Şayet;
"Öğüdün tesir etmesi için âyet-i kerime'de geçen bütün şartların hepsinin
birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Şöyle ki: Yüce Allah'ın, "veya hazır bulunup
kulak veren..." âyetinde geçen (veya) edatının bu mânada olduğunu, bu
edatın cemi mânasında geldiğini, bunun iki şey arasındaki mâna ayrımını veren
(veya) edatı olmadığını" söyleyen bir görüş ortaya atılsa;
şu şekilde cevap
verilir:
Bir defa bu güzel bir soru ve ona şöyle cevap veririz:
"Kendisine Kur'an âyetlerinin okunduğu muhatap kişinin hâline itibarla
kelam -veya- edatı ile çıkmış oluyor. Çünkü insanlardan kimisi var ki, kalbi
diri ve anlamakta, fıtratı da oldukça olgundur. Kalbiyle tefekkür ettiğinde kalbi ve aklı Kuranın sıhhatine ve O'nun hak
olduğuna delalet eder. Kur'an'ın haber verdiklerine de bu sefer kalp, şahit ve
hazır bulunmakta, Kur'an'da varid olan âyetler de artık onun kalbine fıtratın
nuru üzere bir nur olmaktadır. Şüphesiz ki bu durum Kur'an'da haklarında şöyle
buyurulan kimselerin özellikleri cümlesindendir:
"Kendilerine ilim verilenler,
Rabbinden sana indirilenin (Kur'an'ın) gerçek olduğunu bilir; onun,
mutlak galip ve övgüye layık olan (Allah'ın) yoluna ilettiğini görürler."
(Sebe, 6)
Onların haklarında Yüce Allah şöyle de buyurmuştur:
"Allah, göklerin ve yerin
nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir
kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer
bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan
çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, neredeyse,
kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur.
Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle)
misal verir; Allah her şeyi bilir." (Nur, 35)
İşte bu, fıtrat nurunun vahiy nuru üzere olduğunu ortaya koyar. Aynı zamanda
kalp sahibi kimsenin bu kalbinin, hisseden diri bir kalp olduğunu da ortaya
koymaktadır.
Bu
âyetin
(Yani Kaf, 37 âyet-i kerimesi. (Mütercim)
içerdiği mâna ve konuları biz "İctimau'l Cuyuşil-İslâmiyyeti Ala Gazvîl
Muattileti ve'l-Cehmiyyeti" adlı kitapta zikretmiştik.
Kalp sahibi kişi,
kalbiyle Kur'an mânalarının arasını cem edip toplayan bir kalbin sahibi
demektir. O'nun kalbi bu mânaları öyle bir telakki eder ki sanki bunların,
kalbine yazıldığını görür ve bunları ezbere okuyuverir. Elbette ki insanlardan
kimisi de var ki, kendisini bir türlü tam anlamıyla verememekte, kalbi
titrememekte ve tam diri olmamaktadır. Kendisi için hak ile bâtılın arasını
ayırt edici bir şahide ihtiyaç duymaktadır. Kalbinin diriliğine ve nuruna henüz
erişememektedir. Fıtratının temizliği de, diri ve
hisseden kalp sahibinin konumu demektir. Hidayete ulaşmasının yolu da, kendisini
Kur'an okunduğu zaman başka sözlere yönlendirmemesidir. Kalbini Kur'an'ı anlayıp
düşünmeye, tefekkür etmeye ve mânalarını akletmeye yönlendirmelidir. İşte bu
durumda Kur'an'ın hak olduğunu anlayacaktır."
Dolayısıyla ilki, Kur'an'ın haber verdiklerini ve kendisini çağırdığı şeyleri
bizzat aynıyla gören kimsenin durumudur.
İkincisi de, Kur'an'da olanları haber verenin doğru olduğunu bilen, inanan ve
bunun yanı sıra "Sadece haber vermesi bana yeter" diyen bir kimsenin durumudur.
İşte bu kimse sadece iman ettiğinin göstergesini ortaya koyan konumda
bulunurken, ilki aynı zamanda ihsan konumunda olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu
ilkinde bulunan kişi, aynı zamanda yakinî ilme de ulaşmış demektir. O'nun kalbi,
kendisinin aynel-yakin konumda olduğunu da müşahade eder. Küfürden çıkıp İslâm'a
girdiğini ortaya koyan kesin tasdiki de onunla beraber ayrılmaz olmuştur.
Ayne'l-yakin iki kısımdır.
- Bir kısmı dünyada,
- Bir kısmı da âhirettedir.
Dünyada
elde edeceği aynel-yakine gelirsek; bunun kalbe olan nisbeti şahidin bizzat
aynına (=kendine) nisbeti gibidir.
Peygamberlerin gayba ait bildirdikleri ise,
âhirette gözlerle görme olarak aynel-yakin kısmına girerken, dünyada ise, bu
durum basiretle gerçekleşir. İşte bu da, her iki mertebede ki aynel-yakin
kısımlarıdır.
(Ayne'l-yakin: Bizzat yakin olan kesinliğin kendisi anlamına gelir. Hiç şüphe ve
uzaklık belirtmeyen, kesinkezlik ve bizzatlık ve hakikaten. Burada ise: Kesin
görünecekler ve kesin müşahadeler mânasındadır. (Mütercim)
|