Nebi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer'e buyurduğu:
"Ne biliyorsun! Belki de Allahu Teâlâ Bedir'e
katılanların durumlarına bakmış ve "Ne yaparsanız yapın, ben sizi bağışladım"
demiştir." hadisi...
(Buhârî (4274) ve Müslim (2494) Ali b. Ebû Talib'ten rivayet etmişlerdir.)
Bu
hadis-i şerifin mânasını, insanlardan birçok kimse farklı anlamıştır. Çünkü
hadisin zahirinden kendilerine her şeyin mubah olduğu ve istedikleri her şeyi
yapabilecekleri anlaşılmaktadır. Ama bu mümkün değildir.
İçlerinde
İbnü'l-Cevzi'nin de bulunduğu bir grup şöyle demişlerdir:
"Hadisteki
"Ne
yaparsanız yapın" ifadesinden maksad ileride yapacaklarınız ile
alakalı değil, bilakis geçmiş ile ilgili yaptıklarınız hakkındadır. Buna göre
mânası şöyle olur:
"Önceden işlediğiniz hangi
ameliniz (günahınız)
var idiyse onu bağışladım demektir."
Kuşkusuz buna şu iki husus delalet etmektedir:
A - Şayet burada geçen fiil, gelecek ifade etseydi o zaman cevabı "sizleri
bağışlayacağım" diye olurdu.
Yine böyle olsaydı, bütün günahlar hakkında genellik olmuş olurdu ki, burada bu
mânaya gelmez. Gerçek cevap şu ki;
"Şüphesiz ki ben bu savaşınızdan dolayı
geçmiş günahlarınızı bağışladım." mânasında olur. Lakin bu açıklama da iki
yönden zayıf bir açıklamadır:
1. Hadiste geçen "Ne yaparsanız yapın" lafızı bu açıklamaya engeldir. Çünkü bu
lafız, gelecek ifade eder. Geçmişlik ifade etmez. "Sizleri bağışladım" bölümünün
ise; "ne yaparsanız yapın" bölümüne uyacak diye bir gerekliliği olmayabilir.
Çünkü "Sizleri bağışladım" sözü, gelecekteki bağışlamanın vuku bulduğunu ortaya
koyan bir sözdür. "Allah'ın emri (kıyamet) geldi... ve "Rabbin
geldi..." ve
benzer âyetlerde olduğu gibi.
2. Hadisin bizzat kendisi bu açıklamayı reddetmektedir. Çünkü hadisin sebebi
zaten Hâtıb kıssasıdır. O'nun Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında yaptığı casusluğu ile
ilgilidir. Şüphesiz ki bu hâdise de Bedir savaşından sonra gerçekleşmiş idi,
öncesinde olmamıştı. İşte hadisin vürud sebebi budur. Bundan kast edilen de
kesinlikle bu olsa gerek.
Allah en iyisini bilen olmakla beraber bizim bu hadis
hakkındaki düşüncelerimiz şöyledir:
Bu hadisteki hitap hakkında Allahu Teâlâ,
onların, dinlerinden vaz geçmeyen ayrılmaz kimseler olduklarını, İslâm üzere
öldüklerini, buna ek olarak
başkalarının bazen işlediği gibi onların da bazı günahlar işlemiş olduklarını
ancak Allah'ın onları günahlarda ısrarcı kılmadığını, bilakis onları nasuh
tevbeye ve istiğfara ulaştırdığını ve günahlarından sonra işledikleri bazı
sevaplarının bu günahlarını sildiğini kuşkusuz bilmektedir. Böylece bu durum
başkalarına olmadan sadece kendileri hakkında özel bir durum hâlini almış
oluyor. Çünkü bu husus onlar hakkında gerçekleşmiş ve böylelikle
bağışlanmışlardır.
Bu
ifadeden, bağışlanmış olmayı suistimal ederek, farzları yerine getirmemeleri de
elbette anlaşılamayacağı gibi aynı zamanda bu, sebeplerini yerine getirmeleriyle
mağfiretin oluşmasına da engel teşkil etmez. Şayet bağışlanmış olmaları, onların
emredilen buyrukları artık yerine getirmeyebileceklerini ortaya koysaydı, o
zaman bundan sonra namaz kılmaya, oruç tutmaya, hac etmeye, zekat vermeye ve
cihad etmeye ihtiyaç duymazlardı. Kuşkusuz bu da imkânsızdır.
Muhakkak ki, günahlardan sonra mutlaka yapılması gereken öncelikli gereksinim
tevbe etmektir. Şu var ki, bağışlamış olmanın söz verilmiş olması, bağışlanmayı
gerektirecek sebep ve faktörlerin de artık iptal edilebilirliği fikrini asla
ortaya koymaz. Bu açıklamayı (destekleyecek) benzer başka bir hadis-i şerif ise
şöyledir:
"(Allahu Teâlâ): Kulum bir günah işledi ve: Ey Rabbim! Bir günah
işledim, onu benim için bağışla" der. diye buyurur. Bunun üzerine Allah onu
bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler
ve:
"Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der. Allah onu
bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler
ve: "Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ:
"Kulum, günahları bağışlayan ve bundan ötürü onu hesaba çeken bir
Rabbinin olduğunu bildi. Şüphesiz ki kulumu bağışladım. Öyleyse istediğini
işlesin." diye buyurur."
(Buhârî (7507) ve Müslim (2758) Ebû Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.)
İşte bu hadis-i şerifte de o kimseye haramları ve günahları işlemesine dair bir
izin ya da mutlaklık bulunmamaktadır. Hadis tamamıyla kulun her bir günah
işleyip de, tevbe ettiği takdirde bağışlanmasının da devam edeceğine delalet
etmektedir.
Bu
kulun böyle bir bağışlanma aldığına dair özelliğine bakarsak; kendisi de
biliyordu ki herhangi bir günahta ısrarcı olunmamalı. Kendisi bir günah
işlediği zaman tevbe etmekteydi. O'nun durumunda olan herkes için de bu durum
aynı hüküm alırdı. Ancak şu var ki, zikredilen bu kul hakkında karar
kesilmiştir. Tıpkı Bedir ehli hakkında hükmün kesildiği gibi. Aynı zamanda Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem)
cennet ile müjdelenenleri haber verdiği ya da kendilerinin bağışlanmış
olduklarını belirttiği kimselerde olduğu gibi...
Şunu gözden kaçırmamak lâzım ki; bunlarla, sahabeden bunlar olsun, başkası olsun
herhangi bir kimsenin, artık bütün günahları ve cürümleri işleyebileceği ya da
farzları terk edebileceği asla anlaşılmamaktadır. Bilakis bu kimseler (dinî
işlerde) daha çok çalışmakta, daha çok korkmakta ve müjdelendiklerinden sonra da
öncesine nazaran daha çok dikkat etmekteydiler. Cennet ile müjdelenen on sahabe
de olduğu gibi...
Ebû Bekir es-Sıddık, Allah'ın emrinden çokça korkan ve günahlardan çok sakınan
bir şahsiyetti. Ömer de öyleydi. Çünkü kendileri biliyorlardı ki, genel olan
müjde bazı şartlarla kayıtlıydı. Ve bu ölüme dek sürmekteydi. Bu müjdeyi bozacak
bazı engellerin de olduğunu bilmekteydiler. Onlardan hiçbir kimse bu müjdeyi
mutlak olarak ve isteyenin farzları terk edebileceği biçiminde anlamamışlardır.
|