Eğer Allah ve Resûl'ü bir tarafta iseler, sen karşı tarafta
olma sakın! Çünkü senin onların tarafında olmaman, yanlış taraftarlık mânasına
gelir.
Arapça kelimenin aslı olan "el-Musakkatu", bir tarafta bulunması, kendisine
muhalif olanın karşı tarafında olması anlamına gelir.
"el-Muhaddatu"
kelimesi de böyledir. Çünkü "el-Muhaddatu" kelimesi de birisinin bir tarafta, diğerinin de karşı
tarafta olmasıdır.
Sakın ama sakın, bu konuyu küçük görmeyesin!
Kuşkusuz bunun kökü, maksat ve gayeye ulaştırır. Bunun azı
çoğuna davetiye çıkarır. Öyleyse Allah ve Resûl'ünün olduğu tarafta ol, insanların hepsi karşı tarafta olsalar
da...
Nitekim bunun için mükâfatlar vardır ki mükâfatların en üstünü ve en
övülenidir. Âhirete girmeden önce dünyada kula verilecek en yararlı şeydir bu.
İnsanların çoğu ancak karşı tarafta olmayı yeğlerler. Özellikle rağbet ve
korkular kuvvet kazanınca...!
İşte sen Allah ve Resûl'ünün olduğu tarafta
neredeyse kimseyi bulamazsın. Hatta insanlar orada bulunanları, akılları eksik
ve kendi nefisleri hakkında kötü seçimli kimseler olarak sayarlar. Bazen de
onları delilikle itham ederler.
Nitekim bu ithamcılar, Peygamber düşmanlarının
mirasçılarıdırlar. Kendileri, sırf öbür tarafta, insanlar da karşı tarafta
oldukları için onları Allah ve Resûl'ünün taraftarlarını delilikle itham
etmektedirler.
Lakin her kim nefsini bu yönde alıştırırsa, şüphesiz ki bu
kimsenin, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiklerine dair oldukça derin bir ilme
ihtiyacı vardır ki, böylece yakîn üzere olur ve o konu hakkında o kimse şüpheye
düşmemiş olur.
Buna ek olarak; kendilerine düşmanlık edenlerin düşmanlıklarına
ve kınayanların kınamalarına da eksiksiz bir sabır gösterir.
Bunların eksiksiz
yerine gelmesi için Allah ve âhiret günü konularında kuvvetli bir rağbet duyması
gerekir. Öyleki âhiret o kimseye dünyadan daha sevimli gelecek, âhireti dünyanın
önüne geçirecek, Allah ve Resûl'ü o kimseye her şeyden daha sevimli olacak.
Şu
var ki, işin başında bunları insanın yerine getirmesi kadar zor bir şey yoktur!
Çünkü nefsi ve hevası, tabiatı ve şeytanı, taraf olan kimseler ve yandaşları,
kendisini çağırırlar. Kendisi onlara muhalefet ederse, o takdirde bunlar da
kendisiyle savaşa girişirler.
Bu kimse sabreder ve sabit durursa, işte o zaman
Allah'tan yardım gelir. O zaman da bu zorluk kolay olur. Acı tatlı olur.
Muhakkak ki Allahu Teâlâ insanlara nimetler bahşedip verendir. Dolayısıyla
Allah, kendisine ve Resûl'üne taraftar olma lezzetini mutlaka (cennetle) kuluna
tattırır. Bunun kerametlerini gösterir. Bununla o kimsede sevinç
ve gıpta artar. Kalbi rahata kavuşur, kuvvetiyle zafere ulaşır, refaha ve
mutluluğa gark olur. Kendisiyle savaşan kimseler de, bu kimsenin aksi istikameti
üzere kalırlar. Kendisinden korkan, kendisine inanan, kendisine yardımcı olan,
kendisini terk eden arasında olur. Bu kimsenin ordusu güçlenir ve düşman ordusu
zayıflar.
İnsanlara muhalefet edip Allah'a ve Resûl'üne yönelmen sana
asla zor gelmez; tek başına olsan bile! Çünkü Allah seninle beraberdir. Sen de
O'nunlasın, O'nun koruması ve muhafazası altındasın. O Allah (c.c.) ancak seni
yakinin ve sabrın ile imtihan etmektedir. Allah'ın katından sana yapılacak
yardımların en yücesi bâtıla açgözlülükten ve korkmaktan uzak kalmaktır. Ne
zaman ki bu ikisinden tecrit olursa, Allah ve Resûl'üne taraftar olmak sana
yakınlaşır ve devamlı olarak Allah ve Resûl'ü tarafında olursun. Ne zaman
açgözlülük ve korkaklık sende baş gösterirse, bunlar sana gelmez. Bunu da sakın
nefsine karşı konuşma! Şayet:
"Açgözlülükten ve korkaklıktan arınma asıl olur?"
diye sorarsan, ben de:
"Tevhidle, tevekkülle, Allah'a güvenmekle, sevapların
ancak kendisinden geldiğini ve günahları silenin de ancak kendisi olduğunu,
işlerin hepsinin sadece Allah'a ait bulunduğunu ve O'ndan başkasında herhangi
bir şeyin olmadığını bilmenle" derim.
|