onları defeden o zaman
diyebiliriz ki önümüzde dört şey var:
1
- Olması istenen ve sevilen bir şey.
2 - Olmaması istenen zararlı şeyler.
3 - Sevilen şeyin oluşma vesilesi.
4 - İstenilmeyen şeyleri defetme vesilesi.
(1 - Faydalı olan ve elde edilmesi
istenilen,
2 - Zararlı olan ve bulunmaması
istenilen,
3 - Faydalı ve sevimli olanın elde
edilmesine vesile olan,
4 - Zararlı olan, istenilmeyen şeyin
defedilmesine vesile olan... )
Bu dört şeyin bilinmesi kul için, Allah'ın dışındaki tüm canlılar için zorunludur.
Bu bilindikten sonra bilmeli ki; matlub, ma'bud
ve mahbub olan; ortağı olmayan ve tek olan Allah sübhanehu ve teâlâ'dır.
Aynı zaman da istenilen faydalı şeylerin oluşmasında kuluna yardım eden sadece O'dur. O'ndan başka ma'bud ve istenilen şeylerin oluşması için yardım eden yoktur. O'nun dışındakiler, uzak olmaları istenilen zararlı şeylerdir ve onların defedilmesi için yardımcı olacak kimse de sadece O'dur.
Bu dört şeyi kendisinde bulunduran sadece Allah sübhanehu'dür. Kulun:
"Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" (el-Fatiha,5)
sözünün manası da İşte budur.
Çünkü burada sözü edilen "ibadet"; her açıdan en mükemmel olan
matlub ve mahbubu içermektedir. Yardımı dilenen ise; istenilen şeylerin oluşması, istenilmeyen şeylerin de defedilmesi için kendisinden yardım
istenendir.
Burada söz konusu edilen şeyler'in birincisi "ulûhiyetin" gereği ikincisi de
"rububiyetin" gereğidir.
Zira; "ilâh"; sevmek, tevbe etmek, yüceltmek ve saygı göstermek şekillerinde kendisine ibadet edilendir.
Rabb ise; kulunu terbiye eden, onu yarattıktan sonra kendisiyle mükemmel olacağı maslahatları ve iyi durumları ona gösteren; aynı şekilde kendisi vasıtasıyla fesada uğrayıp helak olacağı kötülükleri ve mesafeleri ona bildirendir.
Kur'an'ı kerim de bu iki aslı ihtiva eden yedi âyet vardır:
1 - "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden
yardım dileriz."
(Fatiha, 5)
2 - "...Ancak O'na güvenip dayandım ve yalnız O'na yönelirim. " (Hûd, 88)
3 - "...O halde O'na kulluk et, O'na güvenip dayan..."
(Hûd, 123)
4 - "...Ey Rabbimiz sana güvenip dayandık, yalnız
sana yöneldik..." (Mümtehine, 5)
5 - "Hiç ölmeyen dâima diri olan (Allah)'a güvenip dayan, O'na hamd ederek tesbih et..."
(Furkan, 58)
6 - "...Ben ancak O'na dayanıp güvendim..."
(er-Ra'd, 30)
7 - "(gece-gündüz) Rabb'inin ismini an ve
(ibadet için) her şeyden kesilerek O'na dön. (O,) doğunun ve batının Rabb'idir.
O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O'nu vekil tut (O'na bağlan ve
yalnız O'na kulluk et)." (Müzzemmil, 8-9)
Bu mânâyı daha ziyade takrir etmek için deriz ki:
Allah'ü Teâlâ bütün yaratıkları kendisine ibadet / kulluk etmeleri için yaratmıştır.
Allah, dünyada onlara; kendisine iman etmelerinden, kendisini sevmelerinden ve kendisini tanımalarından daha sevimli daha güzel bir başka şey vermemiştir.
Onların, Allah'ı ilâh olarak kabul edip sadece O'na kulluk / ibadet etmeye olan ihtiyaçları; Allah'ın onları yaratmasına ve onlara rızık vermesine. Onların da Allah'ı Rabb olarak kabul etmelerine olan ihtiyaçları gibidir; hatta daha fazladır. Çünkü saadet ve kurtuluşlarının kendisine bağlı olduğu maksat ve gaye budur. Bu gaye ve maksat gerçekleşmeden onların iyiliği, kurtuluşu, nimet, lezzet ve sevince mazhar olmaları mümkün değildir.
Kim Rabb'ini anmaktan yüz çevirirse; dünyada sıkıntılı bir şekilde yaşar ve Allah, kıyamet gününde onu kör olarak haşreder. Bundan dolayıdır ki; Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmeyip bunun dışındaki günahları dilediği kimse için affeder. Ve yine bu sebepledir ki;
"Lâ ilâhe illallah - Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" sözü iyiliklerin en faziletlisi olmuştur.
Aynı sebepten dolayı; "Lâ ilâhe illallah -
Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur" sözü ile ifade edilen
"Ulûhiyet tevhidi" her şeyin başı kabul edilmiştir.
Bütün yaratıkların ikrar ettikleri "Rububiyet tevhidi" ise; gerekli olmakla beraber sedece o kurtulmak için kâfi değildir. Aynı zaman da onu kabul edip "ulûhiyet
tevhidi" ni kabul etmeyenlere karşı hüccet olur onları ilzam eder.
Allah'ın kulları üzerindeki hakkı; O'na ibadet
etmeleri ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları zaman onların
Allah üzerindeki hakları ise; Allah'ın onlara azap etmemesi ve Allah'ın yanına
geldiklerinde onlara ikram etmesidir.
Bu husus; kulun matlubu ve mahbubu olup, sevinci,
lezzeti ve nimete ermesi buna bağlı olduğu gibi; Allah'ın da kulundan istediği
ve hoşnut olduğu, kendisi vasıtasıyla kulundan razı olacağı şey budur.
Allah'ın; kulunun tevbe etmesi, kendisine itaat ve İbadet etmeye dönmesi sebebiyle olan sevinci; çölde, yiyeceği ve içeceği üzerinde bulunan devesini kaybedip ondan tamamen ümidini kesen kimsenin devesinin bulduğundaki sevincinden çok daha fazladır. Zaten bundan daha fazla sevinçte düşünülemez.
Yine kulun da; Rabb'inin varlığı, O'nunla olan ünsiyeti, O'na itaat etmesi, O'na yönelmesi, O'nun zikriyle mutmain olması, kalbini O'nu tanımakla imar etmesi ve O'nunla karşılaşmaya olan şevki/arzusu sebebiyle elde ettiği sevinçten daha büyük bir sevinci düşünülemez. Kainatta, kulun kendisine yönelip sükûnet bulduğu, mutmain olduğu ve teveccühüyle sevindiği Allah'tan başka bir varlık yoktur.
Allah'tan başkasına ibadet edip seven kimselere gelince; onlar için bir tür lezzet, sevgi ve ma'budlarının varlığından dolayı sevinç ve sükûnet söz konusu olsa bile; onların, ma'budların ve onlara İbadet etmeleri yüzünden gerçekleşen fesadları, zararları ve bedbahlıkları; başlangıçta tatlı sonunda acı ve işkence olan zehirlenmiş lezzetli bir yemeği yemekten dolayı gerçekleşen zarar ve ziyandan daha büyüktür. Şairin dediği gibi:
Gençlik zamanında, yapanlara tatlı olan bazı ihtiyaçlar; İhtiyarlık zamanında acı ve ıstırap olurlar.
Allah'ü Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, elbette ikisi
(nin idare ve düzeni) de bozulurdu. Arş'ın Rabbi olan Allah, onların uydurup yakıştırdıkları sıfatlardan yüce
(ve münezzeh) dir." (el-Enbiyâ, 22)
Şüphesiz ki; göklerin, yerin ve bütün yaratıkların oluşması ve devam etmesi; hakk olan ilâhı ilâh olarak kabul etmelerine bağlıdır. Şayet göklerde ve yerde Allah'tan başka bir ilâh olsaydı; hiç şüphe yok ki hakk ilâh olmayacaktı; Zira hakk olan ilâh; ortağı, adaşı ve bir başka benzeri olmayan ilâhtır.
Bu sebeple de eğer gökler ve yer Allah'tan başkasını ilâh olarak kabul etseydi; bütünüyle fesada uğrardı. Çünkü denge ve uyumunun sebebi olan hakk ilâhı kaybetmiş olurlardı. Gökler ve yer; var olmakta
"kahhar" ve tek olan bir Rabb'e dayanıp, denk olan iki Rabb'e dayanmaları imkansız olduğu gibi; dengeli ve uyumlu bir şekilde devam etmekte de eşit iki ilâh'a dayanmaları imkansızdır. Bunu iyice belledikten sonra bil ki;
Kulun; sevmekte, korkmakta, ummakta, tevekkül etmekte, O'nun rızasını gözeterek amel etmekte, O'nun adıyla yemin etmekte, O'na adak sunmakta, O'na boyun eğmekte, O'na yakarıp yalvarmakta, O'nu ta'zim etmekte, O'na secde edip yaklaşmak istemekte ve diğer konularda sadece Allah'a ibadet / kulluk edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaya olan ihtiyacı; cesedin ruha ve gözün göz nuruna olan ihtiyacından daha fazladır.
Hatta bu ihtiyacın kendisine kıyas edilebileceği bir benzeri yoktur. Çünkü kulun hakikati; kalbinden ve ruhundan oluşmaktadır ki; bunların da saadet ve huzurları, ancak kendisinden başka
ibadete layık ilâh olmayan Allah'la mümkün olabilir. Bunlar ancak; Allah'ı sevmekle, O'na kulluk yapmakla, O'nun rızasıyla ve ikramıyla mutlu ve mütelezziz olurlar.
Allah'tan başka şeylerle kul için sevinç ve lezzet oluşuyorsa da devamlı olamaz. Bilakis kulun sevinç ve lezzet alması; bir türden başka bir türe ve bir şahıstan başka bir şahısa intikâl edip durur. Hatta bazen bir şeyle sevinir; başka bir vakitte aynı şeyden dolayı acı ve ızdırap çeker. Bazen de sevdiği şeyle beraber olması ona eziyet ve zarar verir. Bu sevdiği şeyden aldığı lezzet; uyuz birisinin tırnaklarıyla kendisini kaşırken aldığı lezzet gibi olur. Tırnaklar onun tenini kanatıp paralarken, o aldığı lezzetten dolayı hala kaşımaya devam eder. Aynı şekilde Allah'tan başka bir şeyi (Allah hesabına olmamak şartıyla) seven kalbin aldığı lezzet de gerçekte acı, ıstırap ve zarardan başka bir şey değildir. Bu kalbin hissettiği tat; uyuz birinin kendini kaşımaktan aldığı hazdan fazla ve farklı değildir. Akıllı olan; iki şeyi karşılaştırır ve daha faydalısı hangisi ise onu alır. Başarıya ulaştıran ve yardım eden sadece Allah'ü Teâlâ'dır. Her şeyi kuşatan nimetleri verdiği gibi en üstün hüccet de yine O'nundur.
Bütün bu anlatılanlardan maksadımız şudur:
Kulun her durumda, her dakika ve her gözünü açıp kapamada hissetmesi gereken varlığı zorunlu olan
ilâhı; kendisinden başka her türlü ilâhın batıl olduğu ve kul nerede olursa olsun onunla beraber olan yegâne hakk ilâh'tır. Kulun O'na olan ihtiyacı hiçbir ihtiyaca benzemez. Bütün bunlardan dolayı haniflerîn imamı şöyle demektedir:
"Ben, batıp kaybolanları
(ilâh olarak) sevmem." (Enam, 76)
|