"Tabakat" adlı eserinde İbn Sa'd, Ömer b. Abdülaziz hakkında
zikrettiğine göre; o, minbere çıkıp hutbe vermeye koyulduğu zaman kendi nefsi
hakkında gösterişe girer korkusuyla hutbeyi kısa keserdi. Yine gösterişe girer korkusuyla yazdığı mektubu
yırtar ve "Ey Allah'ım! Nefsimin şerrinden sana sığınırım." derdi."
Şunu bil ki:
- Kul bir işe ya da bir söze
başladığı zaman onda Allah'ın kendisine nasip ettiğini,
- Bunu kendisine muvaffak kılanın
Allah olduğunu,
- O'ndan olup, kendi nefsinden
olmadığını,
- Kendi bilgisi ve düşüncesinden
kaynaklanmadığını,
-
Kendi güç ve kudretinden
olmadığını;
- Bilakis
kendisine dil, kalp, göz ve kulağı yaratan Allah tarafından olduğunu bilmesi
lâzım. Kuşkusuz kendisine bunları nasip eden, ona söz ve fiillerini de nasip
etmiştir.
Şayet bu, o kimsenin mülahazasından ve kalbinin bakışından
kaybolmaz ise, o zaman, asıl olarak nefsin riyası, Rabbinin minnetinden,
yardımından ve gözetmesinden mahrum olması mânasına da gelen "ucb" / kendini beğenme
onda bulunmayacaktır. Ancak bu, o kimsenin mülahazasından o takdirde "ucb" meydana
gelir ve hem söz ve hem de amelleri ifsad eder. Bazen kendisiyle tamamı arasına
girer. Bazen de kendisi "ucbu" kesmeye çalışır ki, minnet ve yardımdan mahrum
olmayana dek bu onun için bir rahmet olur. Bazen de tamamıyle "ucba" duçar olur
ki, bu meydana geldiği zaman hiçbir ürün elde etmez. Eğer ürünü olsa bile hiçbir
gayesi olmayan ve elde edeceği hiçbir yararı bulunmayan zayıf bir ürünü olur.
Bazen de bu öyle bir hâle bürünür ki, o ürünün zararı yararından daha büyük
olur. Başarı, yardım, minnet, yardım olunma konularının kendisi hakkında meydana
gelmesiyle ve nefsinde riyanın ortaya çıkmasıyla o kimsede birçok mefsedet ve
zarar baş gösterir.
İşte bu konudan hareketle anlıyoruz ki, Allah (c.c.) kulunun
sözlerini ve amellerini ıslah eder, yüceltir ya da o kimse için bunları ifsad
eder yahut ondan kısar.
Kuşkusuz kendini beğenmişlik gibi, amelleri yok eden bir
şey yoktur. Allah (c.c.) kulu hakkında hayır dilerse, bütün söz ve fiillerinde
minnetini, başarısını ve yardımını ona şahit yapar. O da kendini beğenmez olur.
Sonra kulun kusurlarını ona gösterir ve kul da bunları Allah için sevmez ve
bunun üzerine onlardan dolayı Allahu Teâlâ'ya tevbe eder, O'ndan mağfiret diler ve bunlar varken sevap almaktan da haya eder.
Şayet Allah (c.c.) bunları o kula şahit kılmazsa ve
bunları ona göstermezse, o
takdir de kul bu iş konusunda bizzat kendi nefsini razı ve eksiksiz olarak
görür. Ancak onun bu işi ve ameli, o kulu, kabul edilme, razı olma ve sevgi
makamına götürmeyecektir.
Dolayısıyla arif olan bir
kimse: Allah'ın minnet, yardım ve
başarı vermesine şahit olarak kendi nefsinin acizliğini itiraf ederek, tam
anlamıyla Allah'ın hakkını yerine getiremediğinden utanır. Bu hâlde ancak
Allah'ın vechi için amelde bulunur ve işe koyulur.
Cahil bir kimse ise,
Rabbinden başarı istemeden, kendi nefsi ve kendi isteği doğrultusunda hevasına
ve görüşlerine bakarak ve bunlardan memnun olarak amel ve iş işler.
|