بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İlmin Kısımları

 

"İlim"; dışarıda malûm olan bir sureti nakledip, onu nefiste sabit etmektir.

"Amel" ise; ilmi nefisten bir surette nakledip, dışarıda sabit etmek demektir.

Şayet nefsinde sabit olan şey gerçekte de nefsine uygunsa, işte o zaman bu doğru bir ilim sayılır. Çoğu zaman kişinin nefsinde, varlığı belli olmayan bazı şeyler görünebilmekte, sabit olabilmekte ve nefsinde bunları sabit kılmış olan sahibi, bunları ilim zannetmiş olabilmektedir. Ancak bunlar sadece takdir edilmiş ve gerçekle alakalı olmayan şeylerdir. İşte çoğu insandaki ilim bu konuyla ilgilidir.

Dışarıda buna hakikaten uygun olana gelirsek, bu iki türdür:

Birisi; idrak etmesiyle ve bilmesiyle nefsin tekamülü.

Mesela; Allah'ı (c.c), isimlerini, sıfatlarını, fiillerini, kitaplarını, emir ve yasaklarını bilmek gibi.

İkincisi de; nefsin kendisiyle kemal elde edemediği türdür. Bu, bilinmemesi insana zarar vermeyen her ilmi kapsar. Bunu bilmek insana fayda vermez (faydasız ilimdir). Kuşkusuz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) faydasız ilimden Allah'a sığınmıştır. (Müslim (2722) Zeyd b. Erkam hadisinden rivayet etmiştir.)

Nitekim bu, bilinmemesi insana zarar vermeyen doğru ilim türlerinin çoğunda olan bir husustur. Mesela, gezegenlerin derecelerini, inceliklerini, yıldızların miktarlarını ve âdetlerini bildiren astronomi ilmi ve dağların renklerini, sayılarını ve yüksekliklerini bildiren (coğrafya) ilmi gibi.

İlmin şerefi; malûmunun ve kendisine ihtiyaç duyulan şeyin şiddetine bağlıdır. Nitekim bu, Allah'ı bilmek ve bu ilme tâbi olmak değildir.

İlme gelirsek; onun afeti, Allah'ın (c.c.) razı olup istediği din konusundaki muradına uygunluğun bulunmamasıdır. İşte bu durum, bazen ilmin fesada uğramasıyla, bazen de iradenin fesada uğramasıyla olur. Şu var ki, ilmin fesada uğraması şöyle olur:

Mesela; kendisi yaptığı şeyin, Allah'ı (c.c.) sevindirecek meşru bir şey olduğuna inanır; ancak durum böyle değildir. Ya da meşru olmayan bir amelle Allah'a (c.c.) yakın olduğuna inanır. Meşru olduğunu bilmediği hâlde bu amelin Allah'a yakınlaştıracak bir amel olduğunu sanır.

Maksad yönünden fesada uğramasına gelirsek; bu da şöyledir:

Mesela; Allah'ın vechini ve âhiret gününü istememesi; bilakis dünyayı ve mahlukatı istemesidir. Kuşkusuz bu iki afet, gerek ilim ve gerekse amel bakımından selâmete götürmez. Selâmete götürmesi için ilim, marifet, Allah'ın vechi, âhiret yaşantısı, maksad ve irade konularında da Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiklerini bilmek gerekir. İşte ne zaman marifetten ve iradeden mahrum olursa, o zaman ilmi de ameli de fesada uğrar.

İman ve yakın ise, hem marifet ve hem de iradeyi yetiştirir. Her ikisi de imanı hem olgunlaştırır ve hem de güçlendirir.

İnsanların çoğunun imandan yüz çevirmeleri onların marifet ve irade sağlığından yüz çevirmelerinden kaynaklanıyor. Kuşkusuz iman ancak peygamberlik kandilinden gelen ilmi almakla ve hevadan ve mahlukattan iradeyi arındırmakla tamam olmaktadır. Böyle olunca, o kimsenin ameli de vahiy kandilinden ışığını alan amel gibi olur. Allahu Teâlâ'yı ve âhiret gününü de murad etmiş olur. Böyle bir kimse insanlar arasında ilmi ve ameli en doğru olan kişidir. Aynı zamanda bu kimse, Allah'ın (c.c.) emrine ulaştıran önderlerden olmuş olur ve Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti içerisinde, raşid halifelerden birisi gibi olmuş olur.

 

İÇİNDEKİLER