Kur'an, Allah'ın kelamıdır. Şüphesiz Allahu Teâlâ, orada
kulları için sıfatlarını tecelli ettirmiştir. İnsanlar boyun eğsin, nefisler
ezilsin, kişiler huşuya dalsın ve tıpkı tuzun suda eridiği gibi kibir de erisin
diye bazen yücelik, celal ve heybet sıfatlarını tecelli ettirmiştir. Bazen de
cemal ve kemal sıfatlarını tecelli ettirmiştir.
Nitekim isimlerinin eksiksiz oluşu, sıfatlarının güzel oluşu
ve zatının eksiksizliğine delalet eden güzel fiillerinin oluşu bu konuya girer.
Böylece bu sevgi, kulun kalbine sirayet etmekte ve tamamen muhabbete duçar olmuş
olmaktadır. Öyle ki, O'nun güzel sıfatlarını ve kemal sıfatlarını kul bilmiş
oluyor ve artık kulun kalbi Allah'tan başkasına sevgi beslemiyor. Allah'tan
başkası kendisine sevgi beslemesini istediği zaman kulun kalbi o kimseden yüz
çevirmekte ve o kimseden alabildiğine uzak durmaktadır. Şöyle denildiği gibi:
Kalpten istenilen, Allah'a yönelip sizleri unutmasıdır.
Bu hâldeyken mizacı da kendisine gelenden yüz çeviriverir.
İşte böylece sevgisi mizacına sirayet etmiş oluyor, teklifi
olmuyor.
Allahu Teâlâ, rahmet, iyilik, lütuf ve ihsan sıfatlarını tecelli
ettirdiğinde; bu sefer kulda kuvvetli bir ümit söz konusu olur. Emeli uzar,
tamahkar oluşu güçleniverir. Rabbine doğru yürür ve yürüyüşü boyunca O'ndan
umar. Kul her ümidinde amel etmeye başlar ve azimli olur. Tıpkı toprağa ekilen
tohum da olduğu gibi. Şayet onu eken kimse ümitli olup da ekerse, onu ekmek
hususunda gayet çabalar. Ancak ümidi az olursa, çabalamaz ve tohumu toprağa
ekmez.
Allahu Teâlâ
adalet, intikam, gazap, yıkım ve akıbet sıfatlarını tecelli ettirirse; o zaman da insanın nefsi emmaresi şiddetle
etkilenir ve şehvet, gazap, oyun ve eğlencesini sağlayan kuvveti bâtıl olur ya
da zayıflar. Bununla beraber haramlara dair hırsı da yok olur ya da zayıflar. Bu hâlde iken o kimsede korkmaya ve
sakınmaya dair bir arzu meydana gelir.
Allahu Teâlâ,
işitme, görme ve bilme sıfatlarını tecelli ettirirse; kulda haya / utanma kuvveti meydana gelir. Kendisini istemediği bir
şekilde görür veya işitir diye Rabbin'den utanır. Veyahut da Allah'ı kızdırmamak
için bu kul kendi örtüsünde susuverir. İşte böylece kulun hareketleri, sözleri
ve istekleri şeriatın ölçüsüne uygun olur. Tabiilik ve hevasının hükmü altına
ihmal ve başıboş şekilde girmemiş olur.
Yeterlilik, kulların işlerini
islah etme ve rızıklarını
onlara sevk etme, musibetleri onlardan kaldırma, dostlarını koruma ve sadece
onlara özgü olarak yardımcı olma sıfatlarını tecelli ettirirse; bu sefer kulda
Allah'a karşı tevekkül ve O'na yönelme durumu kuvvet kazanır. O'ndan razı olma
ve kendisine neyi vermişse razı olma ve kendisini razı edecek şeyleri yerine
getirecek şeyleri işleme azmi kuvvet kazanır. Tevekkülün bir mânası da Allah'a
dayanması için kuluna güzeli seçmesidir.
İzzet ve kibriya sıfatlarını
tecelli ettirirse; kulun
nefsinde, O'nun (c.c.) yüce azameti önünde zillette olduğuna ve O'nun izzetine
karşı kendisinin zelil olduğuna, O'nun kibriyası önünde kendisinin O'na boyun
eğmiş olduğuna dair bir huşu oluşur. Kalbinin ve organlarının huşuya erdiğine,
kalbinin, dilinin ve azalarının vakara duçar olduğuna dolayısıyla sinirinin,
hiddetinin ve gücünün gittiğine dair bir huzur meydana gelir.
Öyleyse toparlayacak olursak;
İşte Allahu Teâlâ bazen kuluna
"uluhiyet sıfatlarını", bazen de "rububiyet sıfatlarını" tecelli
ettirmektedir.
Dolayısıyla (tecelli ettirdiği)
uluhiyetine dair sıfatlara şahit olmasını kullarına gerekli kılmaktadır. Şöyle
ki;
- O'nu özellikle sevmeleriyle,
- O'nunla
karşılaşmak için istek duymalarıyla,
- O'nunla dostluk kurmalarıyla,
- O'na hizmet
etmekten dolayı sevinmeleriyle,
- O'na yakınlaşmak için
yarışmalarıyla şahit olur.
- O'na itaat etmek suretiyle
yakın olmalarıyla,
- O'nu zikretmeleriyle, mahlukatı bırakıp
- O'na kaçmalarıyla,
- O'ndan yardım istemeleriyle,
- O'nun için zillete
girmeleriyle,
- O'na boyun eğmeleriyle ve
- O'nun için huşuya ermeleriyle şahit olur.
İşte bunların hepsiyle kulun, uluhiyet
konusunda rububiyete ve rububiyet konusunda da uluhiyete şahit olmasıdır.
Aynı
zamanda O'nun (c.c.) mülkünde hamdine, izzetinde affına, kaza ve kaderinde
hikmetine, emrinde ve nehyinde nimetlerine, razı olmasında ve gazap etmesinde
izzetine, ortaya koymasında hilmine, vermesinde kerem olmasına, yüz çevirmesinde
de ihtiyaçsızlığına şahit olmasıdır.
İşte sen de Kur'an-ı Kerim'i iyice düşünecek olursan, onu
yıkımdan uzak tutacak olursan, kelamcıların görüşlerine ve dini oldukça
zorlaştıran kimselerin fikirlerine aldırış etmeyecek olursan:
Gökleri üzerindeki
arşı üzerinden Kayyum ve Melik olan,
- kullarının işlerini evirip çeviren,
- emreden
ve yasaklayan,
- peygamberler gönderen ve kitaplar indiren,
- razı olan ve gazap
eden,
- sevap veren ve azap eden,
- veren ve men eden,
- izzetli kılan ve zillete
sokan,
- yücelten ve düşüren,
- yedi gök üzerinden gören ve işiten,
- gizliyi ve açığı
bilen,
- istediğini yapan,
- bütün kemallerle sıfatlanmış, her ayıp ve kusurdan
münezzeh olan,
- küçük-büyük her zerreyi ancak kendi izniyle hareket ettiren,
- düşen bir yaprağı da ancak kendi ilmi dahilinde düşüren,
- kendi katında ancak
kendi izni dahilinde şefaatçi olunan ve kullarına karşı da sadece kendisi dost
ve şefaatçi olan Allahu Teâlâ şahitlik eder.
|