Akabe ehli Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) beyat ettikleri zaman
Peygamber, ashabına Medine'ye hicret etmelerini emir buyurdu.
(Hadis sahihtir. Ahmed (14456) Cabir hadisinden rivayet
etmiştir. Hadisin uzunca rivayeti için geçen yere bakınız.)
Kureyş kabilesi
ise, ashabın çoğaldığını ve Peygamber'i koruyacaklarını biliyorlardı. Bundan
dolayıdır ki, Kureyş çareyi hile yapmakta buldu. Onlardan kimisi ashabı
hapsetmek, kimisi de onları sürmek istedi. Sonunda onları öldürmek konusunda
ortak karar aldılar. Kuşkusuz mektubun haberi gökyüzünden gelmişti.
Peygamber'e, yatağını terk etmesi emir buyruldu. Ali (r.a.) onun yatağında
geceledi
ve
Sıddik ise (r.a.) yol arkadaşı olarak Peygamberle beraber yola
koyulmuştu.
(Ahmed
(3251) İbn Abbas'tan zayıf bir senedle rivayet etmiştir. Hadisin uzun rivayeti
için geçen yere bakınız.)
Peygamber ve Ebû Bekir Mekke'den çıktıkları zaman Ebû Bekir'i
şiddetli bir korku kuşatıverdi. Peygamber'in önünde etrafı gözetleyerek yoluna
devam ediyordu.
Bazen olurdu ki, kendisi isteğini dile getiriyordu ve
Peygamber'in arkasında kalıp onu koruyordu. Bazen sağ tarafını ve bazan de sol
tarafını kolluyordu ve nihayet mağaranın ağzına yetiştiler. Peygamber'e bir
zarar gelmemesi için, onu korumak amacıyla mağaraya ilk olarak Ebû Bekir
girmişti. Allahu Teâlâ, kuşkusuz orada önceden bulunmayan bir ağaç yeşertti ve
ağaç kendilerine bir gölgelik olurken aynı zamanda düşmanlara da kendilerini
göstermiyordu. Bir örümcek mağaranın ağzına geldi ve ağzını ağ örtüsüyle
nakşetti. Öyle bir sağlamlaştırmıştı ki ağını, Peygamber'i arayan düşmanlara
karşı onları göstermemişti. Allahu Teâlâ bununla beraber iki tane güvercin de
göndermişti. Nitekim Peygamber'i arayan düşmanların gözleri önünde o güvercinler
yuvalarını kurmuşlardı bile...
İşte bu durum, kuşkusuz düşman
ordularına karşı savaşma konusundan daha mucizevîdir.
Düşmanlar gelip de başlarının üzerinde durduklarında,
Peygamber ve Ebû Bekir onların seslerini bizzat dinleyebilmekteydiler. Ebû
Bekir'i bir korku aldığı sırada Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ey Allah'ın Resulü! Eğer
onlardan birisi ayağının altına bakacak olsa bizleri mutlaka görecektir." dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ise:
"Ey Ebû
Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?"
(Buhârî
(3653) ve Müslim (2381) Enes'ten (r.a.), O da Ebû Bekir'den (r.a.) rivayet
etmişlerdir.)
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), kendi nefsi için değil de (Peygamber'i
için) ondaki hüznün oldukça şiddetlendiğini görünce:
"Hüzünlenme, Allah bizimle
beraberdir." (Tevbe, 40) âyetin müjdesiyle kalbine kuvvet geldi. Böylece gerek hüküm ve mâna olarak
ortaya çıktığı gibi lafız olarak da bu yakınlaşmanın sırrı ortaya çıkmış oldu.
Öyle ki ona "Allah Resûlü'nün dostu" deniliyordu. Resûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) vefat
ettiği zaman ise Ebû Bekir için "Allah Resulünün halifesi" denildi. Vefatı
sebebiyle hilafet izafeti de gidince kendisi hakkında "Mü'minlerin Emiri"
denildi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve
Ebû Bekir mağarada üç gün kalmışlar ve sonra oradan çıkmışlardı. Sanki
kader şöyle dile gelmişti:
"Mağaraya öyle
bir girmeyle girmişlerdi ki bundan önce hiç kimse oraya onlar gibi girmiş
değildir. Bundan sonra da artık hiç kimse oraya böyle giremez."
Kendileri Beyda bölgesinde tek başlarına yollarına devam
ederken Süraka b. Malik kendilerine yetişmeye çalışır. Kendisi onlara
yaklaştığında, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine beddua oklarından bir ok gönderir
ve derhal atının ön ayağı karnına kadar yere saplanır. Onlara karşı bir şeyler
yapamayacağını anlayınca, hazinelerin sahibi olduğu (hâlde onları almayan) Hz.
Peygambere, kendinde bulunan malları verir ve azığı ona takdim eder. Oysa ki aç
diye sandığı kimse:
"Rabbimin yanında gecelerim. O, beni yedirir ve içirir." diyordu.
(Buhârî
(1965) ve Müslim (1103) Ebû Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.)
Hepsine değil de ikisinden birisi olan Ebû Bekir'e (bunlar)
stoklanmıştı âdeta. Şu var ki kendisi İslâm'a giren, nefsini bu yolda feda
etmekten çekinmeyen, zahid olan, arkadaş olan, halife olan ve ömrünü harcayan
ikinci kişi olmuştur. Aynı zamanda ölüm sebebinde de Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile
aynıdır. Çünkü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zehirin etkisinden
dolayı vefat etmiştir. Ebû Bekir de zehirlenmiş ve peşinden vefat etmiştir.
(Ahmed (23933) Ümmü Mubeşşir'den
rivayet etmiştir. Hadisin uzun rivayeti için geçen yere bakınız.)
Cennet ile müjdelenen on sahâbîden olan
Osman, Talha, Zübeyr,
Abdurrahman b. Avf ve Sa'd onun elinde müslüman olmuşlardır. Kendisi müslüman
olduğu gün elinde kırk bin dirhem bulunuyordu ve hepsini İslâm'ın en çok ihtiyaç
duyduğu şeylere infak etmiştir. Zaten infak etmeyi çok severdi:
"Mal bana
fayda vermez, Ebû Bekir'in malı bana yaramaz." derdi.
(Hadis sahihtir. Ahmed (7446) Ebû Hüreyre'den rivayet
etmiştir. Hadisin uzun rivayeti için geçen yere bakınız.)
Şüphesiz Ebû Bekir (r.a.), Firavun ailesinde olup da iman
edenlerden daha hayırlıdır. Çünkü onlar imanlarını gizliyorlardı; ancak Ebû Bekir
imanını apaçık ilan etmişti. Aynı zaman da Yasir ailesindeki iman edenlerden de
daha hayırlıdır. Çünkü onlar bir saat kadar mücadele ederlerken, Ebû Bekir
iki
sene boyunca mücadele ve mücahede etti.
İhtiyaç kuşu infak tohumlarını alıp götürmek için havalanmış,
oraya buraya uçarken:
"Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah
da ona birçok katlarını ödesin." (Bakara, 245) diye nida eder.
Bunun üzerine Ebû
Bekir, mallarından sevdiklerini gönderip verir. Bu sırada kendisi de fakir
yatağındadır. Kuş gelip (malların) kat kat artırılacağı güne mallan nakleder.
Sonra Sıddik ağacının dallarına kadar yükselir ve övgü dallarında terennüm
eder. Sonra İslâm minberlerinden şu âyeti okur:
"En çok korunan ise ondan
uzaklaştırılacaktır. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir." (Leyl, 18)
Nitekim âyetler ve hadisler onun faziletini söylemektedir. Muhacir ve ensar da
ona olan beyatlarında toplanmışlardır. Öyleyse, ey onu zikretmekten ötürü
kalpleri ateş kesilmiş olanlar! Ebû Bekir'in övgüleri her defasında
konuşuldukça, bu sözler birtakım zelil ve aşağılık kimselere oldukça ağır
gelmiştir. Görmez misin ki, kâfir olan rafiziler, yüce Allah'ın (c.c.):
"İkisi de
mağarada bulundukları sırada" (Tevbe, 40) âyetini hiç duymamışlar âdeta?!
Ebû Bekir (r.a.) İslâm'a davet edildiği zaman hiç tökezlemedi
ve yüz çevirmedi. Delillere yönlendirildi, hiç şaşmadı ve sürçmedi. Yaşlanana
dek de (ölümüne kadar) her musibete ömrü boyunca sabretti. Çokça infak etti ve
abayla süslenene kadar da malları onda bir türlü azalma göstermedi. Allah'a
yemin olsun ki, onun her altını döküşünde şu âyetle ilgili olarak altınlar
ortaya çıkıvermişti:
"İkisi de mağarada bulundukları sırada"
Kimdir gençliğini Peygamber ile birlikte geçiren?
Kimdir ashab
arasında iman konusunda öne geçen?
Kimdir Peygamber yanında iken sorulan
soruları hızlıca cevaplayan?
Kimdir Peygamber ile beraber ilk olarak namaz
kılan?
Kimdir Peygamber ile beraber en son anamaz kılan?
Kimdir Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman onu toprağa yatıran?
Bilmeye çalışın en hak sahibi
komşuyu?
"Riddet günü" Ebû Bekir (r.a.) çok güzel ve dakik bir
kavrayışla ayağa kalktı ve Kur'an nassından anladığı ince anlayışını ortaya
koydu...
Muhakkak ki onu seven, o övüldüğü zaman çokça sevinir. Onu sevmeyen ise
ona buğz eden kimsedir. Ebû Bekir bir toplantıda zikrolunduğu zaman rafizi olan
bir kimse oradan kaçıp gider. Ancak şu var ki, kaçış nereye?
Ebû Bekir, birçok kez Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve
sellem) gerek malı ve gerekse canı ile yardımcı olmuştur. Hayatını ona özgü
kılmıştır. Peygamberle (sallallahu aleyhi ve sellem) başbaşa kalıp gecelemiştir. Gerçekten de
Ebû Bekir'in faziletleri
oldukça çoktur ve bunlar karışıklıktan oldukça uzaktır.
Çok hayret! Kimdir gündüzün ortasında güneşin ışığını
(uzletten dolayı) perdeleyen!
Kuşkusuz Peygamber ile O, içinde hiç kimsenin
bulunmadığı o mağaraya girmişlerdi. Sıddik olan Ebû Bekir başlarına bir şey
gelir diye çok korkmuş ve ürkmüştü. Ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem):
"Ey Ebû Bekir!
Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?" diye cevap vermişti.
Bunun üzerine ona bir sekinet indi ve musibetlere uğrayacağı korkusu
gidiverdi, bunun yerini de rahatlık duygusu kapladı. Bundan sonra ise
memleketlerde minberler üstünde zaferi müjdeleyen müezzinler şöyle nida
ediyorlardı:
"İkisi de
mağarada bulundukları sırada..."
Allah'a yemin olsun ki onun sevgisi müsamahakarlığın başı
demekti. Kızdıkları ise hep (İslâm'da) kızılması gereken şeyler olmuştu. Kendisi sahabenin ve yakınların en faziletlisiydi.
Bunun böyle olduğuna dair deliller çokçadır.
Allah'a yemin olsun ki; bizler onu keyfimiz için sevmiş
değiliz.
(Ne ona, ne de) Ondan başka bir sahabîye de buğz beslemiş değiliz.
Lakin bizler Ali
(r.a.)'nin şu sözlerini söylemekle yetinmişizdir:
"Resûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), dinimiz
konusunda senden (Ebû Bekir'den) razı olmuştur. Bizim için dünyamız hakkında
razı olmaz mısınız!"
Allah'a yemin olsun, sen rafizilerden öcümüzü aldın. Allah'a
yemin olsun ki, sen bizim gerçek Sıddik olanımızsın. Dolayısıyla bizler seni
över dururuz. Ayın parlak gözü gibi seni de gözümüzün parlaklığı gördük. Bundan
böyle de her kim rafizi ise bizlere geri dönmesin:
"Özür dilediğimi gösteren
benim tevbem var desin."
|