Mevcudatın en temizi, en açığı, en nurlusu, en şereflisi, zat ve kadir
bakımından en üstünü ve en geniş olanı hiç şüphesiz ki Rahman olan Allah'ın
arşıdır. Bu yüzden de zaten onun üzerine Allah'ın (c.c.) istiva etmesi uygun
olmaktadır.
Arşa yakın olan her şey de kendisinden sonra olmak üzere en nurlu, en pak ve en
şerefli konuma gelmektedir. İşte arşa yakın olduğu için de Firdevs cenneti,
cennetler arasında en yücesi, en nurlusu ve en üstünü olmaktadır. Öyle ki arş,
bu cennetin tavanını oluşturmaktadır. Bu arştan uzak olan her şey, daha donuk,
daha bayağı ve daha kötü olmaktadır.
Bundan dolayıdır ki; aşağılıkların da aşağısı olan (esfel-i safilin) kimseler
yer bakımından da yerlerin en kötüsündedirler ve bütün
hayırlardan oldukça uzaktırlar.
Yüce Allah, kalpleri yaratmış, kendisini bilmesi, sevmesi ve kendisini düşünmesi
için de kalblerde bir yer yaratmıştır. Kuşkusuz burası, kendisini bilmek, sevmek
ve düşünmek mânasına gelen yüce sıfatların arşıdır.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Âhirete iman etmeyenler için kötü sıfatlar var.
En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
(Nahl, 60),
"Hem yaratmayı ilkin yapan Odur. Sonra onu çevirip yeniden yapacak
olan da O'dur ki, bu O'na çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüksek şan ve şeref
Onundur. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
(Rum, 27),
"O'nun benzeri
olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür."
(Şura, 11)
İşte görüldüğü gibi bu, yüce sıfatlardandır. O, mü'min kulun kalbine istiva
etmiştir. Bu da O'nun arşıdır. Şayet bu (kalp), eşyaların en temiz ve pak olanı
olmasaydı ve bütün pisliklerden / kirlerden arınık olmasaydı, o zaman arşın
üzerine yüce sıfatların marifet, sevgi ve düşünme olarak istiva etmesi mümkün
olmazdı. Dolayısıyla kalb üzerine istiva etmiştir.
Dünyanın en alt yerinin sıfatlarına gelirsek, onu sevmek, düşünmek ve
bağlanmakla, kişinin kalbi bayağılaşır, haktan uzak olur, zalimleşir ve felah
bulmaz. Böylece kalpler iki kalp olarak anlam kazanırlar:
- Rahmanın arşı olan kalp; ki bunda nur, hayat, mutluluk, huzur, neşe ve
her türlü hayır bulunur.
- Öbürü de Şeytanın arşı olan kalp. Bunda da darlık, zulüm, ölüm, hüzün,
tasa ve keder bulunur.
Aynı zamanda bu kimsenin kalbi, geçmişte olanlardan ötürü hüzünlü, ileride
olacaklardan dolayı sıkıntıda ve o anki durumundan dolayı da oldukça perişan bir
durumdadır.
Tirmizî ve başkalarının rivayetine göre; Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem):
"Nur kalbe girdiği zaman kalp açılır ve inşirah bulur."
diye buyurunca sahabe:
Ey Allah'ın
Resulü! Bunun bir işareti var mıdır?" diye sordular. Resûlullah da (sallallahu
aleyhi ve sellem):
"Ebedî olan
(âhiret yurdun)a yakın olmak,
gururlanma yeri olan (dünya)dan uzak durmak ve ölüm gelmeden önce ona
karşı hazırlıklı olmaktır." diye buyurdu.
Dolayısıyla nurun kalbe girmesi ancak yüce sıfatların izleriyle olmaktadır. İşte
bu sebeple de kalp genişlemekte ve açılmaktadır. Şayet onda Allah sevgisi ve
Allah'ı bilmek olmasaydı, o takdirde onda zulüm ve daralma bulunurdu.
(Tirmizî'de buna benzer bir hadis bulamadık. el-Hakim et-Tirmizî bunu
"Nevadiru'l-usul" adlı eserde (1/528) sayfada 86. usul kaidesinde belirtmiştir.
Bunu Said b. Mansur "Es-Sünen"de 5/86 (918), yine bu yolla Beyhakî
"el-Esmâ
ve's-Sıfât"da (326), İbn Cerir et-Taberî, tefsirinde (13856) rivayet
etmişlerdir. Üçü de Süfyan b. Uyeyne yoluyla, ondan da Halid b. Ebû Kerime,
ondan da Abdullah b. Musevvirin -ki o da Cafer b. Ebû Talib'in oğludur-
rivayetiyle gelen hadisten rivayet etmişlerdir. Kendisi şöyle demiştir:
"Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allah kimin hakkında hidayet vermeyi dilemişse, onun
kalbini İslâm'a açar..." âyetini okudu ve hadisi zikretti."
İbn Cerir'in,
tefsirinde (13852,13853, 13854) Amr b. Merra yoluyla, onun da Ebû Cafer'den -ki
o da Abdullah b. Musevvir'in babasıdır- gelen hadisi rivayet etmiştir. Bir
rivayette de (13855) Abdullah yerine Amr gelmiştir ki, bu bölümde tahrif ya da
nüshada kopukluk oluşmuştur. Bunu da tefsiri tahkik eden yazar beyan etmiştir.
Yine İbn Cerir'in tefsirinde (13855) Amr b. Merra yoluyla, ondan da Ebû Ubeyde,
ondan da Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği hadis vardır. Rivayete göre dedi
ki:
"Allah kime hidayet vermeyi dilemişse, onun kalbini İslâm'a açar..." âyeti
nazil olunca Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) soruldu ve bunun
üzerine:
"Nur kalbe girdiği zaman..." hadisini zikretti.
Bu
hadisi Dârekutnî "el-İlel" adlı eserde (5/188) kusurlu bulmuş ve:
"Doğrusu Amr
b. Merra'dan gelen, ondan da Ebû Cafer Abdullah b. el- Musevvir'den mürsel
olarak Nebi'den (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurulan rivayettir. Nitekim Sevri de bunun böyle
olduğunu söylemektedir." )
|