Nefislerin kerih gördükleri
şeylerdeki yararların, buna ek olarak zararlarının ve sevdikleri şeylerdeki helak olma
sebeplerinin geneline gelirsek:
Sahasında
oldukça mahir bir çiftçinin bir bahçeyi ekmesiyle ilgili örneği iyi bir anla ve
düşün!
Kendisi bir bahçe eker ve
sulanıp yetiştirilmesi üzerinde titizlikle durur. Nihayet bahçedeki ağaçlar
meyve verir. Bu sefer çiftçi, ağacın dallarını koparmaya başlar. Meyvelerin daha
doygun ve olgun yetişmeleri için ağacın bazı dallarını kesiverir ve böylece onu
hoş meyveli bir ağaç hâline sokmak ister. Sonunda ağacın meyveleri olgunlaşıp
ortaya çıktıklarında bu sefer gücünü ve güzelliğini bitiren zayıf dalları
budamaya başlar. Sırf meyveler güzel ve hoş olsunlar diye. Bu maslahata binaen
eline batan dikenlere katlanır. Nitekim efendisine en güzelini sunmak için bu
acılara katlanır.
Sonra bu bahçedeki ağaçları sulama işlemine koyulduğunda onları
rasgele sulamaz. Bilakis bir vakit susuz bırakır, bir vakit sular. Devamlı suyu
üzerine dökmez. Her ne kadar yapraklarını daha olgun ve bitkilerini daha hızlı
ortaya çıkartsa da...
(Her şeyi belli ve kontrollü bir düzenle yapar.) Sonra bu
kimse bazı yapraklarla süslenmiş olan bu meyvelerdeki bu süsü temizlemeye
yönelir. Ondaki birçok zararlı yaprağı atar. Çünkü bu yapraklar meyvelerin
arasına girer ve meyvenin dolgunluğunu engeller. Tıpkı üzüm ve benzerlerinde
olduğu gibi. Nitekim bunların dallarını da makasla kesip atar. Kopartmasıyla
birçok süsü (yaprağı) düşer gider. Ancak bu, bizzat bir maslahata binaen
yapılmış bir fiildir. Şayet hayvanın, insanlar gibi temyiz ve anlama kapasitesi
olmuş olsaydı, bu (birtakım) yaprakların atılması karşısında, bunun zarar ve
ifsat olduğunu düşünürdü. Hâlbuki o insanın yaptığı bizzat maslahatın
kendisidir.
Aynı şekilde şefkatli bir baba da oğluna karşı bir maslahata
binaen davrandığında, mesela, oğlunun vücudundan zararlı bir kanı akıtmak
zorunda kaldığında, derisini yarar ve damarını açar. Nitekim bu şiddetli acıya o
da katılır. Üstelik kendisi koparılması şifa olacak bir organı bile keser.
İşte
bunların hepsi babanın oğluna karşı şefkati ve merhametinden kaynaklanmaktadır.
Maslahat olduğunu görerek, oğluna vermiş olduğu bir şeyi (parayı vb.) bile ondan geri alır ve ona vermez ya da bunu ondan kısar.
Kendisini helâka ve yıkıma götürmesin diye bunu bilincinde olarak yapar. Buna ek
olarak, oğlunu korumak için oğlunun şehvetine uyan birçok hususu da ona yasak
eder. Sadece bir maslahata binaen bunları kısar; yoksa cimrilikten dolayı değil.
İşte hakimlerin en hakimi, merhametlilerin en merhametlisi ve
bilenlerin en bileni Allahu Teâlâ, kullarına karşı, kendi nefislerinden,
babalarından ve analarından daha merhametlidir. Muhakkak ki O, kullarına kötü
gördükleri bir şeyi indirdiğinde bu, kendilerine indirilmemesinden daha
hayırlıdır. Bu, onları gözettiği, onlara ihsan ettiği ve onlara lütfettiğinden
dolayıdır. Şayet kendi nefisleri hakkında tercih belirtme güçleri olsaydı, gerek
ilim ve gerekse amel bakımından maslahatları yerine getirmekten aciz olurlardı.
Sadece Allahu Teâlâ kendi ilmi, kikmeti ve rahmeti gereği onların işlerini
evirip çeviren ve yönlendirendir; onlar sevseler de çirkin görseler de...
Şüphesiz ki bu hususu, Allahu Teâlâ'nın isim ve sıfatlarını
gerçekten yakinen bilen kimseler bilirler. Bu husus, O'nun isimlerini ve
sıfatlarını bilmeyen cahillere gizli kalır. O'nun işleri evirip çevirmesinden
dolayı tartışmaya girer, hikmetine dil uzatır, hükmüne teslim olmaz. Fasit
aklıyla, bâtıl görüşleriyle ve zalimce siyasetiyle O'nun (c.c.) hükmüne karşı
gelir. Dolayısıyla Rabbini tanımaz ve maslahatlarına ulaşamaz.
Allah doğruya ulaştırandır.
İşte kul ne zaman ki bu marifete ulaşırsa, o takdirde âhirete
gitmeden önce dünyada, nimeti sadece âhiretteki cennet nimetine benzeyen bir
cennette sükun bulur. Rabbine olan rızası tükenmez. Kuşkusuz rıza, dünyanın
cenneti ve âhiretinin de rahata kavuşmasıdır.
İşte Allah'tan Rab olarak,
İslâm'dan din olarak, Muhammed'den (sallallahu aleyhi ve sellem) de Resul olarak
razı olmuş demektir.
Bu hakikate varmayan kimse imanın
da tadını alamaz. İşte bu rıza, kulun Allah'ın (c.c.) adaletini, rahmetini,
hikmetini ve güzeli ihtiyar edip seçmesini marifet etmesine göredir. Muhakkak ki
bunları her bildiğinde O'na olan rıza da bulunmuş olur. Nitekim Rab Teâla'nın
kuluna hükmetmesi adalet, maslahat, hikmet ve rahmet arasında dönüp
dolaşmaktadır. Elbette bundan asla çıkmaz.
Şu meşhur duasında Peygamber'in
(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi:
"Allah'ım! Ben senin kulunum, erkek kulunun oğluyum,
kadın kulunun oğluyum. Benim canım senin elindedir. Hükmün bende geçerlidir.
Kazan adaletlidir. Sana ait olan isimlerinle senden istiyorum. Nefsini
isimlendirdiğin isimlerinle istiyorum. Kitabında indirdiğin, yaratıklarından
birisine öğrettiğin isimlerinle istiyorum. Kur'an'ı kalbimin
hayatı / baharı,
gözlerimin nuru kılmanı, üzüntümün cilası, tasamın şifası eylemeni istiyorum."
Böyle derse, Allah onun hüzün ve
tasasını alır ve bunların yerine sevinç verir. Sahabe:
"Ey
Allah'ın Resûl'ü! Bunları öğretmeyelim mi?" dediler.
Resûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem):
"Elbette
ki, bunları işitenin bunları öğretmesi gerekir." diye buyurdu.
"Hükmün bende geçerlidir"
sözüne gelirsek, bunun maksadı
şudur:
Bir defa mükâfat olsun, acı olsun Allah'ın, kuluna hükmettiği her kazayı
içermektedir. Bunun sebebi şu ki; yüce yaratan sebep ve müsebbeplerle hükmeder.
Nitekim O, hükümde adalet sahibi olandır. İşte bu hüküm, mü'min için hayırlıdır.
Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi:
"Nefsim elinde olana yemin olsun ki,
Allah mü'min kulu hakkında bir hüküm verdi mi kuşkusuz bunda onun için hayır
bulunur ve bu ancak mü'min için geçerlidir."
(Müslim (2999) Suhayb hadisinden rivayet etmiştir.)
İbni Kayyim der ki: Hocam'a (İbn Teymiyye'ye):
"Buna günahların hükmolunması
da girer mi?" diye sordum:
"Evet, bir şartla." dedi.
Bu şartı şöyle özetledi:
"Kul günahlara duçar olduğunda Allah için, O'nun
sevdiği / istediği tevbe, pişmanlık, huşu, zillet ve ağlamak gibi düsturları
yerine getirmesi şartıyla..."
|