بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Rab Teâlâ'nın Tecelli Ettirmesi

 

Kur'an, Allah'ın kelamıdır. Şüphesiz Allahu Teâlâ, orada kulları için sıfatlarını tecelli ettirmiştir. İnsanlar boyun eğsin, nefisler ezilsin, kişiler huşuya dalsın ve tıpkı tuzun suda eridiği gibi kibir de erisin diye bazen yücelik, celal ve heybet sıfatlarını tecelli ettirmiştir. Bazen de cemal ve kemal sıfatlarını tecelli ettirmiştir.

Nitekim isimlerinin eksiksiz oluşu, sıfatlarının güzel oluşu ve zatının eksiksizliğine delalet eden güzel fiillerinin oluşu bu konuya girer. Böylece bu sevgi, kulun kalbine sirayet etmekte ve tamamen muhabbete duçar olmuş olmaktadır. Öyle ki, O'nun güzel sıfatlarını ve kemal sıfatlarını kul bilmiş oluyor ve artık kulun kalbi Allah'tan başkasına sevgi beslemiyor. Allah'tan başkası kendisine sevgi beslemesini istediği zaman kulun kalbi o kimseden yüz çevirmekte ve o kimseden alabildiğine uzak durmaktadır. Şöyle denildiği gibi:

Kalpten istenilen, Allah'a yönelip sizleri unutmasıdır.

Bu hâldeyken mizacı da kendisine gelenden yüz çeviriverir.

 

İşte böylece sevgisi mizacına sirayet etmiş oluyor, teklifi olmuyor.

Allahu Teâlâ, rahmet, iyilik, lütuf ve ihsan sıfatlarını tecelli ettirdiğinde; bu sefer kulda kuvvetli bir ümit söz konusu olur. Emeli uzar, tamahkar oluşu güçleniverir. Rabbine doğru yürür ve yürüyüşü boyunca O'ndan umar. Kul her ümidinde amel etmeye başlar ve azimli olur. Tıpkı toprağa ekilen tohum da olduğu gibi. Şayet onu eken kimse ümitli olup da ekerse, onu ekmek hususunda gayet çabalar. Ancak ümidi az olursa, çabalamaz ve tohumu toprağa ekmez.

Allahu Teâlâ adalet, intikam, gazap, yıkım ve akıbet sıfatlarını tecelli ettirirse; o zaman da insanın nefsi emmaresi şiddetle etkilenir ve şehvet, gazap, oyun ve eğlencesini sağlayan kuvveti bâtıl olur ya da zayıflar. Bununla beraber haramlara dair hırsı da yok olur ya da zayıflar. Bu hâlde iken o kimsede korkmaya ve sakınmaya dair bir arzu meydana gelir.

Allahu Teâlâ, işitme, görme ve bilme sıfatlarını tecelli ettirirse; kulda haya / utanma kuvveti meydana gelir. Kendisini istemediği bir şekilde görür veya işitir diye Rabbin'den utanır. Veyahut da Allah'ı kızdırmamak için bu kul kendi örtüsünde susuverir. İşte böylece kulun hareketleri, sözleri ve istekleri şeriatın ölçüsüne uygun olur. Tabiilik ve hevasının hükmü altına ihmal ve başıboş şekilde girmemiş olur.

Yeterlilik, kulların işlerini islah etme ve rızıklarını onlara sevk etme, musibetleri onlardan kaldırma, dostlarını koruma ve sadece onlara özgü olarak yardımcı olma sıfatlarını tecelli ettirirse; bu sefer kulda Allah'a karşı tevekkül ve O'na yönelme durumu kuvvet kazanır. O'ndan razı olma ve kendisine neyi vermişse razı olma ve kendisini razı edecek şeyleri yerine getirecek şeyleri işleme azmi kuvvet kazanır. Tevekkülün bir mânası da Allah'a dayanması için kuluna güzeli seçmesidir.

İzzet ve kibriya sıfatlarını tecelli ettirirse; kulun nefsinde, O'nun (c.c.) yüce azameti önünde zillette olduğuna ve O'nun izzetine karşı kendisinin zelil olduğuna, O'nun kibriyası önünde kendisinin O'na boyun eğmiş olduğuna dair bir huşu oluşur. Kalbinin ve organlarının huşuya erdiğine, kalbinin, dilinin ve azalarının vakara duçar olduğuna dolayısıyla sinirinin, hiddetinin ve gücünün gittiğine dair bir huzur meydana gelir.

Öyleyse toparlayacak olursak;

İşte Allahu Teâlâ bazen kuluna "uluhiyet sıfatlarını", bazen de "rububiyet sıfatlarını" tecelli ettirmektedir.

Dolayısıyla (tecelli ettirdiği) uluhiyetine dair sıfatlara şahit olmasını kullarına gerekli kılmaktadır. Şöyle ki;

- O'nu özellikle sevmeleriyle,

- O'nunla karşılaşmak için istek duymalarıyla,

- O'nunla dostluk kurmalarıyla,

- O'na hizmet etmekten dolayı sevinmeleriyle,

- O'na yakınlaşmak için yarışmalarıyla şahit olur.

- O'na itaat etmek suretiyle yakın olmalarıyla,

- O'nu zikretmeleriyle, mahlukatı bırakıp

- O'na kaçmalarıyla,

- O'ndan yardım istemeleriyle,

- O'nun için zillete girmeleriyle,

- O'na boyun eğmeleriyle ve

- O'nun için huşuya ermeleriyle şahit olur.

İşte bunların hepsiyle kulun, uluhiyet konusunda rububiyete ve rububiyet konusunda da uluhiyete şahit olmasıdır.

Aynı zamanda O'nun (c.c.) mülkünde hamdine, izzetinde affına, kaza ve kaderinde hikmetine, emrinde ve nehyinde nimetlerine, razı olmasında ve gazap etmesinde izzetine, ortaya koymasında hilmine, vermesinde kerem olmasına, yüz çevirmesinde de ihtiyaçsızlığına şahit olmasıdır.

İşte sen de Kur'an-ı Kerim'i iyice düşünecek olursan, onu yıkımdan uzak tutacak olursan, kelamcıların görüşlerine ve dini oldukça zorlaştıran kimselerin fikirlerine aldırış etmeyecek olursan:

Gökleri üzerindeki arşı üzerinden Kayyum ve Melik olan,

- kullarının işlerini evirip çeviren,

- emreden ve yasaklayan,

- peygamberler gönderen ve kitaplar indiren,

- razı olan ve gazap eden,

- sevap veren ve azap eden,

- veren ve men eden,

- izzetli kılan ve zillete sokan,

- yücelten ve düşüren,

- yedi gök üzerinden gören ve işiten,

- gizliyi ve açığı bilen,

- istediğini yapan,

- bütün kemallerle sıfatlanmış, her ayıp ve kusurdan münezzeh olan,

- küçük-büyük her zerreyi ancak kendi izniyle hareket ettiren,

- düşen bir yaprağı da ancak kendi ilmi dahilinde düşüren,

- kendi katında ancak kendi izni dahilinde şefaatçi olunan ve kullarına karşı da sadece kendisi dost ve şefaatçi olan Allahu Teâlâ şahitlik eder.

 

İÇİNDEKİLER