بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Hakir Olmanın Sebepleri

 

Hakir ve helak olmanın sebebi, mahallin, ehliyetin ve nimetleri kabul edişin sağlıklı ve salahiyetli olmamasıdır, şöyle ki; kendisine nimetler verilince:

"Bu benimdir, bana aittir, bunu ancak ben yaptım, yerine ben getirdim. Dolayısıyla bunlara ehil olan da benim hak sahibi olanda benim" demesi gibi.

Hakkında Allahu Teâlâ'nın buyurduğu gibi:

"Karun şöyle dedi: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi." (Kasas, 78)

Yani benim hak sahibi olduğum bilgim sayesinde.

Ferra: "Yani; ehil olduğum ve verdiğim için hak sahibi olduğum fazlımdan dolayı verildi" demiştir.

Mukatil ise: "Yani şöyle der: Allah'ın bildirdiği bendeki hayır vb." der.

Abdullah b. Haris b. Nevfel'in zikrettiğine göre; Davud'un oğlu Süleyman peygambere (a.s.) hükümranlık verilince, kendisi şu âyeti okudu:

"Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır" (Neml, 40)

Âyette Süleyman (a.s.):

"Bu benim kerametimdendir" demedi demiştir. Sonra da Karun'u zikredip, onunla ilgili geçen: "O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi." sözünü zikretti ve Süleyman'ın (a.s.) kendisine Allah'ın fazlından verilenleri ve bahşedilenleri görünce ve bunlarla imtihan olunduğunu görünce Allah'a şükretti. Karun ise bunların kendi nefsinden kaynaklandığını ve bunları kendisinin kazandığını iddia ettiğini söyler.

Aynı zamanda şu gelen âyet de bu yöndedir:

"Andolsun ki kendisine dokunan bir zarardan sonra, biz ona tarafımızdan bir rahmet tattırsak, O: Bu benim hakkımdır, kıyametin kopacağını da sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile mutlaka O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır, der. Biz o inkâr edenlere yaptıkları şeyleri mutlaka haber vereceğiz ve onlara ağır bir azap tattıracağız." (Fussilet, 50)

Yani: "Ben ona ehil olanım ve o bana aittir. Tıpkı bir kralın mülküne sahip olduğu gibi bende buna sahibim."

İşte mü'min kul bunları Rabbinin mülkünden, O'nun fazl-u kereminden, O'nun bahşetmesinden olduğu olarak görür. Kendisinin, buna hak sahibi olmadığını bilir, hatta Allah'ın kendisine verdiği bir sadaka olduğunu ve bunları kendisinin sadaka olarak vermediğini bilir. Şayet bu nimetleri kendisine vermez ise, ondan kısarsa, kulun hak sahibi olduğu bir şeyi kısmış olmaz (çünkü onun hak sahibi olduğu bir şey yoktur).

Eğer bu kul bunlara şahitlik etmezse, o zaman bunlara kendisinin ehil olduğunu ve hak sahibi olduğunu ortaya koyar. Nefsinin hoşuna gider ve nimetler hakkında haddi aşar, taşkınlık yapar ve başkasına karşı bu pisliğini sıçratıverir. Nitekim bu takdirde, bunlardan dolayı onda bir sevinç ve böbürlenme peyda olur.

Yüce Allah'ın buyurduğu gibi:

"Ve şayet insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra da onu kendisinden geri alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör bir kimse olur. Ve şayet ona dokunan bir sıkıntıdan sonra bir nimet tattırırsak, "Artık benden bütün kötülükler silinip gitti." der, mutlaka böbürlenir ve şımarır." (Hud. 9-10)

Musibetlerle imtihan olduğu zaman, ümitsizlik ve küfürle kınamakta, nimetlerle imtihan olduğu zaman da sevinç ve böbürlenmeyle kınamaktadır. Allah'ın hamdı, şükrü ve övünmesini bu kul musibetler gittiği zaman:

"Benden kötülükler gitti" demesiyle değiştirmiş olur. Şayet:

"Allah bu kötülükleri benden giderdi" demiş olsaydı bundan dolayı kınanmazdı. Hatta övülürdü bile. Ancak sıkıntı ve musibetler gidince, nimetleri bahşedeni unuttu ve bu sıkıntıları kendisinin gidereceğini söyledi, sevindi ve böbürlendi...

Allahu Teâlâ, kulunun kalbinde böyle bir hususu bildiğinde, kuşkusuz bu kuldan uzak durmasının ve yabancı olmasının en büyük sebeplerinden sayılır. Çünkü bu mahâlde/yerde eksiksiz ve mutlak nimet asla uygun düşmez.

Allahu Teâlâ'nın buyurduğu gibi:

"Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir. Allah onlarda hayır görseydi onlara işittirirdi, işittirseydi yine de aldırmaz arka dönerlerdi." (Enfal, 22-23)

Haber verdiğine göre; onların mahalleri bu nimeti alacak durumda değildir. Bunları kabul etmemekle beraber onlarda başka nimetlere mani başka bir faktör daha vardır ki; o da nimetleri bildikleri ve kavradıkları hâlde onlardan yüz çevirmeleri ve karşı çıkmalarıdır.

Bilinmesi gereken başka bir husus daha vardır ki; helak ve hakir olmanın asıl da nefsin bekasının bu nimetlerden ihmallik ve uzak durması üzerine yaratılmasıyla olduğu, helak sebeplerinin bunlardan ve bunda meydana geldiğidir.

Başarı ve muvaffakiyet sebepleriyse; nimetleri kabul etme esasına göre yaratılmıştır. Öyleyse; muvaffakiyet sebepleri ise; Allah da ve O'nun fazlındandır. Kuşkusuz Allah bunları hem de onları yaratandır. Tıpkı yeryüzünün parçalarını, katmanlarını yarattığı gibi.

Muvaffakiyet sebepleri nebatları kabul ederken, hakir sebepler ise bunları kabul etmez.

Allah ağacı yarattı, işte bunlar meyveleri kabul ederken diğerleri de bunu kabul etmezler.

Allah (c.c.) arıyı yarattı ve karnında içilmesi için birçok renkten balları ve o arı için bunları uygun kılarken eşek arısı için bunları uygun kılmamıştır.

Temiz olan ruhları, kendi zikri, şükrü, hüccet, celâlliği, azameti, tevhidi ve kullarına nasihat etmek için uygun kılarken, kötü ve pis ruhları ise bunlara uygun kılmamıştır, hatta bu pis ruhlar bunların zıtlarını istemektedirler.

Allahu Teâlâ hâkim olandır, yüce olandır.

Şeyhülislâm, ilim denizi ve insanların müftüsü olan Ebü'l-Abbas Ahmed b. Teymiyye (rah.a.) der ki:

 

İÇİNDEKİLER