بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allah'ın Vakar ve Azameti

 

Zulmün ve cahilliğin en büyüğü şüphesiz, kalbin Allah'a tazim etmekten ve O'nu yüceltmekten arınık olduğu hâlde, insanlardan tazimi ve vakarı / yüceliği istemendir.

Kuşkusuz sen böyle bir şeyi istemekle bir mahlûku övmüş ve yüceltmiş oluyorsun, Allah'ın seni, kendisini yüceltmeni görmeyi istediği hâlde, sen kendinin yüce olmasını görmek istemiş olursun,...!

Allahu Teâlâ buyurdu ki:

"Niçin siz Allah'a bir vakar yakıştıramıyorsunuz?" (Nuh, 13)

Yani kendisini yüceltmiş olduğunuz kimseye yaptığınız muameleyi O'na yapmıyorsunuz.

Tekbir: Azamet/ yüceltmek demektir. "O'nu yüceltiyorsunuz" âyeti de bu yöndedir.

Hasan der ki: "Size ne oluyor ki Allah için hakkı bilmiyorsunuz ve O'na şükretmiyorsunuz?"

Mücahid ise: "Rabbinizin azametini görmüyorsunuz." der.

İbn Zeyd ise: "Allah itaat etmeyi görmezsiniz." der.

İbn Abbas der ki: "O'nun azametinin hakkını bilmezsiniz."

Muhakkak ki bu açıklamaların hepsi de tek bir mânaya gelir, bu da:

"Eğer onlar Allah'ı (c.c.) tazim etselerdi, yüceliğinin hakkını bilselerdi, O'nu tek görürlerdi, O'na itaat ederlerdi ve şükrederlerdi."

Kuşkusuz Allah'a itaat etmesi, O'na isyan etmekten kaçınması ve O'ndan haya etmesi kalbindeki vakarına göredir. Bundan dolayı bazı selef âlimleri şöyle demişlerdir:

"Kendisine Allah'ın ismi yakın olduğunda ve ismi zikrolunduğunda haya ettiğinde, O'nu hatırlayıp zikretmekle, kalbinizde Allah'ın vakarı / yüceliği tazim olsun. Senin "Allah, köpeği, domuzu, pislikleri vs. uzak etsin!" demen gibi. Kuşkusuz bu Allah'ın vakarından sayılır.

Allah'ın vakarından birisi de: O'nun mahlûklarından bir şeyi O'na ortak etmemendir, lâfızlarda bile!

Mesela;

"Allah'a ve hayatına yemin olsun" dememendir,

"Allah'ım ve sen varsın" dememendir,

"Allah ve sen dilersen" dememendir.

Sevgide, tazimde, yüceltmede ve itaatte bile mahlûklardan bir şeyi O'na ortak etmemendir.

Aksi takdirde gerek emir ve gerekse yasağında mahlûka itaat etmiş olursun, Allah'a itaat ettiğin gibi. Hatta bundan daha tehlikelidir. Çünkü en çok zulüm ve haddi aşmak bunda söz konusudur.

Korku ve ümit konularında da Allah'a kimseyi ortak etme!

O'na karşı bakanların en ehveni kılar, hakkını hakir görmez ve "Müsamahakârlık üzerine mebnidir" der ve fazileti de saymaz ve Allah'ın önüne mahlûkun hakkını geçirir.

Allah ve Resûl'ü bir tarafta ve bir yönde olur, insanlar da bir yönde ve bir tarafta olurlar.

- İçinde insanların bulunduğu bir sınırda ve parçada olur, Allah ve Resûl'ünün olduğu sınır ve parçada olmaz.

- Muhatap oluşunda mahlûka kalbini ve aklını vermez,

- Hizmet etmede Allah'a, bedenini, lisanını verir ancak kalbini ve ruhunu vermez.

- Nefsinin muradını da, Rabbinin muradı doğrultusunda harekete geçirmez.

- İşte bunların hepsi kalpte Allah'ın vakarının bulunmayışından kaynaklanmaktadır.

Her kim böylece ise, kuşkusuz Yüce Allah (c.c), onun için insanların kalbine vakar ve heybet koymaz. Bilakis vakarı ve heybeti kalplerinden düşürür.

Şayet şerrinden dolayı korkmaları sebebiyle Allah'ı yüceltip vakarlı olmuşlarsa, bu vakar buğzedilen vakardır, sevilen ve tazim olunan vakar değildir.

Allah'ın vakarından birisi de; O'nun (c.c), kulunun sırlarına ve gizlediklerine vakıf olmasından ve hakkında çirkin görülen şeyleri görmesinden dolayı haya etmesidir. Aynı zaman da O'nun vakarından birisi de şudur:

Kulun tek başına olduğu zaman Allah'tan utanmasının, yüce şahsiyetlerin yanında olduğu zaman onlardan utanmasından daha çok olmasıdır.

Maksada gelirsek; her kim Allah'ı, kelâmını verdiği ilim ve hikmetleri yüceltmezse insanların, O'nu yüceltmesini ve tazim etmesini nasıl talep edebilir ki?

Kuşkusuz Kur'an, ilim ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kelâmı, sana gelen haktan olan öğütler, nasihatler, tesbihatlar ve yasaklardan sakındırmalardır. Nitekim ihtiyarlığın seni (dünya sefahatinden) alıkoyucu ve engelleyicidir. Sana bir nasihatçidir.

Öyleyse sana nasihat ve öğüt niçin yararlı olmaz!

Nasihat sana anlatıldığı hâlde bu yüz çevirişin niye!

Bununla beraber başkalarının seni övmelerini ve yüceltmelerini istersin. Musibetine hiçbir öğüdün ve vaazın tesir etmediği bir musibet ablukasındasın. Allah'tan başkasından vaazı ister ve musibete bakıp, Allah'ın öğüdünden men olur, kendisine darbı misal verilenleri görmez, kendisinin darbı misal getirdiklerine başkalarının görmesini ister.

Her kim misalleri, sonuçları ve âyetleri başkası hakkında dinlemişse, kuşkusuz bu kimse başkası hakkında gözüyle ayan beyan gören gibi değildir. Bunları kendi nefsinde bulan nasıl olur öyleyse?

"Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur'an'ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?" (Fussilet, 53)

O'nun âyetleri ufuklarda işitilip bilinmekte, kişinin nefsinde ise şahit olunup görülmektedir. Bundan müstağni olmaktan Allah'a sığınırım.

Allahu Teâlâ buyurdu ki:

"Açın gözünüzü! Göklerde kim var, yerde kim varsa hep Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar dahi, Allah'a ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar. Ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar. O, öyle bir Allah'tır ki, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü yaptı. Elbette bunda söz dinleyecek olan bir kavim için âyetler (ibretler) vardır." (Yunus, 96-97),

"Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah'ın diledikleri hariç, yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmezler." (Enam, 111)

Tevfikle destekli akıllı kimse ise, bundan başkasına itibar eder. Hilkatinin eksiklerini ahlâk ve amellerinin faziletleriyle tamamlar.

Cisminden her defasında yeni imtihanla karşı karşıya gelince, imanında da bir iz artıverir. Bedeninde her defasında bir yeri kuvvetlenecek olursa imanın yakîninin ve Allah ile âhiret gününe rağbetinin kuvveti de artıverir. Şayet böyle olmazsa o takdirde ölüm onun için daha hayırlıdır. Çünkü ölümle o kul elem ve fesatlardan belli bir sınırda kesiliverip durur, uzun ömürle beraber noksanlıkların ve ayıpların tersine, çünkü bu hâlde iken yaşaması, elem, keder, hüsran ve sıkıntılarda artacağının göstergesidir.

Kuşkusuz ömür uzun olduğu zaman bunun güzel olması ve faydalı olması için öğüt alması ve idrak etmesi lâzım. Fırsatlarını iyi değerlendirmesi gerekir ve nasuh tevbesi yapması lâzım.

Allahu Teâlâ'nın buyurduğu gibi:

"Onlar, orada şöyle feryat ederler: Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapa geldiklerimizden başka salih bir amel yapalım. (Onlara): Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O hâlde azabı tadın. Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur, (denir)." (Fatir, 37)

Eğer yaşadığı uzun hayatı, ömrü faydalı işleri yapmakta, Allah'ı düşünmekle, nefsinin (hayırlı olarak) kalmasına dair stoklamayla bir icraat yapmamışsa, kalbiyle bu hayatı işlememiş, içinde olunan nimetlere hâsıl olmamışsa, işte o takdirde bu hayatında (yaşamında) bir hayır yoktur demektir. Çünkü kul yolculuğa çıkmıştır bir defa; ya cennete ya da cehenneme.

Eğer ömrü uzun olur ve güzel işler işlerse o takdirde yolculuğu lezzetleri ve nimetleri elde etmeye dair fazlalaşır. Bu istikamette yolunu uzatacak olursa buna karşı şevk daha üstün ve daha yüce olur. Şayet ömrü uzun olup ta ameli kötü olursa / körü ameller işlerse yolculuğunda elem ve sıkıntıları artırmış olur. En düşük yerlere doğru ilerler. Kuşkusuz misafir kimse ya yükselir ya da alçalır merfu bir hadiste buyrulduğu gibi:

"Sizin en hayırlınız; ömrü uzun olup güzel amel işleyendir. En şerliniz de ömrü uzun olup kötü amel işleyendir." (Hadis hasendir. Bunu Ahmed zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. (20415) Hadisin uzun rivayeti için aynı yere bakınız.)

Talebinde, doğruca isteyen kimsenin zatında her defasında bir şey harap olunca, kalbi ve ruhunu tamir etmeye / ıslah etmeye yönelir. Dünyada her defasında bir şey eksikliğinde de onu da âhireti hakkında kılar. Dünya lezzetlerinden bir şeyden alıkonduğunda da onu âhiret lezzetleri hakkında ziyade edip kılar. Her defasında sıkıntı, keder, hüzün ya da bunaltıya duçar olunca onu da âhiret sevinçleri hakkında kılar. Bedeninin, dünyasının, lezzetlerinin konumu ve makamının noksanlığı eğer bunda hâsıl olması ziyadeleşirse ve kişiyi gösterişe ve riyaya götürmüyorsa o zaman bunlar onun için bir rahmet ve hayır oluverir. Aksi hâlde mahrumiyet ve zahiri ve batini günahların sonucu ya da zahiri ve batini bir vacibin terki olur. Çünkü dünya ve âhiret hayrının mahrum olunması bu dört husus üzerine mertebelidir.

Başarı Allah'tandır.

 

İÇİNDEKİLER