Yüce Allah'ın kendisine ait vasfettiği tuzağa gelince; bu
dostları ve peygamberleriyle, tuzak kuranlara karşılık vermesidir. Onların
(düşmanların) kötü tuzaklarına karşılık O'nun güzel tuzağıdır. Böylece onların
tuzakları en çirkin olanı, O'nun tuzağı da en güzel olanı demek oluyor. Çünkü O'nun tuzağı âdil ve
karşılığın bizzat kendisidir. Aynı şekilde O'nun hilesi de böyledir. Resûlleriyle
ve dostlarıyla, düşmanlarına verdiği bir karşılıktır. O'nun hile ve tuzağından
daha güzeli asla olamaz.
"Kişi, cennet ehlinin amelini işleyip, ta ki kendisiyle
cennet arasında bir ziralık mesafe kalır ve yazgı öne geçer." ile ilgili hadise
bakarsak; kuşkusuz bu, insanların cennet ehli hakkında düşündükleri amelleridir.
Şayet bu cennete girmek için makbul bir amel-i salih olsaydı o zaman Allah bunu
severdi ve razı olurdu; bunu ondan iptal etmezdi. "Kendisiyle cennet arasında
bir ziralık mesafe kalır" ile ilgili kısma gelirsek; (cahillerin) yorumlarına
problem çıkarır niteliktedir. Şöyle cevap verilir:
Amel ancak sonuna ve
bitimine dek olsa, bu ameli işleyen kimse bu amelini bitirmeye ve tamamlamaya
sabır gösteremez, bilakis bunda gizli bir afet söz konusudur. Aynı zamanda
ömrünün sonlarında zelil olmayı gerektirecek bir püf noktası da söz konusu olur.
Böylece ihtiyaç vaktinde bu afet ve gizli belâ kendisine ihanet edecektir. Bu
sefer de afetin gerektiren sebeb gelir ve bunu işler. Şayet burada aldatma ve
afet yok ise, Allah o kimsenin imanını küfre çevirmez ve belki amelini ifsad
etmeyi gerektirebileceği hâlde bir sebep olmadan da, bu ameldeki doğruluğu ve
ihlâsı sebebiyle o kula bunu bağışlar. Nitekim insanlar birbirleri hakkında her
şeyi şeyleri bilmedikleri hâlde Allah (c.c.) herkes hakkında her şeyi bilir.
İblis'in konusuna gelirsek; Allah (c.c.) meleklere:
"Ben
sizin bilmediklerinizi bilirim." (Bakara, 30) diye buyurmuştu.
Muhakkak ki Rab Teâlâ, İblis'in kalbinde olan küfür, kibir ve hasedi bilmekteydi, melekler ise
bilmemekteydiler. Secde etmekle emrolundukları zaman meleklerin kalbinde itaat,
sevgi, korku ve teslimiyet ortaya çıkıverdi ve hemen emre uydular. Düşman olan
İblis'in kalbinde ise kibir, aldatma ve haset ortaya çıktı, yüz çevirdi,
büyüklendi ve kâfirlerden oldu.
Tuzağı ile dostlarını
korkutmaya gelince: bu haktır. Çünkü onlar günahları ve hatalarıyla tek
başına kalmalarından ve bunun onları bedbaht duruma döndürmesinden
korkuyorlardı. Onların korkuları günahlarından ileri geliyordu, rahmetini de
ümit etmekteydiler. Âyette şöyle buyruldu:
"Allah'ın tuzağından
(kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası,
Allah'ın tuzağından emin olmaz." (Araf, 99)
Bu ancak zalimler ve kafirler hakkındadır. Ayetin mânası
şöyledir:
"Öyleyse isyan etmenle, günahları işlemenle tuzağa düşmeyeceğinden
emin olma. Nitekim fasıklardan başkası O'nun tuzağından kendisini emin
görmez. Tuzağından dolayı Allah'tan korkan ariflere gelirsek; onlardan da
işlediklerinin azabını erteler. Onlar da bir gururlanma türü meydana gelir ve
günahları unuturlar ve azap kendilerine bu aşamadan ve gururdan sonra
geliverir."
Bir açıklama da şöyledir:
"Onlar, O'ndan
gafil olmakla O'nun zikrini unutmuşlardır. O'nun zikrinden ve itaatten yüz
çevirdikleri için O da onlardan yüz çevirmiştir. Böylece onlara belâ ve fitneler
alabildiğince tez ulaşmıştır. Onlara olan Allah'ın tuzağı, onlardan yüz
çevirmesiyle olmuştur. "
Bir açıklama da şöyledir:
"Kendilerinin
bilmedikleri günah ve kusurları Allah bilmektedir, dolayısıyla onlar hiç farkına
varmadan tuzak onlara geliverir."
Bir açıklama da şöyledir:
"Kendilerinin
sabır göstermeyeceği şeylerle imtihan ve sınav oldular ki bu da tuzak anlamına
gelir."
|