Allahu Teâlâ, akıl ile heva
arasına ve nefsi emmare ile kalp
arasına düşmanlık koymuştur. Bunlarla kulu imtihan etmektedir.
Bunları da kendi
aralarında toplayıvermiş, her topluluğu da ordularıyla ve yardımcılarıyla
güçlendirmiştir. Böylelikle savaş, onlardan birisinin diğerine galip olup
otoritesini kuruncaya dek iki taraf için devam etmektedir. Öbür taraf,
dolayısıyla diğerinin egemenliği altına girmiş olmaktadır.
Öyleyse şayet zafer
kalp, akıl ve meleke için meydana gelmişse, işte orada sevinç, nimet, haz,
rahatlık, göz aydınlığı, yaşantı hoşluğu, iç ferahlığı ve ganimetler vardır.
Şayet zafer nefis, heva ve şeytan
için meydana gelmişse, orada da karanlıklar, sıkıntılar, hüzünler, kötü işler,
iç daralmaları vardır.
Krallığını düşmanlarının istila
ettiğini bir düşünsene! Senin otoriterliğini esir ettiklerini, onunla
hazinelerin, stokların ve hizmetin arasına bir set çektiklerini ve onu pençeleri
altına aldıklarını bir düşünsene! İşte bununla beraber artık intikam almak
istediğinde de intikam almaya gücün olmaz.
Kuşkusuz bu kralın üstünde her şeye kadir ve yenilmez olan
mutlak bir Melik vardır. O öyle bir Melik ki, her şeye galip olandır ve hiçbir
şey O'na egemen olamaz. İzzet sahibidir ve hiçbir kimse O'nu zillete sokamaz.
İşte bu Melik olan Allah (c.c), bu durumdaki kuluna şu mesajını gönderir:
"Şayet
bana nusret edersen sana nusret ederim. Benden yardım istersen ben de sana
yardım ederim. Şayet bana iltica edersen ben de intikam almak istediğinden
intikamını alırım. Bana kaçarsan ve bana sığınırsan ben de düşmanlarına karşı
seni musallat ederim (seni muzaffer
ederim)
ve düşmanlarını sana esir
ederim."
Şayet esir olmuş olan bu melik şunları söylemiş ise:
"Düşmanım iplerimi eline almış ve onu sımsıkı bağlamış, bana tuzaklar kurmuş ve
sana yönelmekten, sana kaçmaktan ve senin kapına yürümekten beni engellemiştir.
Dolayısıyla katından bana ordularını gönder ki, bu iplerimi çözsünler, beni
tuzaklardan kurtarsınlar ve bu hapisten beni çıkarsınlar. Senin kapına gitmeme
bana imkân tanısınlar. Aksi takdirde hapiste kalırım ve tuzaklara düşerim."
İşte bu söylediklerini şayet
sultana deliller getirmek amacıyla söylemişse ya da gönderilen yardımı defetmek
niyetiyle ya da düşmanı yanında olana razı olarak söylemişse, en yüce sultan
olan Allah onun bu durumuna karşı çıkar ve ondan yüz çevirir.
Şayet bu söylediklerini O'na (c.c.) karşı fakirliğinden ve acziyetinden
ve zillette oluşunu ortaya koymak amacını güderek söylemişse, buna ek olarak
Allah'a gidişatında nefsinin en aciz ve en zayıf durumda olduğunu, Allah'ın
kuvveti ve yardımı sayesinde düşmanlarından kurtulduğunu ve hapisten çıktığını,
tıpkı bu yardım mektubunu kendisine gönderdiği gibi O'nun eksiksiz nimetin
kendisinde tamamlandığından dolayı bunların meydana geldiğini belirtmişse...
Allah'ın kendisine ordularıyla ve kölelîriyle kurtulması için destekler
sağladığını, esaret kapısından kendisini kurtardığını, tuzaklardan koruduğunu
haykırmışsa...
İşte şayet böyle söylemiş ve böyle yapmışsa, kuşkusuz o kuluna
nimetlerini tamamlamış demektir. Eğer O'ndan uzakta kalmış ise, Allahu Teâlâ bu
hâlde bulunan kuluna da zulmetmez ve ona yardımını esirgemez. Çünkü O'nun hamdi
ve hikmeti onu hapisteyken esirgemesini ve ondan uzak durmamasını
gerektirmektedir. Özellikle de hapsin Allah'ın hapsi olduğunu, kendisini esarete
almış olan düşmanın da O'nun kölelerinden bir köle ve O'nun kullarından bir kul
olduğunu, kendi canının Allah'ın elinde olup ancak O'nun (c.c.) izin vermesi ve
dilemesi sonucu kendisinin tasarruf edebildiğini, düşmanına iltifat etmediğini,
ondan korkmadığını, onun herhangi bir şeye gücünün yetmediğini ve fayda ve zarar
veremeyeceğini bildiği hâlde...
Hatta o, bunların Malikine bakıp
durmakta, işlerini evirip çevirene bakmakta, canı elinde olanı gözetlemektedir.
Buna ek olarak korkmasında ve ummasında, iltica edip huşulu olmasında, sakınıp
rağbet etmesinde... bunları da hep Allah'a özgü kılmaktadır. İşte bu durumda
iken o kimseye zafer ve yardım ordular geliverir.
|