İmana gelirsek; muhakkak ki,
insanların çoğu ya da hepsi, kendilerinin iman üzerinde olduklarını iddia
etmektedirler:
"Sen ne kadar şiddetle
arzulasan da, insanların çoğu iman edecek değildir."
(Yusuf, 103)
Mü'minlerin çoğunda ancak toplu bir iman bulunur. Tafsilatlı olarak iman,
ümmetin havassının (özel kimselerinin) ve Peygamber'e özellikle bağlı ve özgün
kimselerin imanıdır. Aynı şekilde bu kişi, imanın apaçık taraftarıdır.
İnsanların çoğunda iman denildiğinde sadece mevcudatın sahibi
olanı ikrar etmeyi anlamaktadır. O'nun tek olduğunu, yeryüzünü, gökyüzünü ve
ikisi arasında olanları yaratan olduğunu söylemektedirler. Buna ek olarak,
Kureyş'in ve diğer kulların kimisinin putlarını da inkâr etmezler.
İnsanlardan
başkalarına gelirsek, onlara göre de iman, sadece şehadet kelimesini getirmekten
ibarettir; isterse bununla beraber amel işlesin ya da işlemesin, isterse kalbin
tasdikine uysun, isterse uymasın.
Başkalarına göre de iman; mücerred olarak kalbin tasdik
etmesidir. Allah'ın (c.c.) yerleri ve göğü yaratan olduğunu, Muhammed'in
(sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve Resûl'ü olduğunu kalbin sadece tasdik etmesidir, dil bunu
ikrar etmese de, bir amel işlemese de, hatta Allah'a ve Resûl'üne sövse ve büyük
günahları işlese de, kendisi Allah'ın (c.c.) vahdaniyetine ve Resûl'ünün
peygamberliğine inanmışsa mü'mindir.
Yine başkalarına göre iman; Rab
Teâlâ'nın sıfatlarını inkâr
etmekle olur. O'nun arşının üzerinde yüce olmasını, kelimeleriyle konuşmuş
olmasını, kitaplarını, işitmesini, görmesini, dilemesini, kudretini, iradesini,
sevmesini, buğzetmesini ve diğer kendisinin ve Resûl'ünün vasf ettiklerini inkâr
etmekle...
İşte onlara göre iman; bu hakikatlerin hepsini inkâr etmek ve inkarcıların
görüşlerinin gereksinimlerine ve birbirleriyle çekiştikleri ve kimisinin
görüşüne diğerinin bile katılmadığı yalancıların fikirlerine uymaktan geçer.
Kuşkusuz bunlar Ömer b. Hattab ve İmam Ahmed'in dedikleri şu kimseler
gibidirler:
"Kur'an hakkında ihtilaf içindedirler, Kur'an'a muhalefet ederler ve
onun ihtilaflı gördüğünü onlar ittifaklı sayarlar."
Yine başkalarına göre iman; Peygamberin (sallallahu aleyhi ve
sellem) getirdikleri
kaydına göre değil de, isteklerine ve nefislerinin kendilerini sürüklediği
şeylere göre Allah'a ibadet etmektir.
Yine başkalarına göre iman; sadece güzel ahlâk, güzel
muamele, güler yüz, herkese güzel zan beslemek ve insanlarla ve yanlışlarıyla
uğraşmamaktır.
Yine başkalarına göre iman; dünyadan ve yaşantıdan tamamen
uzak olmak, kalbi dünyadan silmek ve dünyadan zahid olmaktır. Bunlar şayet bu
tip bir insanı görseler hemen "Bu iman ehli kimselerin efendisidir" derler. Bu
kimse ilim ve amel bakımdan hiçbir şey yapmış olmasa bile..!
Şüphesiz ki onlardan daha da ileri gidenler var ki, o da
imanı sadece ilim olarak görür; ameli hesaba katmaz..!
Hülâsa...
İşte bu zikredilenlerin hepsi de
imanın hakikatini bilmiyorlar. Ne imanı yerine getiriyorlar ve ne de iman onlara
girmektedir. Bu kimseler farklı farklıdır. Onlardan kimisi, imana ters olanı
iman sayar.
Kimisi imanda şart olan bir şeyi
yerine getirmeden ve ona hiç aldırış etmeden onu iman sayar.
Kimisi de imanı yok ettiği ve
nakzettiği hâlde iman için onların şart olduğunu söyler ve kimisi de imana ait
herhangi bir yönü bulunmayan şeyleri iman için şart koşar.
İman; bunların hepsinin ötesinde olan bir şeydir şüphesiz.
"İman"; Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiklerini bilmenin, onu akide olarak tasdik
etmenin, dil ile ikrar etmenin, severek ve huşuyla teslim olmanın, bâtınen ve
zahiren amel etmenin ve imkâna göre davet ve sevk etmenin gerçek oluşumudur.
İmanın kemal bulması
ise; Allah (c.c.) için sevip O'nun için buğzetmek, Allah için verip Allah için
kısmaktır ve tek olan Allah'ı, kendi ilâhı ve mabudu olarak görmektir.
Allah'a (c.c.) ulaşılacak yol ise; Resûl'üne gerek zahiren
ve
gerekse bâtınen tâbi olmaktan, Allah ve Resûl'ünden başkasına iltifat etmekten
kalbin gözünü sakındırmaktan geçer.
Başarı Allah'tan dır.
Her kim nefsiyle değil de Allah
ile meşgul olursa, nefsinin rızkına karşı Allah ona yeter.
Kim de insanlarla değil de Allah
ile meşgul olursa, insanların rızkına karşı ona Allah yeter.
Kim de Allah ile değil de
nefsiyle meşgul olursa, o kimseyi kendi nefsine havale eder.
Her kim de Allah ile değil de
insanlarla meşgul olursa, Allah o kimseyi insanlara havale eder.
|