Din iki temel üzerine bina olmuştur:
1 - Zikir ve
2 - Şükür.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"O hâlde beni zikredin
(anın), ben de sizi anayım.
Bana şükredin de nankörlük etmeyin."
(Bakara, 152)
Allah Resûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)
Muaz'a şöyle
demiştir:
"Allah'a yemin
olsun ki, seni seviyorum. Her namazın arkasında şunu okumayı unutma:
"Allah'ım! Sana zikir ve şükür etmemde ve sana güzel ibadet etmemde bana
yardımcı ol."
(Ahmed (22119). Hadisin isnadı sahihtir. Hadisin uzun metni
için aynı yere bakınız.)
Burada mevzu bahis olan zikir; sadece dilin yaptığı zikir
değildir. Bilakis kalp ve dille yapılan zikirdir.
Onu zikretmek / anmak, O'nun
isimlerini, sıfatlarını, yasağını ve kelamını anmayı da içerir. Bu da Allah'ı
marifeti gerektirir, O'na iman etmeyi, kemal sıfatlarına, yüce sıfatlarına ve
her tür övgüye, senaya layık olduğuna iman etmeyi gerektirir. Bu da ancak O'na tevhid getirmekle tamam olur. Dolayısıyla gerçek zikir bunların hepsini içerir.
O'nun nimetlerini, verdiklerini ve mahlukatına verdiği ihsanını
anmayı da içerir.
Şükretmeye gelirsek; Allah'a itaat etmede ve O'na gerek
zahiren ve gerek bâtınen sevgi çeşitleriyle yakınlaşmak demektir.
Bunların her
ikisi, dinin toplamı anlamına gelir. O'nu anmak, O'nu bilmeyi; O'na şükretmek de
O'na itaat etmeyi içermektedir.
Bunların her ikisi de cinlerin
ve insanların, göklerin ve yerin, kendisi için yaratıldığı gayenin bizzat
kendisidir. Kuşkusuz sevap ve ceza da bundan dolayı konmuş, peygamberler
bundan dolayı gönderilmiştir. Nitekim bu gaye haktır ve göklerle yerin ve her
ikisi arasında olanların yaratılması bununla olmuştur.
Bunun zıddı, bâtıl ve abes olmasıdır ki, bunun böyle olduğunu
zannedenler, Allah'ın düşmanlarıdır. Allah (c.c.) onların (dediklerinden ve)
bâtıl ile abes iş yapmaktan münezzeh ve yücedir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Hem o göğü, yeri ve aralarındakileri biz boşuna yaratmadık.
O, kâfirlerin zannıdır. O'nun için vay ateşe girecek olan kâfirlerin hâline!" (Sad,
27),
"Biz gökleri, yeri ve
aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki, kıyamet
kopacaktır. (Ey Peygamber!) Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel
muamele et." (Hicr, 85)
Yunus sûresinin başındaki âyetler zikredildikten sonra şöyle
buyrulmuştur:
"O Allah'tır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz
diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah
bunu hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için âyetlerini ayrıntılı
olarak açıklar." (Yunus, 5)
Bir âyet de şöyledir:
"İnsan başıboş bırakılacağını
mı sanır?" (Kıyamet, 36),
"Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten
huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"
(Mü'minun, 115),
"Ben cinleri
ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."
(Zariyat, 56),
"Allah odur ki yedi göğü ve yerde de onlar kadarını yarattı.
Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın
bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz."
(Talak, 12),
"Allah, Kabe'yi, o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, kurbanı ve
(kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir nizam kıldı. Bu, Allah'ın
göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyle bilici
olduğunu sizin de bilmeniz içindir." (Maide, 97)
Geçenlerden anlaşıldığına göre; mahlukatın ve emrin yaratılma
gayesi (Allah'ın) anılması ve O'na şükredilmesidir. Allah'ın zikrolunması,
unutulmaması ve şükredilmesi, nankörlük edilmemesidir.
Allahu Teâlâ, kendisini anan kimseyi anar. Kendisine
şükredene de teşekkür eder. O'nun zikretmesi / anmasının sebebi, kendisinin
zikredilmesidir. Fazlından ziyade vermesinin sebebi ise, kendisine şükredilmiş
olmasıdır.
Dolayısıyla zikir, kalp ve dil içindir.
Şükür ise:
- Sevgi ve
yakınlık olarak kalp için,
- Övgü ve hamd olarak dil için,
- Hizmet olarak da azalar
içindir.
|