Zulmün ve cahilliğin en büyüğü şüphesiz, kalbin Allah'a tazim
etmekten ve O'nu yüceltmekten arınık olduğu hâlde, insanlardan tazimi ve
vakarı / yüceliği istemendir.
Kuşkusuz sen böyle bir şeyi
istemekle bir mahlûku övmüş ve yüceltmiş oluyorsun, Allah'ın seni, kendisini
yüceltmeni görmeyi istediği hâlde, sen kendinin yüce olmasını görmek istemiş
olursun,...!
Allahu Teâlâ buyurdu ki:
"Niçin siz Allah'a bir vakar
yakıştıramıyorsunuz?" (Nuh, 13)
Yani kendisini yüceltmiş
olduğunuz kimseye yaptığınız muameleyi O'na yapmıyorsunuz.
Tekbir: Azamet/ yüceltmek
demektir. "O'nu yüceltiyorsunuz" âyeti de bu yöndedir.
Hasan der ki: "Size ne
oluyor ki Allah için hakkı bilmiyorsunuz ve O'na şükretmiyorsunuz?"
Mücahid
ise: "Rabbinizin azametini görmüyorsunuz." der.
İbn
Zeyd ise: "Allah itaat etmeyi görmezsiniz." der.
İbn Abbas der ki: "O'nun
azametinin hakkını bilmezsiniz."
Muhakkak ki bu açıklamaların
hepsi de tek bir mânaya gelir, bu da:
"Eğer onlar Allah'ı
(c.c.)
tazim etselerdi, yüceliğinin hakkını bilselerdi, O'nu tek görürlerdi, O'na itaat
ederlerdi ve şükrederlerdi."
Kuşkusuz Allah'a itaat etmesi,
O'na isyan etmekten kaçınması ve O'ndan haya etmesi kalbindeki vakarına göredir.
Bundan dolayı bazı selef âlimleri şöyle demişlerdir:
"Kendisine Allah'ın ismi yakın
olduğunda ve ismi zikrolunduğunda haya ettiğinde, O'nu hatırlayıp zikretmekle,
kalbinizde Allah'ın vakarı / yüceliği tazim olsun. Senin "Allah, köpeği, domuzu,
pislikleri vs. uzak etsin!" demen gibi. Kuşkusuz bu Allah'ın vakarından sayılır.
Allah'ın vakarından birisi de: O'nun mahlûklarından bir şeyi
O'na ortak etmemendir, lâfızlarda bile!
Mesela;
"Allah'a ve hayatına yemin
olsun" dememendir,
"Allah'ım ve sen varsın"
dememendir,
"Allah ve sen dilersen"
dememendir.
Sevgide, tazimde, yüceltmede ve
itaatte bile mahlûklardan bir şeyi O'na ortak etmemendir.
Aksi takdirde gerek
emir ve gerekse yasağında mahlûka itaat etmiş olursun, Allah'a itaat ettiğin
gibi. Hatta bundan daha tehlikelidir. Çünkü en çok zulüm ve haddi aşmak bunda
söz konusudur.
Korku ve ümit konularında da
Allah'a kimseyi ortak etme!
O'na karşı bakanların en ehveni
kılar, hakkını hakir görmez ve "Müsamahakârlık üzerine mebnidir" der ve
fazileti de saymaz ve Allah'ın önüne mahlûkun hakkını geçirir.
Allah ve Resûl'ü bir tarafta ve
bir yönde olur, insanlar da bir yönde ve bir tarafta olurlar.
-
İçinde insanların bulunduğu bir
sınırda ve parçada olur, Allah ve Resûl'ünün olduğu sınır ve parçada olmaz.
- Muhatap oluşunda mahlûka kalbini ve aklını
vermez,
- Hizmet etmede Allah'a, bedenini,
lisanını verir ancak kalbini ve ruhunu vermez.
- Nefsinin muradını da, Rabbinin
muradı doğrultusunda harekete geçirmez.
- İşte bunların hepsi kalpte Allah'ın vakarının bulunmayışından
kaynaklanmaktadır.
Her kim böylece ise, kuşkusuz Yüce Allah (c.c), onun için
insanların kalbine vakar ve heybet koymaz. Bilakis vakarı ve heybeti
kalplerinden düşürür.
Şayet şerrinden dolayı korkmaları sebebiyle Allah'ı
yüceltip vakarlı olmuşlarsa, bu vakar buğzedilen vakardır, sevilen ve tazim
olunan vakar değildir.
Allah'ın vakarından birisi de;
O'nun (c.c), kulunun sırlarına ve gizlediklerine vakıf olmasından ve hakkında
çirkin görülen şeyleri görmesinden dolayı haya etmesidir. Aynı zaman da O'nun
vakarından birisi de şudur:
Kulun tek başına olduğu zaman
Allah'tan utanmasının, yüce şahsiyetlerin yanında olduğu zaman onlardan
utanmasından daha çok olmasıdır.
Maksada gelirsek; her kim Allah'ı, kelâmını verdiği ilim ve
hikmetleri yüceltmezse insanların, O'nu yüceltmesini ve tazim etmesini nasıl
talep edebilir ki?
Kuşkusuz Kur'an, ilim ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) kelâmı, sana gelen haktan olan öğütler, nasihatler, tesbihatlar ve
yasaklardan sakındırmalardır. Nitekim ihtiyarlığın seni (dünya sefahatinden)
alıkoyucu ve engelleyicidir. Sana bir nasihatçidir.
Öyleyse sana nasihat ve öğüt
niçin yararlı olmaz!
Nasihat sana anlatıldığı hâlde bu
yüz çevirişin niye!
Bununla beraber başkalarının seni
övmelerini ve yüceltmelerini istersin. Musibetine hiçbir öğüdün ve vaazın tesir
etmediği bir musibet ablukasındasın. Allah'tan başkasından vaazı ister ve
musibete bakıp, Allah'ın öğüdünden men olur, kendisine darbı misal verilenleri
görmez, kendisinin darbı misal getirdiklerine başkalarının görmesini ister.
Her kim misalleri, sonuçları ve
âyetleri başkası hakkında dinlemişse, kuşkusuz bu kimse başkası hakkında gözüyle ayan beyan gören gibi
değildir. Bunları kendi nefsinde bulan nasıl olur öyleyse?
"Biz onlara hem
ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur'an'ın hak
olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi
değil
mi?"
(Fussilet, 53)
O'nun âyetleri ufuklarda işitilip bilinmekte, kişinin
nefsinde ise şahit olunup görülmektedir. Bundan müstağni olmaktan Allah'a
sığınırım.
Allahu Teâlâ buyurdu ki:
"Açın gözünüzü! Göklerde kim
var, yerde kim varsa hep Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar dahi, Allah'a
ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar. Ve yalandan
başka bir şey söylemiyorlar. O, öyle bir Allah'tır ki, içinde dinlenesiniz diye
sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü yaptı. Elbette bunda söz dinleyecek
olan bir kavim için âyetler (ibretler) vardır."
(Yunus, 96-97),
"Eğer biz onlara melekleri
indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına
getirseydik, Allah'ın diledikleri hariç, yine de inanacak değillerdi, fakat
çokları bunu bilmezler." (Enam, 111)
Tevfikle destekli akıllı
kimse ise, bundan başkasına itibar eder. Hilkatinin eksiklerini ahlâk ve
amellerinin faziletleriyle tamamlar.
Cisminden her defasında yeni imtihanla karşı karşıya gelince,
imanında da bir iz artıverir. Bedeninde her defasında bir yeri kuvvetlenecek
olursa imanın yakîninin ve Allah ile âhiret gününe rağbetinin kuvveti de
artıverir. Şayet böyle olmazsa o takdirde ölüm onun için daha hayırlıdır. Çünkü
ölümle o kul elem ve fesatlardan belli bir sınırda kesiliverip durur, uzun
ömürle beraber noksanlıkların ve ayıpların tersine, çünkü bu hâlde iken
yaşaması, elem, keder, hüsran ve sıkıntılarda artacağının göstergesidir.
Kuşkusuz ömür uzun olduğu zaman bunun güzel olması ve faydalı olması için öğüt
alması ve idrak etmesi lâzım. Fırsatlarını iyi değerlendirmesi gerekir ve nasuh
tevbesi yapması lâzım.
Allahu Teâlâ'nın buyurduğu gibi:
"Onlar, orada şöyle feryat
ederler: Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapa geldiklerimizden başka salih bir amel
yapalım. (Onlara): Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür
vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O hâlde azabı tadın. Çünkü zalimleri
kurtaracak yoktur, (denir)." (Fatir, 37)
Eğer yaşadığı uzun hayatı, ömrü
faydalı işleri yapmakta, Allah'ı düşünmekle, nefsinin (hayırlı olarak) kalmasına
dair stoklamayla bir
icraat yapmamışsa, kalbiyle bu hayatı işlememiş, içinde olunan nimetlere hâsıl
olmamışsa, işte o takdirde bu hayatında (yaşamında) bir hayır yoktur demektir.
Çünkü kul yolculuğa çıkmıştır bir defa; ya cennete ya da cehenneme.
Eğer ömrü
uzun olur ve güzel işler işlerse o takdirde yolculuğu lezzetleri ve nimetleri
elde etmeye dair fazlalaşır. Bu istikamette yolunu uzatacak olursa buna karşı
şevk daha üstün ve daha yüce olur. Şayet ömrü uzun olup ta ameli kötü
olursa / körü ameller işlerse yolculuğunda elem ve sıkıntıları artırmış olur. En
düşük yerlere doğru ilerler. Kuşkusuz misafir kimse ya yükselir ya da alçalır merfu bir hadiste buyrulduğu gibi:
"Sizin en hayırlınız; ömrü uzun olup güzel amel işleyendir. En şerliniz de ömrü
uzun olup kötü amel işleyendir."
(Hadis hasendir. Bunu Ahmed zayıf bir isnadla rivayet
etmiştir. (20415) Hadisin uzun rivayeti için aynı yere bakınız.)
Talebinde, doğruca isteyen kimsenin zatında her defasında bir
şey harap olunca, kalbi ve ruhunu tamir etmeye / ıslah etmeye yönelir. Dünyada her
defasında bir şey eksikliğinde de onu da âhireti hakkında kılar. Dünya
lezzetlerinden bir şeyden alıkonduğunda da onu âhiret lezzetleri hakkında
ziyade edip kılar. Her defasında sıkıntı, keder, hüzün ya da bunaltıya duçar
olunca onu da âhiret sevinçleri hakkında kılar. Bedeninin, dünyasının,
lezzetlerinin konumu ve makamının noksanlığı eğer bunda hâsıl olması
ziyadeleşirse ve kişiyi gösterişe ve riyaya götürmüyorsa o zaman bunlar onun
için bir rahmet ve hayır oluverir. Aksi hâlde mahrumiyet ve zahiri ve batini
günahların sonucu ya da zahiri ve batini bir vacibin terki olur. Çünkü dünya ve
âhiret hayrının mahrum olunması bu dört husus üzerine mertebelidir.
Başarı Allah'tandır.
|