Âhirete rağbetin eksiksiz olması için dünyaya karşı zahid olmak gerekir. Nitekim şu iki doğru bakış açısı olmadan dünyaya
karşı tam zahid olunmaz:
Birinci bakış açısı:
Dünyaya, süratlice zeval bulup yok
olmasına, eksilmesine, adiliğine, çekişmeliğine, ona karşı hırslı olmaya ve onda
bulunan keder, sıkıntı ve lüzumsuzluğa bakmak.
Buna ek olarak, bu zevalin ve
kopukluğun hasret ve eserlikle birlikte son bulacağını bilmek.
Kuşkusuz dünyayı
talep eden kimse, onu elde etmeden önce sıkıntılara, ona ulaşırken kederlere ve
son bulacağından dolayı da gam ve hüzünlere mazhar olur. Nitekim bu iki
bakıştan birisidir.
İkinci bakış açısı ise şudur:
Ahirete, ona yönelmeye,
gelişine, gerekliliğine, devamına, bekasına, kendisinde bulunan hayır ve
güzelliklere ve kul ile arasındaki duruma bakmak. Yani şu âyette buyurulduğu
gibi:
"Ahiret
ise daha hayırlı ve bakidir."
(A'lâ, 17)
Şu var ki âhiret, daimî ve eksiksiz hayırlar yeridir. İşte
kulun (dünyaya dair) hayal ettikleri eksik, kopuk ve yıkılmış hayallerden
ibarettir.
Dolayısıyla kulda bu her iki bakış tamamlanınca aklın içerdiği yerini
buluverir ve kendisinin de zahidlik edeceği konumda zahid oluverir.
İşte her
birinde de kul, acil ve faydalı olanları terk etmemeye; gecikmeli faydalar,
kaybolmuş ve gecikmiş lezzetler yerine hazır olan lezzetleri almaya tabiatça
daha müsaiddir. Ancak tecilli yani gecikmeli bir faydanın acil bir faydadan daha
üstün olduğunu gösteren bir şey kendisi için belli olmuş ve en yüce ve en
faziletlisine rağbet etmesi güçlenmişse, o zaman başka...
Kendisi eğer fani ve eksik olanı izlemişse, işte bu, ya konu
hakkında kendisi için bunun faziletine dair bir şey belli olmadığından ya da
fazileti hususunda rağbet etmediğinden dolayıdır!
Bu husustan her ikisi, imanın ve akılla basiretin zayıflığına
delalet eder. Çünkü dünyaya rağbet eden, hırslı olan ve müteessir olan kimse ya
en şerefli, en üstün ve en kalıcı şeylerin dünyada olduğunu tasdik eder ya da
tasdik etmez. Şayet bunu tasdik etmezse (tasdik etmemekle birlikte sanki) bu
konuya olan imanı hakkında başlı başına yok olan kimse gibidir. Şayet bunu
tasdik ederse ve ona tesir etmezse, bozuk ve kendi nefsi için seçimi kötü bir
kimse olmuş olur. Bu taksimat, zorunlu ve hâlihazırda mevcut olup her iki kısımdan birisi kul için ayrılmazdır.
Nitekim
dünyayı âhiretin önüne geçirmek ya imanda ya da akılda fesatlık anlamına gelir.
Bunun başka bir açıklaması olamaz. Zaten bundan dolayıdır ki Resûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)
ve ashabı dünyayı arkalarına atmışlar, kalplerini meyletmekten almışlar, dünyayı
bir köşeye atıp ona ülfet göstermemişler, ondan hicret edip ona ilgi
göstermemişler ve bizzat dünyayı cennet değil de hapis saymışlardır. Dünyada
iken gerçek zahidlik yapmışlardır. Eğer dünyayı arzulasaydılar, her sevdiklerine
nail olurlardı ve her rağbet ettiklerine kavuşurlardı.
Bizzat Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) dünya hazinelerinin anahtarları
verilmişti de o, bunları reddetmişti. Ashabı da bu durum karşısında âhireti
dünyanın önüne geçirmişlerdir. Hoşlarına gidenleri elde etme karşılığında
âhireti satmamışlardır. Dünyanın geçici olduğunu, biten tükenen olup, karar yeri
olmadığını kuşkusuz anlamışlardı. Dünyanın elem diyarı olup, âhiretin ise,
mutluluk diyarı olduğunu biliyorlardı. Dünya kuşkusuz az bir vakit kalan yaz
bulutu ve geçici uyku gibidir. Ziyareti bitirip tamamlayınca yola koyulmak için
çağrılır.
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Ben dünyayı ne yapayım?! Ben ancak ağacın gölgesinde
istirahat edip oradan giden bir yolcu gibiyim."
(Hadis
sahihtir. Ahmed (3709) Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet etmiştir. Hadisin uzun
rivayeti için aynı yere bakınız.)53
Ve
şöyle buyurmuştur:
"Dünya âhiretin yanında ancak sizden birinizin parmağını
denize daldırması gibidir. Geride ne kadarın kaldığına bir baksın!"
(Müslim
(2858) Müstevrid b. Şeddad'dan rivayet etmiştir.)
Dünyayı yaratan Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile,
insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü
süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerinin ona gücü yeter sandıkları
bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle
bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi
oluvermiştir. Düşünen bir kavim için âyetlerimizi işte böyle açıklarız. Allah, selâmet
yurduna çağırıyor ve dilediğini de doğru yola hidayet ediyor." (Yunus, 24-25)
Bu
âyetiyle dünyanın kötü olduğunu ve ona karşı zahid olunması gerektiğini haber
vermektedir. Buna ek olarak Daru's-Selam'dan (cennetten) ve ona davetten
bahsetmektedir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ey Muhammed! Sen onlara
dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir
ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine
karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah
her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan
iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevapça da hayırlıdır, ümit yönünden de daha
hayırlıdır." (Kehf, 45-46),
"Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir
süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu,
tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra
kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Âhirette ise çetin bir azap;
Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir
şey değildir." (Hadid, 20),
"İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve
gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle
bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının
geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın)
bütün güzellikleri Allah katındadır. De ki, size, o istediklerinizden daha
hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için Rablerinin yanında cennetler
var ki, altlarından ırmaklar akar, içlerinde ebedî kalmak üzere onlara, hem
tertemiz eşler var, hem de Allah'dan bir rıza vardır. Allah, o kulları görür."
(Al-i İmran, 14-15),
"Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de, daraltır da.
Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktalar. Oysa dünya hayatı âhiret hayatının
yanında bir yol azığından ibarettir."
(Rad, 26
Allahu Azze ve Celle dünya hayatından razı olan, Allah'ın
(c.c.) âyetlerinden gafil olan ve O'nunla karşılaşmayı ummayan kimselere en
büyük tehdidi vaadetmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla
tatmin bulanlar ve bizim âyetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak. İşte
bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer cehennemdir."
(Yunus, 7-8)
Dünya hayatından razı olan mü'minleri de şu âyetiyle
ayıplamaktadır:
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın!"
denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya
hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki âhiretin yanında ancak pek
az bir şeydir." (Tevbe, 38)
Kul, dünyaya beslediği rağbet ve ona olan rızası kadar
Allah'a itaatte ve âhireti istemede ağırlaşır (tembelleşir). Kuşkusuz dünyaya
karşı zahid olma hakkında şu âyetler yeterlidir:
"Gördün ya artık onlara
senelerce zevk ettirsek, sonra kendilerine vaad edilen (azap) gelip
çatsa, o yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır."
(Şuara, 205-207),
"Allah'ın onları hasredip
toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüzden bir bölüm kalmışlarda
aralarında tanışmışlar gibi olacak. Allah'ın huzuruna çıkacaklarına inanmamış ve
doğru yolu tutmamış olanlar, hiç şüphesiz en büyük ziyana uğramış olacaklar."
(Yunus, 45),
"Sanki onlar kendilerine vaadedilen
azabı gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını
sanırlar. Bu bir tebliğdir. Hiç yoldan çıkan fasıklar topluluğundan başkası
helak edilir mi?" (Ahkaf, 35),
"Sana kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.
Sen nerede, onu anlatmak nerede?! O'nun ilmi Rabbine aittir. Sen ancak ondan
korkacak olanları uyarıcısın. Onlar o kıyameti görecekleri gün sanki dünyada bir
akşamdan veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler." (Naziat, 42-46),
"Kıyamet
kopacağı gün günahkârlar dünyada bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler.
Onlar önceden de böyle haktan çevriliyorlardı."
(Rum, 55),
"(Allah inkarcılara)
"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?" diye sorar." Bir gün veya günün bir kısmı kadar
kaldık. İşte bilenlere sor." derler. (Allah) buyurur ki: Sadece az bir
süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!"
(Mü'minun, 112-114),
"Sûr'a
üfürüleceği gün ki biz suçluları o gün,
(gözleri korkudan) göğermiş olarak
mahşerde toplayacağız."
Siz dünyada sadece on
(gün) kaldınız." diye kendi aralarında gizli gizli konuşurlar. Aralarında ne
konuşacaklarını biz çok iyi biliriz. Görüşü en üstün olan: "Ancak bir gün kaldınız" diyecektir"
(Taha, 102-104)
Allahu Teâlâ kendisinden yardım istenilendir. O'na tevekkül
ederiz.
|