Allah'ın (c.c), kulu hakkında;
- Kendisine emrettiği emir,
- Kendisine takdir ettiği kaza ve
- Kendisine sunduğu nimet olmak
üzere üç ayrılmaz hususu vardır.
Kaza iki türdür:
- Ya musibetler
- ya da kusurlar..!
Kul bunlar üzerinde bütün
mertebelerle kulluk eder. İşte Allah'a en sevimli kul, bu mertebelerde kulluğunu
yerine getiren ve hakkını ifa edendir. Mahlukatı arasında Allah'a en yakın olan
da kuşkusuz budur. Bu mertebelerde kulluğu ifa etmeyen, ilim ve amel olarak
yerine getirmeyen ise, Allah'a en uzak olan kimsedir.
Emir konusunda kulluk etmek;
samimi olarak O'nun emrine
uymaktan, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) iktida etmekten geçer.
Nehiy konusunda kulluk ise; Allah'tan, O'nun azametinden
korkarak ve O'nu severek, O'nun nehyettiklerinden uzak durmaktan geçer.
Musibetlerin kazası konusunda
kulluk; kalbinde sevgisi
temkinli olduğunda bunlara karşı sabretmek, Allah'ın kendisi için güzeli
seçtiğini, onun için iyisini istediğini, ona lütfettiğini ve ona musibetler
ihsan ettiğini bilir; kendisi musibeti kötü görse de..!
Kusurlardan kazası konusunda kula ise, bu kusurları
kaldıranın ve serleri bertaraf edenin ancak Allah (c.c.) olduğunu bilmekle
beraber, bunlardan dolayı tevbeye ve bağışlanmaya yönelmesi, özür dileme ve
pişman olma makamında durmasıdır.
Buna ek olarak şunları da bilmesi gerek:
Şayet bu kusurlara
devam ederse, Allah'a yakınlıktan uzaklığa düşer ve kapısından kovulur. Bunları
ancak Allah'ın iyileştireceği; başkasının iyileştiremeyeceği bir hastalık olarak görür. Hatta
bunları bedensel
hastalıklardan bile daha büyük bir hastalık olarak görür.
Bu kimse, Allah'ın öfkesinden rızasına, azabından affına,
kendisinden yine kendisine sığınır. Azabından kaçıp kendisine iltica eder. Şayet
Allah'tan uzak olursa, O'nunla kendi nefsini uzak tutarsa, bu takdirde Allah
katında bu kusurlar / felaketler gibisinin hatta daha şerlisinin olduğunu da
bilir. Kuşkusuz O'nun yardımı olmadan tevbeye ve bu kusurlardan arınmaya
herhangi bir yolun olmadığını da bilir. Bunların Allah'ın elinde olduğunu, kulun
elinde olmadığını da bilir. Kendisinin en aciz, en zayıf ve nefsine karşı en
başarısız olduğunu yada izni, dilemesi ve yardımı olmadan efendisinin rızasını
bile yerine getiremeyeceğini bilir.
Kendisi Allah'a iltica etmiştir. Allah'a karşı zorunlu, zelil
ve miskin durumdadır. Nefsini O'nun önüne atmıştır, kapısında kulu kölesi
olmuştur, O'nun için kendisini hakir görür ve en zelil kimse sayar. Allah'ın en
aciz, en fakir, en ihtiyaçlı, en rağbetli, en sevimli kulu olarak görür. Bedeni
onun hükümleriyle meşgul olmakta, kalbi O'nun huzurunda secde etmekte ve yakinen
bilmekte ki kendisinde hayır yoktur, hayrın hepsinin Allah'tandır. Hayrın
Allah'ın elinde olduğunu, O'na ait olduğunu ve O'ndan olduğunu, kendisinin,
O'nun nimetinin vekili olduğunu bilir. Kul itiraz edecek, gaflete düşüp, isyan
edecek olursa, ondan intikam almakla beraber ona nimetleri dilerse verir.
Gerçek şu ki, hamd, şükür ve sena Allah'a aittir. Kula ait
olan ise, kınanma, eksiklik, kusur, ayıp, övgü ve yergilerle donanmış olmadır.
Övgülerin hepsi Allah'adır. Hayrın hepsi de O'nun iki elindedir. Faziletlerin,
methiyelerin, minnetin hepsi O'nundur. İyilik O'ndan, kötülükler ise
kullardandır. Kullara karşı nimetler bahşetmesi de O'nun cömertliğindendir.
Allah'a (c.c.) isyan edip buğzetmek ise kullardandır. Kullara nasihat etmek
O'ndan; muamelelerde aldatmak ise kullardandır.
Nimetler hususunda kulluğa
gelirsek; kulun ilk olarak nimetleri bilmesi ve itiraf etmesi gerekir. Sonra Allah'tan (c.c.)
başkasına nimetleri izafe ve nispet etmekten kalbini koruyup, bundan Allah'a
sığınmalıdır. Şayet sebeplerden bir sebep meydana gelse; O, bunun müsebbibi ve
onu ikame edendir. Dolayısıyla nimet, her itibarla sadece Allah'tandır. Sonra
kul nimetlerden dolayı Allah'ı yüceltir ve her zaman O'na sevgi besler ve bu
nimetleri O'na itaat etmekte kullanıp, O'na şükreder.
Nimetlerle kulluk yapmanın gereklerinden birisi de, kendisine
verilen nimetlerin çok olduğunu idrak etmek ve Allah'a bunlardan dolayı
şükretmek; fakat ne kadar az şükrettiğinin bilincinde olmaktır.
Kendisine gelen
bu nimetlerin efendisi tarafından karşılıksız ve ücretsiz olarak verildiğini
bilmektir.
Hiçbir aracı ve hak sahibi olmadan kendisine bu nimetlerin geldiğine
inanmaktır.
Gerçekte bunların Allah'tan olduğunu, kuldan olmadığını bilmektir.
Kula gelen nimetler ancak, Allah'a boyun eğilmek, O'nun için zillete bürünmek,
tevazulu olmak ve O'na karşı sevgi beslemekle artar. Şu var ki, bu kula nimetler
her defasında geldikçe, gerek kulluk, gerek sevgi ve gerekse teslimiyet ve
gerekse zillette bulunduğu durum ile birlikte kuldaki nimetler artar. Her günah
işledikçe tevbe etme bilinci, zelil olma ve özür dileme şuuru ortaya çıkar. İşte
bu kimse akıllı ve zeki bir kimsedir. Aciz kimse ise, bunlardan uzak olan
kimsedir.
Başarı Allahu Teâlâ'dandır.
|