Her insanın lezzet / tad alması kadrine, himmetine ve nefsinin
şerefine göredir.
Kuşkusuz insanların nefis bakımından en şereflisi, himmet
bakımından en yüce olanı ve kadri bakımından en yüksek olanı;
- Allah'ı bilen,
- O'nu seven,
- O'nunla karşılaşmaktan şevk duyan ve
- O'nun sevip razı olduğu şeylere
karşı sevgi besleyendir.
- Bu insan aynı zamanda Allah'a yönelmekten ve himmetinin
O'na boyun eğmesinden de lezzet alır.
Bundan sonra daha nice mertebeler daha var
ki sayısını ancak Allah bilir. Bu lezzetleri alan kimse en pis şeyler ve en
hayasız sözler, ameller ve meguliyetlerin hepsini bırakır. Şayet kendisini
lezzetlendirecek bir şey arız olacak olursa, onu kabul etmek hususunda nefsi
müsamahalı olmaz, ona iltifat etmez ve hatta ona karşı elem duyar.
Lezzet bakımından insanların en eksiksiz olanı; kalp, ruh ve
beden lezzetini bir arada toplamış olan kimsedir. Kuşkusuz bu kimse, mubah olan
lezzetlerini / hazlarını âhiret yurdundan bir lezzeti eksiltmeyecek ve Allah'ı bilme ve O'na dost olma
lezzetini yok etmeyecek şekilde kullanır. İşte bu kimse, yüce Allah'ın, hakkında
şöyle buyurduğu kimselerden sayılır:
"De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı zinetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmış? De ki: Bunlar, bu dünya
hayatında inananlar içindir, kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur. İşte
böylece biz âyetleri bilen bir topluluğa uzun uzun açıklıyoruz."
(Araf, 32)
Lezzetinden haz alanların en kötüsü, kendisiyle âhiret lezzeti arasına girmesi
yönüyle bu lezzetleri kullananlardır. Dolayısıyla lezzetlerin karşılık göreceği
o günde haklarında şöyle buyurulan kimseler gibi oluverir:
"İnkâr edenler ateşe arzedilecekleri gün onlara: Siz dünya hayatınızda bütün güzel
şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, artık bugün yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmış olmanızdan dolayı aşağılayıcı bir
azapla cezalandırılacaksınız, (denir)." (Ahkaf,20)
İşte bunlar da ve onlar da
iyiliklerden istifade ettiler. (Kınananlar) sadece metalanmaları suretiyle ayrıldılar. (Övülen) öbürleri ise
kendi haklarında izin verildiği yöne uygun olarak lezzetle metalanmışlardır,
onlar için hem dünya hem de âhiret lezzetleri toplanmıştır. Öbürleri ise,
kendilerini dürtükleyen heva ve arzuları istikametinde lezzetlerle
metalanmaktadırlar; ister hakkında izin verilsin, ister verilmesin...
Onlardan
dünya lezzeti de kopukluğa uğramış, âhiret lezzeti de kaçıp gitmiştir. Onlar
için ne defamı olan bir dünya lezzeti ve ne de hâsıl olan bir âhiret lezzeti bulunur. Dolayısıyla her kim lezzeti, devamını ve güzel yaşantıyı isterse, gerek
istemesinde ve gerekse ibadetinde kalbini Allah için feragat edip, lezzetine
yardımcı olmak suretiyle dünya lezzetini âhiret lezzetine ulaştırsın. Lezzeti,
Allah'tan isteyerek alsın; şehvet ve hevaya göre değil. Şayet dünya lezzetleri
ve güzellikleri kendisinden uzaklaşmış bir kimse ise, o takdirde bunlardan eksik
olanları âhiret lezzeti hakkında ziyade et! Ve bu, terk etmesiyle onun nefsini
oraya toplar ki, lezzet orada eksiksiz olarak karşılık görsün.
Muhakkak ki dünyanın güzellikleri ve lezzetleri, Allah ve
âhiret gününü doğru dürüst isteyenler için ne güzel bir yardımcıdır.
Buna ek olarak isteği de oraya olmaktadır. Amacı ve gayesi
dünya güzellikleri ve lezzetleri olup, bunun etrafında pervane olan; fakat (âhiret)
lezzetlerinden mahrum olan ise, ne kötüdür. Allah'ı ve âhiret gününü isteyenler
için dünyaya bağlanmamak, ne güzel bir dosttur. Allah ve âhiret gününü
bırakanlar için de dünya ne kötü bir arkadaştır.
Dolayısıyla her kim dünya menfaatlerini, âhiret hayatından
hiçbir lezzeti eksiltmeyecek bir şekilde alacak olursa, hem dünya hem de
âhiretin ikisinde de muzaffer olur, aksi hâlde her ikisinde de hüsrana uğrar.
|